Kuruyup kalmış yer bezi gibiydim

Suyu boşaltılmış bir kovanın içinde kuruyup kalmış yer bezi gibiydim.

Kaskatı yani.

Esneme yeteneğini kaybetmiş bir kumaş parçası.

Katır kutur.

Paçavra da diyebiliriz.

Hem size ne, ben kendimi öyle hissediyordum!

Korkak, güvensiz ve yalnız.

Kolumu kıpırdatmaya halim yok, öylece duruyorum.

Daha doğrusu uçuyorum.

Bir yerlere...

Gri, soğuk bir kente.

Cam kenarındayım, bir yanım boş, ondan sonra da şu 7B var.

‘‘Yolculuğa başlarken varacağınız yerin önemli olduğunu düşünürsünüz ama vardığınızda esas önemli olanın yolculuk olduğunu anlarsınız.’’

Elimdeki kitaptan böyle bir cümle okuyorum.

Elimde olmadan 7B'ye bakıyorum.

Konuşmadan bu yol mümkün değil bitmez.

Ama biliyor musunuz, konuşacak halim de yok.

7B de oralı değil zaten!

* * *

Aklıma 26C geliyor.

Hey gidi günler...

Bir New York yolculuğunda tanışmıştık.

Uçağın en cazip adamıydı.

Ben de en şanslı kadını!

Çok keyifli bir yolculuktu.

Sonradan da arkadaş olduk zaten.

Ne var ki...

Ne ben ne de 7B birbirimize böyle bir yolculuk vaadediyoruz.

Ayrıca 7B de 26C kadar genç ve parlak durmuyor!

Ee ben de yer bezi olduğuma göre.

Kader utansın, kişisel tarihimize geçecek bir uçak seyahati olamayacak!

* * *

Kim başladı ilk konuşmaya hatırlamıyorum.

Ama 7B'yi seyrettiği mafya filmi sarmamıştı galiba, gözünün ucuyla okuduğum kitaba baktı.

Belli ki, adam Türk değil.

Kitabın adına bakacak da ne olacak!

Cidden bilmiyorum, neden, nasıl ama İngilizce bir sohbete dalıverdik.

Birden 7B, bana ‘‘Living well is the best revenge’’ gibi bir laf ediverdi.

Hayattan alınacak en iyi intikam iyi yaşamaktır yani.

A aaaaa!

Ben bu lafı bir yerlerden hatırlıyorum.

O zaman da çok hoşuma gitmişti.

Hatta ölmüştüm.

Çaktı şimşek sonunda!

The Marmara'nın cafe'sinde görmüştüm bu cümleyi, Bodrum'daki otellerinin tanıtım sloganıydı ve cafe'nin duvarında asılıydı.

Bazen cümlelere aşık oluyorum ben.

‘‘Living well is the best revenge’’ benim için işte öyle bir cümle.

* * *

‘‘Nereden biliyorsunuz bu cümleyi?’’
dedim.

Yakalanmış gibi.

Biraz salak gibi.

Damdan düşer gibi.

Küçük bir tebessüm...

‘‘Ben yazdım’’ dedi.

Ama ekledi:

‘‘Bir İtalyan atasözünden esinlendim.’’

‘‘Siz kimsiniz?’’
dedim.

Üstelik kendi dilimde!

‘‘Ben Paul’’ dedi.

* * *

O 7B, Paul McMillen çıktı.

Hiç mi görmedin adamın fotoğrafını be kadın?

Hayır, görmedim!

Ama bin yıldır ismini duyarım, hep merak ederim, nedense bir türlü fırsatını bulup tanışamamıştım.

7B bir derya!

O konuştukça kovaya su doluyor, katılıp kalmış yer bezi de yeniden esnekliğini kazanıp, sağa sola hareket etmeye başlıyor.

Adam yaşam verdi bana o uçak yolculuğunda!

Ayaklarımın dibine kadar düşmüş ruhumu, başımın üstüne kadar çıkardı yeniden.

7B, müthiş bir İrlandalı.

Ben hariç bütün Türkiye tanıyor onu.

Ama Türkleri o kadar iyi çözmüş ki, İrlandalıTürk mü bir türlü ayıramıyorsunuz.

Bir de ‘‘ş’’leri söylebilse hiç kuşku duymadan Türk olduğuna inanırsınız!

* * *

RPM Radar CDP Europe
'ın sahibi Paul McMillen, bir reklamcı.

Ama aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı.

Her yıl sergileri oluyor 7B'nin ve yaptığı işlere kuş kondurmaya bayılıyor. Allah için adamın elinden de bin bir türlü numara geliyor. Yabancı birinin zaten bizim ülkemizde bu kadar sevilmesi, tolere edilmesi, pes yani. Adam resmen bir ekol yani. Okumaya, araştırmaya meraklı. Küçük bir oğlan çocuğuyken metrolarda müzik bile yapmış.

Algıları açık.

Samimi, direkt.

New York'ta şirket kurmuş, ardından Londra'da, sonra bir Türk kadına aşık olmuş kendini Türkiye'de bulmuş.

Sizler onu nereden mi tanıyorsunuz?

Solo reklamlarından, ‘‘aç kapa’’Artema'lardan, Pamukbank reklamlarından filan falan.

Bulaşmadığı alan, hizmet vermediği şirket var mı ki zaten 7B'nin?

* * *

Woodstock
'tan aşka, serseri hayatlardan medyaya, İnci Baba'dan Orhan Gencebay'a, Ertem Eğilmez'in sinemasından Şener Şen'in oyunculuğuna, bayram için Katmandu'da bulunan eşinden bana benzeyen kuzenine kadar...

Tonlarca şey konuştuk.

O kadar keyifli bir seyahatti ki...

O uçakta 7B ailem oldu.

Ali'den (o benim gerçek amcam) ve İlhan'dan (o bizim milli amcamız!) sonra bir de Paul Amcam var artık.

Bunu Paul McMillen gülsün diye yazıyorum!

Yoksa, ona amca demek haddim değil.

O zaten arkadaşım.

Neyse...

O gittiğim kentte görüşemedik onunla.

Ama burada birlikte yemek yemeği bekliyorum.

Bu yazıyı da zaten 7B beni yemeğe çıkarsın diye yazıyorum.

Görgüsüzlüğümü hoşgörün.

Burnumun dibinde yaşayan şahane bir adamı, Allah'ın uçağında tanıyınca sevindirik oldum da...
Yazarın Tüm Yazıları