Paylaş
Aynı zamanda incecik, dal gibi bir şey ve 70 yaşında. Eğlenceli bir çiftti, eğlenceli bir röportaj oldu. Fernando Botero eski karıları, ölen çocuğu, resim, kadınlar ve aklınıza gelebilecek her konuda hiç komplekse kapılmadan gayet güzel konuşuyor. Ondan öğrenmemiz gereken şey: Hiç de saygınlığını yitirmeden her şey hakkında konuşabilirsin...
İnsanın 4 yaşında babasını kaybetmesi, babasız büyümesi nasıl bir şey?
- Babalı büyümenin nasıl olduğunu bilmediğim için bu soruya cevap veremem.
Demek istiyorum ki bu gerçek, sizi nasıl etkiledi?
- Ben doğduğumda dünya başka bir yerdi: Büyük Kriz’in olduğu yıllar. 1928. Yer Latin Amerika, Kolombiya. Annem de zavallı, genç yaşında dul kalıyor. Ortada üç tane çocuk, para kazanıp bize bakması gerekiyor. Şaşkın. Çok da ilgilenemiyor. Ben gereğinden fazla özgür, yani başıboş büyüdüm. Üstelik tarif edemeyeceğim kadar fakirdik. Karşınızda en dibi zaten görmüş biri oturuyor.
Ama dayınız size destek oluyor...
- Evet evet, dayım vardı. Ama ailede kimsede para yoktu ki. Dayım da kafayı, boğa güreşlerine takmıştı. 12 yaşında, biraz da onun ısrarıyla boğa güreşleri okuluna gittim.
Ciddi ciddi matador olmayı düşündünüz mü?
- Elbette. Boğa güreşi bir sanattır. Latin Amerika’da matadorlar çok büyük saygı görür, çok da zengindirler, yılda 10 milyon dolar falan kazanırlar. Fakir insanların hayalidir matador olup, yırtmak. Ben de gerçek bir boğa ile karşılaşıncaya kadar hep matador olmak istedim. Ne var ki, boğa ile göz göze gelince, o kadar yürekli olmadığımı anladım.
Boğa güreşi vahşet değil mi, nesi sanat?
- Aaaaa öyle değil. Boğanın ritmi, matadorun hareketleri, o adrenalin, hepsi, her şey şiir gibi. Bir bale izliyorsunuz gibi. Flamenko gibi. Seyirciler ölüp ölüp dirilirler. Ben de. O yüzden pek çok resmimde bu tema var. Bir sürü matador tanıyorum, diyorlar ki, “Biz yaralansak, bedenimizden oluk oluk kan aksa bile farkına varmıyoruz, acıyı hissetmiyoruz çünkü adrenalin had safhada!” Ben aynı şekilde boğaların da o acıyı hissetmediklerine inanıyorum. İki varlık da binlerce insanın tezahüratını duyuyor, iliklerinde o heyacanı hissediyor. Zaten boğa geliyor, arenaya giriyor, o tören yaşanıyor ve 10 dakika içinde ölüyor. Mutluluk içinde...
Tüm bunlar beni yine de aşıyor. Belki de böyle bir kültürüm olmadığı için... Sizin gibi müthiş bir sanatçının doğduğu büyüdüğü yer, her taraftan sanatın fışkırdığı bir şehir mi?
- Hayır hayır. Ben dört tarafı dağlarla çevrili, o zamanlar acayip tutucu Medellin’de büyüdüm. Ne bir müze ne de sanat galerisi vardı. Sanatla zerre kadar alakası yoktu. Bir müzeye girip, gerçek bir resmin önünde dikildiğimde 19 yaşındaydım. Nasıl sanatçı olduğuma ben de şaşırıyorum. Beni teşvik eden filan da olmadı.
Peki o zaman nasıl oldu da resimle ilgilenmeye başladınız?
- Boğa güreşini o kadar seviyordum ki, elime ne zaman kalem kağıt geçse matador ve boğa çiziyordum. Bogota’da, 1951’de ilk sergimi açtığımda, “Bu delikanlı da yetenekli!” filan demeye başladılar. Ama resimlerimden para kazanacak hale geldiğimde 15 senedir filan resim yapıyordum. Kirayı ödeyebilecek parayı kazanmam epey zaman aldı.
Bu arada 17 yaşındayken Picasso hakkında yazdığınız yazı yüzünden okuldan atıldınız...
- Evet, üniversitedeydim. Bir edebiyat dergisine illüstrasyonlar çiziyordum, orada Picasso’nun solcu ve Marksist olduğunu yazdım, okuldan attılar beni.
Peki ne zaman ressam olacağınızı anladınız?
- Bir an geldi, başka bir şey yapamayacağımı ve yapmak istemediğimi anladım. 19’uma gelmeden resimlerim Avrupa’da sergilenmişti. Ama para yok. Kolombiya’da ulusal sanat ödülünü kazanmıştım. O parayla gittim üç yıl Avrupa’da yaşadım. İspanya’da şahane bir kopyacıydım. Turistlerin istediği resimlerin kopyaları yapıyordum.
Ve çekici bir erkektiniz aynı zamanda...
- Bence daha fazlasıydım!
Kadınlarla aranız hep iyi mi oldu?
- Ben kadınlarla değil resmimle meşguldüm. Playboyluk yapacak ne vaktim ne param vardı. Benim hayatımın anlamı resim. Her şey ondan sonra geldi.
Peki resimden sonra ne gelir?
- Karım Sophia. Birinci evliliğim 4 yıl sürdü, ikinci evliliğim 10 yıl, Sophia ile 35 yıldır birlikteyiz.
Sophia Vari de sanatçı olduğu için mi siz daha iyi anlaşıyorsunuz?
- Öbür ikisi olmaması gereken evliliklerdi. Sanatçı olup olmalarıyla alakaları yok. Ama çocuklarımın hoşuna gitmeyecektir böyle söylemem. Üç çocuğum birinci evliliğimden. İkinci eşimden de bir oğlum vardı ama Pedro bir trafik kazasında öldü. Otomobili ben kullanıyordum, yol tıkalıydı, ilerleyemiyorduk, karşı istikametten yokuş aşağı gelen bir kamyon kontrolünü kaybetti ve aracımızın üzerine devrildi. Beş kişiydik, sadece 4 yaşındaki Pedro, anında öldü.
Bu kayıp, ilişkinizi nasıl etkiledi?
- Bu tür acılarda ya kenetleniyorsun ya da aile dağılıyor. Biz dağıldık. O acının altında kaldık.
70’lik taş!
Kadınlar yaşlarını gizlerler. Sizin umurunuzda bile değil, göğsünüzü gere gere 70 yaşında olduğunuzu söylüyorsunuz.
Sophia Vari: İnsan sanatçı olunca cv’si her yerde dolaşıyor, orada kapı gibi 1940 yazıyor, saklayamam ki. Bir de nasıl hissettiğiniz önemli. Biz Fernando ile yaşımızı hissetmeyen tipleriz.
Fernando Botero: Ben 30 yıldır ne yapıyorsam, hala aynı şeyleri yapıyorum. Günde hala 8 saat resim. Belki gün gelecek oturarak resim yapmam gerekecek. Ama şimdi hala ayaktayım ve yorgunluk filan hissetmiyorum.
Kadınlardan çok resimlerime bakıyorum
Sanat insanları estetik düşkünü olduklarından güzel kadınlara meraklıdır, siz de öyle misiniz?
- Bütün gün çalıştıktan sonra akşam yemeğinde müthiş bir kadına bakmak çok güzel bir şey. Ama kadınlardan daha çok kendi resimlerime bakıyorum. Öyle bir gerçek de var.
Aşık olmak ressamın daha iyi resim yapmasına sebep olur mu?
- Birine aşık olmak itici güç olabilir. Ama duygusal problemleriniz varsa aman ha, konsantre filan olamazsınız. Zihninizin temiz olması gerekiyor.
Ne zaman büyük ressam Botero oldunuz?
- 1969’da. Almanya’da beş müzede birden sergilendi resimlerim ve sonra gerisi geldi.
Uzun aşkın sırrı hayranlık
Birbirinize nasıl aşık oldunuz?
Fernando Botero: Paris’te bir yemekte. Bir düşesin davetiydi. Biz yan yana oturuyorduk. Pek ilgilenmedi benimle önce...
Sophia Vari: Yanılıyor ben onu görür görmez aşık oldum, ama çaktırmamayı başardım. Korkunç bir aksanı vardı. Latin olduğunu anladım ama kim olduğunu çıkaramadım.
Sizin hikayeniz nedir?
Sophia Vari: Atina’da doğdum, bir armatörün kızıyım. Çocukluğum İsviçre’de geçti, sonra Paris’e yerleştim. Evlendim.
Siz ne zaman sanata yöneldiniz?
Sophia Vari: Sadece bir eş ve anne olarak yaşayamayacağımı anlayınca. Bir şeyler yaratmalıydım. Ama o gücü bulabilmem zaman aldı. 17 yıl evli kaldım. Bir kızım oldu. Boşandıktan sonra aslında kendimi buldum. Fernando karşıma çıktığında ben de kendi çapımda bir sanatçıydım artık. Tabii ki onun kategorisinde değilim ama o beni hepi öyleymişim gibi hissettirdi.
Latin Amerikalı erkekle-Yunanlı kadının aşkı nasıl bir kombinasyon?
Fernando Botero: Müthiş.
Sophia Vari: Ben Kolombiya’ya gittiğimde kendimi evimdeymişim gibi hissettim. Sanki Yunanistan’daydım. Herkes açık, herkes sıcak.
Hala Latin Amerikalı mısınız yoksa artık dünya vatandaşı mı oldunuz?
Fernando Botero: Ben Kolombiyalıyım hep de öyle kalacağım.
Bunca yıldan sonra birbirinize bu kadar sevgi dolu olmanızın sırrı ne?
Sophia Vari: Hayranlık. Fernando’ya hayrandım, hala öyleyim. Ve beni şaşırtmaya devam ediyor. 2000 yılında kurduğu müzeyle bile beni şaşırttı.
Fernando Botero: 35 yıl boyunca sanat eseri topladım, sonra onları Kolombiya devletine bağışladım. Hepsini bir müzede topladılar. Müthiş oldu. Picasso’lar Renoir’lar, Bacon’lar ve daha bir sürü orijinal...
Çocuklarınız bozulmadı mı? “Baba bütün bunları nasıl bağışlarsın?” demediler mi?
- Dediler ama onların da geleceğini düşündüm.
Sizi duvarlarınızda neler asılı?
- Daha önce koleksiyonum vardı ama şimdi benim resimler asılı.
Şişman insanların resmini yapmanızın özel bir sebebi var mı?
- Ben boyutları abartmayı seviyorum. Sadece kadınları ya da erkekleri değil, manzara resimlerini de öyle yapıyorum. Ve bu benim özelliğim. 16 yaşında beri böyle resim yapıyorum. Beni ticari olmakla suçlayanlar da var, sanatın insanı neşelendirmek olmadığını söylüyorlar. İlla içimizi karartacak ya. Saçmalık. Ben katılmıyorum onlara. Eğer resimlerim insanlara neşe veriyorsa bundan ancak mutluluk duyuyorum.
KADINLARİ DEFORME ETMEM İNSANLARI ŞAŞIRTIYOR
İnsanların şişman kadınlarımı sevmesinin nedeni, kadın denilen varlık o kadar güzel ki, deforme etmem hoşlarına gidiyor, şaşırtıyor...
İSTANBUL DA İNSANLARI DA BÜYÜLEYİCİ
Bütün Uzadoğu sizin resimlerinizin taklitleriyle dolu. Kızıyor musunuz?
- Yok canım hoşuma gidiyor, imza atmazlarsa tamamdır.
Bu sergi için sizi İstanbul’dan aradıklarında ne hissettiniz?
- Bayıldım. Kolombiya gazeteleri “Şimdi de İstanbul’da” diye manşet attılar. Büyüleyici bir şehir, büyüleyici insanlar...
Eserleriniz kaça satılıyor?
- Açık arttırma da iki milyon dolara satıldığı oldu.
Paylaş