Paylaş
Duru bir güzelliği var...
Ama o duru güzelliğin içinde, aman Allahım, muzip, hiperaktif bir çocuk yaşıyor!
Duracell o!
Neşeli, hayat dolu, insanın içini açan, modern genç bir kadın.
İzmirli o, ötesi var mı?
Evet seksi, jean ve tişörtle de öyle, ama direkt bir seksapeli yok...
Öyle “kadın kadın” durmuyor, orasından burasından “dişilik” fışkırmıyor, tabii ki fışkırması da suç değil ama gerçek bu.
Ayıptır söylemesi, memeleri de küçük...
Bütün bu olayların içinde, beni en çok güldüren, meme büyüten bir spreyin tanıtım yüzü teklifini almış olması...
Onlar bile fark etmiş yani!
Yani diyeceğim, Gözde Kansu’yla ilgili yapılacak son yorum dekoltesi, frikiki olabilir...
Onun üzerinden yaşanan olayları, “talihsizlik” olarak değerlendiriyorum.
AKP sözcüsü diyor ki, “Ben isim vermedim, fikrimi söyledim. Bu da demokratik bir eylemdir.”
Burada küçük bir ayrıntı var, AKP sözcüsü fikrini söyledikten sonra, birileri, hemen o kişinin işine son veriyorsa, orada demokrasiden söz edilemez.
O, fikir ifade etmekten çıkar, talimata döner! Ayrıca, yapımcılar daha sonra problemin dekolteden değil, Gözde Kansu’nun performansının beğenilmemesinden kaynaklandığını açıkladı.
Aşağıda siz de okuyunca göreceksiniz ki, o yarışma programı yayınlanıncaya kadar Gözde, övgüden başka hiçbir şey almamış.
Uyarabilirlerdi, beğenmediklerini söyleyebilirlerdi, elbiseni değiştir diyebilirlerdi...
Ama yapmadılar.
Onu kurban etmeyi tercih ettiler!
Tabii araştırmacı gazetecilik yaptım, “o suçlu elbise”yi buldum.
Ve giydim.
Gerçi biraz dar oldu, benim göğüs frikiğim de birilerini rahatsız edebilir ama 43 yaşında bir kadınım, hesap vereceğim tek kişi de kocam, o da güldü geçti...
Her şeyin müsebbibi olan elbiseyi giyerken çok eğlendik.
“Dekolte eleştirilerine” karşı yapılacak en güzel şey, gülüp geçmek bence...
Biz de öyle yaptık.
Geçmiş olsun! Başına gelmedik kalmadı! Dekolten memleket meselesi oldu! Son olaylara dalmadan seni yakından tanıyalım...
Dibine kadar İzmirliyim! Neşeli, enerjik, eğlenceli ve komiğim. Özgürlüğüme feci düşkünüm. Tutkuluyum, coşkuluyum. Açıksözlüyüm, lafı evirip, çevirmem. Adı üstünde İzmirliyim!
Nasıl bir aile?
İtalyan aileleri gibi. Kalabalık ve eğlenceli. Yüksek sesle konuşan, herkese laf yetiştiren. Dans eden, taklitler yapan, birbirine düşkün bir aile.
Kaç kardeş?
İki kardeşiz. Kız kardeşim, İtalyanca sanat ve tasarım okuyor.
Anne-baba ne iş yapar?
Gayrimenkul danışmanı ikisi de.
Hep mi sen böyle enerjiktin?
(Gülüyor) Evet. Hep hoplayan, zıplayan bir kızdım. Zaten beni, “Bu çocuk çok hareketli!” diye baleye yazdırmışlar. Biraz durulayım diye. İşe yaramadığı kesin! Ama bale sayesinde sahne aşkım başladı. Kendimi sahnede hep çok iyi hissettim...
Nerede okudun?
İzmir Tevfik Fikret. Biz İzmir’in fırlama çocuklarıydık. Alsancak, Karşıyaka her yer bizimdi. Sokakta geçen, mutlu, özgür bir çocukluk.
Güzelllik?
Ne güzelliği! Ben şişmandım. Ama İzmirli kadın şişman olsa da güzeldir. Çünkü güzellik, gülüşündedir, enerjindedir, saçını savuruşundadır, yaptığın espridedir. Bizimkiler, “Bale de bu kızı kesmiyor, halkoyunlarına verelim” dediler. Ben onu da sevdim. Yine dans, müzik...
Oyuncu olmaya ne zaman karar verdin?
Lisede. Şehir Tiyatroları’nı izlemeye İstanbul’a geldim. Üst üste aynı oyunu defalarca seyrettim. Kendimden geçtim. Bertolt Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi.” Küçücük bir kız, sürekli kuliste, hayran hayran oyuncuların peşinde. Beni çok sevdiler, Antalya turnelerine davet ettiler. Tiyatro aşkım, iyice depreşti. Derken 9 Eylül’ün konservatuvar sınavına girdim... Sonra ver elini İstanbul. Şarkıcı Sıla, can arkadaşımdır. Hazırlık, ortaokul, lise, hep beraber okuduk, İstanbul’da da birlikte yaşamaya başladık. Sonra gerisi geldi...
Diziler, tiyatro, filmler...
Tabii tabii. “Yeter Anne”de oynadım. Sonra Ferhan Şensoy’la iki yıl çalıştım. Derken, BKM Mutfak Atölye. Sonra, Gencay Gürün’ün yönettiği “Kaçamak”ta. Başka bir dizi, “Dudaktan Kalbe.” Arada “Issız Adam” var, Adana’da “Hanım Çiftliği”, Bursa’da “Al Yazmalım”... Son bir yıldır da “Craft”la tiyatro yapıyordum. Kısacası, 12 yıldır hem tiyatro, hem dizi, hem çocuk oyunları, hepsini bir arada götürdüm. Kafasını mesleğiyle bozmuş biriyim, işimi yapar, döner evime gelirim. Ama enerjim hep yüksektir, eğlenmeyi de severim. Söylüyorum İzmirliyim!
Bal gibi yaşam tarzına müdahale
“Veliaht” yarışmasındaki sunuculuk nereden çıktı?
Daha önceki projelerden tanıdığım televizyon kanalı yöneticileri, kanaldan ayrılıp bir yapım şirketi kurdular. Bana da böyle bir teklifle geldiler. “Yapacaksam farklı ve yeni bir şey yapmak istiyorum. Klasik bir sunuculuk beni çok da heyecanlandırmıyor” dedim. PR Medya’nın sahibi Haluk Şirin çok ısrar etti. “Biz de tam bunu istiyoruz. Seninle çalışmak istiyoruz. Muhteşem bir enerjin var. İnsanların seni, bu en doğal, en enerjik halinle tanıması gerekiyor. Lütfen reddetme” dedi. Düşündüm, “Madem bu kadar ısrar ediyorlar. Pek çok başarılı yarışma yaptılar. Çok da heyecanlılar. Neden olmasın?” dedim. Ve bu işe girdim.
Seni motive eden para mıydı?
Yok, “Kendin gibi olmanı istiyoruz” dediler. Bana ilginç ve yeni gelen buydu. “Biz izleyicileri şaşırtmak istiyoruz. Üstelik bu, bir eğlence programı. Lütfen bütün enerjini, sıcaklığını ver, bu programı kendi şovuna çevir” dediler.
Uyarı almadım
Peki programın yayınlanacağı kanal seni düşündürdü mü ?
Hayır, hiç. Bilgileri dışında hiçbir şey yoktu, her şeyi biliyorlardı. Zaten böyle büyük bir prodüksiyonda, aksi mümkün değil. Herhangi bir uyarı almadım, herhangi bir sınırlama getirilmedi. Şüpheleneceğim hiçbir şey yoktu yani...
Kostüm?
Bir sürü alternatif yer söylediler, “Şuraya bak, buraya bak!” Baktım. “Burada, bunlar var” dedim. Kıyafetleri gösterdim. Uygun mu? Uygun. Benim kendi başıma bir şey yapacak halim yok ki. Her şeyi onaylatarak yaptım. Sonra teksler geldi, “Bunları sen kendi ağzına göre çevir, doğaçlama, istediğini yap, istediğin şekilde söyle. Zaten canlı yayın değil, bant. Sen bol bol konuş, sohbet et, eğlen, biz montajlayacağız...” dediler.
Prova?
Onu da yaptık. Çekimden bir gün önce. Hatta, kıyafetimi giydim. “Niye giyiyorsun?” dediler, “Biz tiyatroda kostümlü prova yaparız” dedim. “Elbisenin neresine basmamam gerekir, içinde rahat ediyor muyum, etmiyor muyum denemem lazım.” Ertesi gün de programı çektik, 7 saat sürdü. Herkes, “Şahane! Şahane” dedi. Yönetmen Caner Erdem, “İşte bu!” dedi. Hatta aralarında, “Sen bizim sunuculuktaki keşfimiz olacaksın!” diye konuştular.
Herhangi bir tedirginliğin var mıydı performansınla ilgili...
Hayır. Televizyon konusunda uzman insanlar beğendiklerini söylüyorlar. “Biz bu işi biliyoruz, bize güven” diyorlar. Yönetmene güvenmeyeceğim de kime güveneceğim?
Sonra...
Sonra montaja da girdim. Sordum, “Nasıl gidiyor?” diye. Orada da “Şahane!” Tekrar tekrar sordum, “Bakın emin misiniz, bu kadar enerjik olmam iyi mi?” diye. “Evet iyi, farklı olan bu. İnsanları konuşturman lazım. İkinci programda da aynen devam” dediler.
Yayınlandığında programı nerede izledin?
Annem ve kardeşimle, evde. Çağla Şikel, Ebru Akel aradı. “Tam sen gibi. Çok enerjik, şahanesin” dediler.
Twitter’a da bakıyorsun o esnada...
Evet. Twitter bu, her zaman övgü de olur, yergi de. Bu defa da öyleydi. Biri diyor ki “Enerjiniz süper!” bayıldık, öteki diyor ki, “Abi bu neyin kafası, bu kadın ne kullanıyor?” Oysa bu, benim normal kafam. Yönetmenimiz de beni uyarmıştı, “Programa dair her tür kötü eleştiriyi alabilirsin, sakın kulak asma!” diye. Ben de asmadım.
Elbiseyle ilgili bir şey var mıydı?
Yok hayır. Elbiseyi, Ajda’nın da elbiselerini tasarlayanlar yapmıştı. Beğenmeyenler olmuş, “Ne bu! Perde gibi” filan. Ama başka bir şey yoktu. Dekoltenin lafı bile geçmiyordu...
Zaten ayıptır söylemesi, ne memelerin büyük ne de elbisenin dekoltesi ahım şahım...
(Gülüyor) Düşün ki bu yarışmadan sonra, göğüs büyütme spreyi reklamından teklif almış kadınlar! Evet küçükler. Ama dert oldular memlekete!
Mesele performans değil
Sonra ne oldu...
Benim her konuda içim rahattı, ortada sürpriz olacak hiçbir şey yoktu. Yapımcılar da kanalda her şeyi izlemiş, onaylamışlardı. Hoşlarına gitmeyen bir şey olsa yayınlarlar mıydı? Pazar akşamı Haluk Şirin’den telefon aldım, “Programın akışında aksaklıklar var, yarın kanalla görüşmeye gidiyoruz, ama seninle ilgili bir sıkıntı yok” dedi.
Vardı da, seni üzmemek için mi dediler...
Profesyonel bir iş yapıyoruz. Çocuk muyuz biz, açık açık söylersin değil mi ama? Pazartesi menajerimi aramışlar, kanalın genel müdürü Adem Bey, programın başındaki performansımı fazla hareketli bulmuş. Ama sonra “Olur” demiş. İşte onlar toplantıdayken, kadere bakın ki, Hüseyin Çelik, o açıklamayı yapıyor. Şimdi bakın, eğer performansımı beğenmiyor olsalardı, dünyanın parasını yatırıyorlar bu işe, o zaman söylerlerdi değil mi? Hiçbir şey söylemediler. Ne zaman ki Çelik konuştu, işler değişti. O zaman önce “dekolte” sorun oldu, sonra laf değişti, “Yok efendim performansını beğenmedik!” oldu...
Sen Hüseyin Çelik’in açıklamasını duyunca ne hissettin?
Üzüldüm tabii. Kendi adıma ve bu ülkede yaşayan kadınlar adına. Bunca sorun varken, ekrandaki bir şov programındaki sunucunun dekoltesine takmak gerçekten akıl alır gibi değil. Sadece bizim memleketimize özgü diye düşünüyorum. Bir de “Hollywood’daki yıldızlar öyle giyinmiyor” demiş. Hiç Hollywood filmi izlemediğini düşünüyorum. Allah aşkına ne var bu elbisede? “Gece kıyafeti” demiş. E tabii. Bir eğlence programını jean ve tişörtle mi sunacaktım? Anlamak mümkün değil. Ama her şeyden önemlisi, herkesin şunu anlamasını istiyorum, kanalın onay vermediği bir kıyafetle benim o programı sunabilmem zaten mümkün değildi. Hepsi izlemiş ve okey vermişti...
Bir sürü popçu, çok daha frapan kıyafetler giyiyor. Giysinler de... Ama neden piyango sana çıktı?
Özel bir sebebi olduğunu sanmıyorum. Bana denk geldi. Bence burada, mesele sadece dekolte de değil. Bir kadının, bu kadar enerjik olması, hayat dolu olması, kendine güvenmesi, hareketli olması hoşlarına gitmedi. Demek ki bazılarının kafasında farklı bir kadın konsepti var, istiyorlar ki kadın hep ağır olsun...
Utanç verici tartışma
Sonra tekrar tweet’ler başladı...
Evet, hem de nasıl! “Dekolteme bakma!” diye. “Diren Gözde!” diyor. Ama tabii performansımı müthiş öven tweet’ler de aldım.
İşine son verildiğini ne zaman öğrendin?
Önce büyük bir sessizlik oldu. Kimse bana bir şey söylemedi. Medyada kovulduğumu ilan etti ama bana yapılan bir açıklama yoktu ortada. Sonra yapım şirketi, “Maalesef bu iş bitti” dedi.
Bu mesele, memleketin gündemine oturdu. Köşe yazarları yazdı, kadın yazarlara fikirleri soruldu, baş örtülüler tartıştı...
Evet, iş politik bir boyut kazandı. Ne diyebilirim? Komik, gülünç, içler acısı. Ben 30’larında genç bir insanım ve böyle giyiniyorum. Bunda da bir anormallik olmadığını düşünüyorum. Böyle giyinmeye de devam edeceğim. Bunu savunmak bile bana tuhaf geliyor. Birilerinin dekoltesini tartışmak, bence utanç verici bir şey.
İşten çıkarılmanın performansınla ilgili olduğunu düşünmüyorsun yani...
Tabii ki hayır. O işin bahanesi. Eğer bana şans verilmek istenseydi, verilirdi. Reytingler de fena değildi. Ama kimse, dekolteme laf eden siyasi iradenin aksine davranmak istemedi. Çok açık bu. En kolayı da beni kurban etmekti, ettiler. Yine bir kadını...
Kariyerime de haksızlık, kadınlığımı da. Ben galiba bu ülkedeki pek çok tartışmanın kadın bedeni üzerinden yapılmasından artık sıkıldım. Ailem, bana karışmıyor. Karışmaz da zaten. Ben bilirim nasıl giyinmem gerektiğini. Bıraksınlar artık bizi, bizim bedenimiz, bizim dekoltemiz, bizim performansımız!
Bir taraftan, “Yaşam tarzına müdahale edilmiyor” deniyor, peki bir kadının giydiğine karışmak, yaşam tarzına müdahale değil mi?
Bal gibi müdahale...
Hiç aklına gelir miydi başına böyle bir şey geleceği?
Gelmezdi. Ama artık her şey mümkün...
Senin başına gelenleri protesto etmek isteyen kadınlar, elbisenle poz versinler mi?
Buyursunlar! O elbise artık bir “sembol”...
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
Paylaş