Paylaş
Gazeteci olup, haberini yapıp, yazını yazıp, “Bana müsaade!” deyip yürüyüp gidemiyorsun.
Bir insanlık durumu söz konusuysa, sonrasında da üzerine düşeni yapıyorsun.
İki gündür “arabulucu bakıcı abla”yım!
İKİ AİLE DE BANA GÜVENDİ
Şükürler olsun ki...
Eken ailesi de Yelkenci ailesi de bana güveniyor.
İki gündür Neptün Eken, kızı Alara’yı bana teslim ediyor. Ben de 15 aylık Alara’yı onu uzun zamandır görmemiş olan annesi Kübra Eken’e götürüyorum.
Alara, annesi, dedesi, nenesi ve dayısıyla birlikte zaman geçiriyor, sonra Alara’yla birlikte tekrar baba evine dönüyoruz.
İki ailenin de asgari müştereklerde buluşması için uğraşıyorum ki, sol tarafı felç olan Kübra’yla kızı Alara görüşebilsinler, özlem giderebilsinler...
Geçmişi değil, geleceği konuşalım istiyorum.
Çünkü geçmişten söz açılınca, aman Allah’ım, iki aile de hemen geriliyor, binlerce şey anlatmaya başlıyorlar, işin içinden çıkmak imkânsız hale geliyor.
Zaten iş yargıda, mahkemeler bir şekilde çözecektir.
Ama bu arapsaçı durum yüzünden, anne-kız görüşemiyor ve zaman geçiyor, Alara annesini tanıyamadan büyüyor...
Anlayacağınız, bu aralar Kuzguncuk müzakerecisiyim.
Birilerine faydam olduğu için de mutluyum.
KÜBRA İÇİN EN GÜZEL DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ
Pazar günü Kübra’nın doğum günüydü.
Kapılarının zilini çalarken, kucağımda şahane bir sürpriz vardı.
Hediyelerin en güzeli Alara!
En son 5 Kasım’da pedagoglar ve psikologlar eşliğinde görüşülmüştü.
O da zaten 15 ay içinde, bilinci açıldıktan sonra, ilk ve son görüşmeydi.
Neptün Eken de gayet iyi niyetli davrandı, psikolog, pedagog olmadan ablası Semra Hanım’la Alara’yı benimle buluşmaya gönderdi.
Pazar sabah 9.30’da Kuzguncuk sahilde buluştuk. Sabahın o saatinde her yer kapalıydı tabii, bir börekçiye girdik.
İŞTE ALARA KARŞIMDA NAMI DİĞER ALOŞ!
İşte namı diğer Aloş, karşımdaydı!
Çok akıllı, küçücük bir kız.
“Gözünü göster” diyorsun gösteriyor, “Kulağını göster” diyorsun, gösteriyor, “Ağzını göster” diyorsun, gülüyor, iki minik tavşan dişini görüyorsun. Her şeyin farkında, dikkatli dikkatli izliyor tüm dünyayı. İçgüdüleri çok kuvvetli. Bütün bebekler gibi güvende olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Ve kıymalı börek seviyor!
Börekçide bir sürü oyun oynadık birlikte.
Halasından ayrılmasını istedim ki bana alışsın, güvensin, annesine götürebileyim.
Baştan anlaştık Alara’yla...
Konuşamıyor olmasının bir önemi yok, beni anlıyor...
Dedim ki, “Ben seni ağlaya ağlaya bir yere götürmek istemiyorum. Annene bile olsa gözü yaşlı götürmem! Mutlu olmanı, kendini iyi hissetmeni istiyorum...”
Gözlerini kısarak baktı.
Sanki anladı.
Sonra Alara’yla birlikte Kübra’lara gittik.
Önce bir, “Nereye geldim ben?” oldu.
O henüz bilmiyor ama bu evde de ailesinin bir parçası var. Dikkatlice herkese baktı. Bir ara bu kadar yeni yüz gördüğü için ağlar gibi oldu, dudakları titremeye başladı. Börekçiden yarım saat önce tanıştığı benden yardım istedi. Ama müthiş bir uyum kabiliyeti var, bir süre sonra aile fertleriyle tanıştı...
Kübra’nın ailesinin durumu da zor, onların bebeği de Kübra. Evet, bilinci açık ama onu resmen ölümden döndürmüşler...
Hâlâ çok dikkatliler.
Tedavileri devam ediyor.
Günaşırı Gata’ya gidiliyor, bir taraftan da oksijen terapileri devam ediyor.
Müthiş bir azimle, iğneyle kuyu kazıyorlar.
Dün o evde, anne-kızın halini görünce, ben de ağladım.
Alara sessiz sessiz, hasta yatağında yatan annesine bakıyor, ağlamıyor ama gözlerinden yaşlar iniyor.
Kübra da aynı şekilde yattığı yerden Alara’ya bakıyor.
Ben de tabii filmlerdeki gibi isterdim ki, Alara’yı Kübra’nın kucağına verelim, hemen gitsin annesinin boynuna sarılsın, öyle olmuyor hemen...
Fakat Alara da nasıl cesur, nasıl güçlü bir çocuk.
Dün bir buçuk saati, kan bağı olmasına rağmen tanımadığı insanlarla pek güzel geçirdi, yavaş yavaş alıştı...
ANNE-KIZ EL ELE TUTUŞUNCA
Bu sabah daha da iyiydi.
Yine o börekçide buluştuk.
Yine Semra Hanım biraz sonra gitti, ben Alara’yla baş başa kaldım.
Sonra yine Kübralara gittik.
Yaşasın, bu sefer Kübra yatağında yatmıyordu, oturuyordu. Ben de kucağımda Alara’yla gittim yanına oturdum.
Bir kere fiziksel olarak anne-kız çok yakındılar.
Ve annesi, kızının elini tuttu.
Müthiş bir manzaraydı.
Sanki bütün dünya durdu.
Önce onları, sonra da bütün odayı bir huzur duygusu kapladı sanki.
Birbirlerine değince, tenleri dokununca, Alara herkese daha güvenli bakmaya başladı.
Kübra kızını sevdi, okşadı, öptü.
Ve sanki Alara’nın o tedirginliği, ürkekliği geçti.
Kübra da bir süre uzak kaldığı, kendinden bir parçayla yeniden birleşti.
Yine çok dokunaklı bir manzaraydı.
Tek tek aile fertlerini tanıdı Alara.
Bu sefer annesinin yatağında yattı, gülücükler attı, bir sürü oyuncakla oynadı.
İlk iki gün için hiç fena değil...
Perşembe sabahı bir daha gidiyoruz.
Bu sefer benim dışımda gerçek bir “bakıcı abla” da olacak, çünkü ben her hafta iki gün Kuzguncuk’a gidersem, başka bir işi yapamam.
İki ailenin de attığı bu adımları çok önemli buluyorum.
Neptün Eken, mahkemenin belirlediği günlere asla itiraz etmeyeceklerini, o günlerde Alara’nın annesine gidebileceğini söylüyor, hatta daha da sık görmek istiyorlarsa da Alara’yı gönderebileceğini söylüyor.
Torunları da, canları olduğu için haftanın belirli günleri ya da her gün birkaç saat Alara’nın gelmesini Yelkenci ailesi çok isteyecektir.
Bu gelişmenin Kübra’nın iyileşmesini hızlandıracağına inanıyorum.
Ben artık “Öyle oldu, böyle oldu... Öyle yaptılar, böyle yaptılar!” demeyi manasız buluyorum.
Geleceğe “yapıcı” bakıp, anne-baba-ve çocuğun mutluluğu düşünülmeli.
Paylaş