Konuş benimle

HEP merak etmişimdir.

Çok ama çok sevdiğim biri hastane odasında komada, öylece yatıyor olsa, günler, aylar, yıllar boyu...

Şuuru kapalı...

Bir gün ‘‘uyanacak’’ diye bekler miyim?

Doktorlar tıbben mümkün olamayacağını söylese bile...

Mucizelere itibar eder miyim?

‘‘Allah'tan ümit kesilmez!’’ der miyim?

Sanki ‘‘derim’’ gibi geliyor.

Uzaktan tabii davulun sesi hoş geliyor!

‘‘Derim’’ diyorum ama şu sorunun cevabını da kendime tam olarak veremiyorum: Böyle davranmak sersemlik mi?

Yoksa hayatta hiçbir şeyden cidden ümit kesilmez mi?

* * *

Ama ben aynı zamanda ‘‘ötanazi’’ye inanıyorum.

N'olacak şimdi?

Belki de o canından çok sevdiği kişinin, bu diyarlardan göçüp gitmesine izin vermemek, ‘‘Burada benimle kalacaksın!’’ diye diretmek, ona yapılacak en kötü şey. Salak salak, bir gün her şey iyi olacak, eskisi gibi olacak diye beklemek... Hayal etmek... O hayalden beslenmek... Belki de çok bencilce... Ve hastalıklı...

Söylüyorum, bu soruların cevabını bilmiyorum.

Ama işte düşünmeden edemiyorum.

* * *

Belki de ben kendimi o canımdan çok sevdiğim insanın yerine koyuyorum.

Herkes gibi ben de vazgeçilmez olmak istiyorum.

Hiçbir şart altında vazgeçilmesin benden.

Ümit kesilmesin.

Komada olmasam bile okşanayım, sevileyim.

Hiçbir reaksiyon vermesem bile, sonsuza kadar konuşulsun benimle.

Olan biten her şey anlatılsın, paylaşılsın.

Çünkü sanki sevgi her durumda, her şartta hissedilir gibi geliyor bana.

Ölüler bile sevgiyi hisseder diye düşünüyorum.

Biliyorum, hiçbir reel karşılığı yok bu yazdıklarımın.

Ama izlediğim o filmin de yoktu.

Almodovar beni allak bullak etti.

* * *

İnsan seyrettiği bir filmle kamyon çarpmış gibi olur mu?

Oldum ben.

İnsan, içine bu kadar dokunan bir film çektiği için, filmin yönetmenine şükran duyar mı?

Duydum ben.

Dikkat edin, şükran duymak fiilini kullanıyorum, saygı duymanın filan ötesinde yani.

Ama sadece ben değilim böyle hisseden, Almodovar'ın (Habla con Ella) ‘‘Konuş Onunla’’ filmi bitti, King's Road'daki o alelade sinemadaki istisnasız herkes ayağa kalktı ve Almodovar'ı alkışlamaya başladı.

Eğer sevgi, komada olmana rağmen bile hissedilen bir şeyse, sen hayatta ve binlerce kilometre ötedeysen, haydi haydi hissedilir.

Almodovar alkışları duymuştur yani!

Neden mi alkışladık hepimiz onu?

İnsan denilen yaratığı bu kadar iyi anlattığı için.

Bir filmle izleyicisine beş bin duyguyu aynı anda ve bir arada yaşattığı için.

Tek kelimeyle çıkardığı iş muhteşem olduğu için.

Zaten filmde yeterince ağlamışım...

Bir de millet böyle yapınca iyice koptum.

Kalkamadım yerimden.

Yazılar aktı.

Işıklar yandı.

Ben bir türlü hayatın içine karışamadım.

Yanımdaki erkeğin elini tuttum.

Öyleceee durdum.

* * *

Filmi anlatmayacağım burada.

O fenalığı yapmayacağım size.

Ama şu kadarını söyleyebilirim, filmin iki karakteri var. Biri bir hastabakıcı, diğeri bir gazeteci. Hastabakıcı 4 yıl boyunca tıbben ölü olan genç bir kadına bakıyor. Kadın komada, bir mucize olmazsa da uyanmayacak, ama bu durum hastabakıcının gerçeğini değiştirmiyor. O, o kadını seviyor; inanılmaz áşık ve her an onunla konuşuyor, hayatına dair en entim şeyleri onunla paylaşıyor...

Konuşmanın, iletişim kurmanın, sevgiyi karşı tarafa bir şekilde geçirmenin esas olduğuna inanıyor.

Gazeteci ise başta daha gerçekçi.

Hastabakıcıyla hayatları bir yerde kesişiyor.

Çünkü onun sevdiği kadın da bir kaza geçirip komaya giriyor.

O, mantıklı ya; komadaki bir insanla konuşmanın manasız bir şey olduğunu düşündüğü için aylarca o hastane odasında sevdiği kadının yanında duruyor, ama bir türlü konuşamıyor...

Hastabakıcı da sürekli ona ‘‘Konuş onunla’’ diyor.

Bu cümlenin içinde o kadar çok şey gizli ki!

Film Türkiye'de de oynayacaktır, mutlaka izleyin.

Eminim sevdiklerimizle şuurumuz açıkken bile, ne kadar az konuştuğumuzu siz de fark edeceksiniz...
Yazarın Tüm Yazıları