Faruk Zorba’yı buldum ve “Münevver Karabulut cinayeti ne olur?” diye sordum.
Biliyorsunuz Zorba, Karabulut’un avukatlarından biriydi, hatta savcılığa bu cinayetle ilgili delil temin etmişti, kamera kayıtları onun sayesinde dava dosyasındaki yerini aldı. Fakat aile ile anlaşmazlığa düştü, geçenlerde davayı bıraktı. Yine de benim baştan beri en sağlıklı ve isabetli haberleri aldığım kişiydi.
Tespitlerime itimadım sonsuz yani.
Bakın, neler anlattı:
24 YIL KAÇAR, SONRA CEM GARİPOĞLU OLARAK TÜRKİYE’YE DÖNER
“Kamuoyunun ve vicdanların beklediği ekranlarda konuşan bir vali değil, eli kelepçeli bir katil görmektir. Sorumsuzca davranan yetkililer el çektirilir ve bugüne kadar olan tüm hataların hesabını sorulursa, bu iş çözülür... Yok, bu şekilde devam ederse -ki ne yazık öyle görünüyor- sonuç belli: Bir ay sonra dava açılır, mahkeme, sanığın gıyabında yargılamasını yapar. Cezasını verir... O da 24 yıl kaçar... 24 yıl sonra tekrar Cem Garipoğlu olarak Türkiye’ye döner. Dava, zaman aşımına uğradığından onu yakalayıp içeri tıkan olmayacaktır. Zaten Münevver’i hatırlayan da kalmayacaktır. Olacak olan bu...”
Çocuğu gay olan anneler bunu bilir ama bilmezlikten gelir
Her gün yüzlerce mail geliyor...
Gazetelerde yazan herkese geliyordur.
Benim bir farkım varsa, o da şu:
“Bu kadın beni yargılamaz!” diye düşünüyorlar (ki haklılar) ve gerçekten kafalarının arkasındakini yazıyorlar.
Kalplerini açıyorlar.
Travestiler, transseksüeller, evden kaçanlar, babasıyla sorunu olanlar, hamileler, yeni doğurmuşlar, aldatılanlar, aldatanlar, fetişistler, seksüel takıntısı olanlar, bir yakınını kaybetmişler, aşk acısı çekenler...
Ve tabii gay hakem haberinden sonra, özellikle eşcinseller...
Her şey nasıl gerçek ve damardan anlatamam.
Bazen kendi kendime, “Yazı mazı yazma” diyorum, “Otur ve sadece bu insanlarla iletişim kur...” Ama böyle bir imkân yok, ben hayatı Amok koşucusu gibi yaşıyorum, durmaksızın koşuyorum, o yüzden de ne yazık ki bu mailleri okuyorum, bir sürü şey öğreniyorum ama çoğunlukla iletişim kuramadan hayata devam ediyorum.
Dün mesela Bora C.’den bir mail vardı.
Bora, yurt dışındayken gay kimliğini gizlemiyor. Zaten üniversiteyi orada okumuş, birkaç tane gay sevgilisi olmuş. Sevgililerinin aileleriyle tanışmış, birlikte tatillere gitmiş, özellikle anneleriyle pek bir kaynaşmış. Ama o sevgililer, Türkiye’ye gelince, “Üniversiteden arkadaşım, İstanbul’u hiç görmemiş, bir süre bizde kalacak!” olmuş, “Annem aptal mı? Bal gibi anlıyordu ama gerçekte neyin ne olduğu asla konuşulmuyordu” diyor, “Çevremdeki gay arkadaşlarımın anneleriyle ilişkileri de böyle. Oğullarının gay olduğunu tabii ki biliyorlar. Bir anne nasıl bilmez, en önce o anlar, ama bu gerçekle yüzleşmek istemedikleri için asla ama asla bunu dillendirmiyorlar...”
Bora’nın mail’ini okuyunca kara kara düşündüm.
Gerçekten de gay çocukların anneleri, oğullarının gay olduğunu bilir ama asla kondurmaz mı?
Bunu başkalarıyla konuşmaz mı?
Çoğunluk, “Tüh n’apalım, öyle de böyle de evladımız, mecbur böyle kabulleneceğiz” mi diyor?
Tom Hanks’in Philadelphia filmimdeki, “Ben çocuğumu, başını öne eğsin diye doğurmadım” diyen anneler, bizim ülkemizde yok mu?