Paylaş
Gülünce gözleri çizgi gibi olan kadınlardan, görür görmez sevdim.
Kalabalıktı, her kafadan bir ses çıkıyordu.
Ama Gaye’nin hikâyesini gayet net duydum.
Bazen öyle olur, bütün dünya durur, bütün sesler kesilir ve sen duyarsın.
15 yaşındaki oğlunun, bir aşk yüzünden dördüncü kattan atladığını anlattı.
Mucize eseri hayatta kaldığını...
Ama artık yürüyemediğini, konuşamadığını...
O kadar fena oldum ki.
Hem Gaye oldum hem Sayhan...
O annenin acısını da hissettim.
15 yaşındaki bir gencin, tüm dünyaya meydan okuyan o deli halini de...
Bazen bir hata, bütün bir hayata mal olur.
Sayhan’ınki de o hesap.
Pırıl pırıl bir gelecek onu beklerken, saniyeler içinde hayat değişiveriyor.
Her şey ne kadar pamuk ipliğine bağlı aslında.
Ama Gaye’nin sesinde, bir gurur da vardı. Evet çocuğu hâlâ yürüyemiyordu, konuşamıyordu ama yine de çok aşama kaydetmişti.
Bunda da o annenin inanılmaz bir emeği vardı.
Oğlunun başına gelenlerden sonra, işini, evini kapatıp, annesinin yanına taşınmış ve kendini tamamen oğluna adamıştı.
Birkaç gün önce telefonum çaldı.
Gaye’ydi arayan.
“Biz Erenköy Fizik Tedavi Hastanesi’ndeyiz, buraya gelirseniz, Sayhan’la tanışabilirsiniz” diye.
Gittim.
Sayhan bir iyilik topu, iyilik saçıyor, herkese selam veriyor, dokunuyor, gülüyor.
Hastanede herkes onu çok seviyor.
Tabii 20 yaşında gibi değil, çok daha çocuksu.
Kendini ifade edememesine rağmen, hiçbir agresifliği
yok.
“Hep böyle miydi?” diyorum.
“Hayır, olaydan önce, biraz ağır abiydi” diyor.
Kişiliği de değişmiş.
Ve anne-oğul arasında müthiş bir ilişki var.
Sayhan. annesinin gözünün içine bakıyor; bir tek annesinin mutsuzluğu onu mutsuz ediyor, onun dışında küçük, meraklı bir çocuk.
Aralarındaki o saf sevgiyi, o büyük sevgiyi hissetmemeye imkân yok.
İnsanı ağlatacak kadar güçlü bir sevgi.
Anne-oğul inanılmaz şeylerle mücadele ediyor.
Gaye Dağdelen aynı zamanda 37’nci ‘Yarım Kalan Hayat.’ Orkid’in ‘Kız Gibi Kampanyası’ kapsamında Gaye ve Sayhan’a destek olundu.
‘Kız Gibi’ kampanyasını, ayrıntılarını, özelliklerini ve benim bu konuda düşüncelerimi hürriyet.com.tr’de okuyabilirsiniz...
Sizi tanıyabilir miyiz?
-Adım Gaye Taşdelen. 42 yaşındayım. Sayhan’ın annesiyim.
Sizin başınıza gelen nedir?
-Bir felaket... Oğlum, dördüncü kattan atladı. Allah’tan hayatta. Ama hayatı kaydı. Bir anlık, yanlış bir karar. 15 yaşında ergen bir çocuk. En deli çağında. Ve âşık. Bir kız arkadaşı var. O gece tartışıyorlar. Kız ayrılmak istiyor. “Eski sevgilime döneceğim” diyor. O da “Yapma, etme! Seni seviyorum” diyor, “Senin için her şeyi yaparım!” Kız da soruyor: “Ne yaparsın yani?” “Dördüncü kattan bile atlarım!”
Aman Allahım!
-Evet. Ve artık nasıl oluyorsa, bir an gözünü karartıyor, kıza sevgisini kanıtlamak için kendini dördüncü kattan aşağı bırakıyor. Başımıza gelen bu! Bütün hayatımız; gençliğin ve ergenliğin verdiği toylukla, saniyeler içinde değişiverdi. Hepimizin hayatı bitti, esas olarak da oğlumunki...
Peki nasıl oldu da hayatta kaldı?
-Mucize oldu! Asfalta, ayaklarının üzerinde çakılıyor. Ve topukları patlıyor. Kemikleri kırılıyor. Etten ayrılıyor kemikler. Ama en fenası düştükten sonra, kafasının sol tarafını çok şiddetli bir şekilde yere vuruyor. Beyin kanaması geçiriyor ve konuşma merkezi hasar görüyor. Oğlum artık ne yürüyebiliyor ne konuşabiliyor...
Siz anne-oğul çok yakınsınız, adeta bir insan gibisiniz... Baba yok mu?
-Benimki de bir gençlik hatasıydı! 18-19 yaşında biriyle kaçtım. Evlendik. Ama sadece iki ay evli kaldık. Olacak şey değildi, nitekim olmadı. O maceranın bana armağanı Sayhan oldu. Hamileyken ayrıldık ama aldırmayı hiç düşünmedim. Yola kendi başıma devam etmeye karar verdim. Babası Sayhan’ı dokuz yaşında bir-iki kere gördü o kadar. Biz, hep anne-oğul birlikte yaşadık. Gayet huzurlu ve mutluyduk. Sayhan, lise 1’e gidiyordu. Yakışıklı ve popüler bir çocuktu. Her ergen gibi biraz hırçındı, o kadar. Benim mefruşat dükkânım vardı, perde satıyordum. Kendi yağımızda kavrulup gidiyorduk.
Olay günü özel bir şey olmuş muydu?
-Hayır, son derece sıradan bir gündü. O akşam yine ikimiz evdeydik. Her zamanki gibi bilgisayarında arkadaşlarıyla yazışıyordu. Sonra “Anne, ben balkonda telefonla konuşacağım!” dedi. Hava yağmurluydu. “Oğlum, hava soğuk, çıkma dışarı” dedim. Ama çıktı ve hararetli hararetli konuşmaya başladı.
Sonra?
-Sonra ses kesildi. Merak ettim baktım, balkonda yoktu. Seslendim, cevap vermedi. Evin içinde aramaya başladım. Sonra dedim ki, “Herhalde bana söylemeden, arkadaşıyla buluşmaya gitti!”
Balkona çıkıp aşağı bakmak aklınıza geldi mi?
-Hayır, hiç. Öyle bir şey konduramadım. Ama cebini, balkon pervazında görünce, içime bir kurt düştü, ceketimi giyip apar topar aşağı indim.
Saat kaç?
-23.30. Aşağıda polis ekibi vardı. Yan binadan birileriyle konuşuyorlardı. 15-16 yaşlarında, üzerinde siyah eşofman takım olan bir gençten söz ediyorlardı. Polislere, “Ben de yarım saattir çocuğumu arıyorum!” dedim. Ama sözü edilen çocuğun benimki olabileceği hiç aklıma gelmedi. Ben şöyle düşünüyordum: Bunlar genç çocuklar. Biri kavgaya çağırmıştır, bizimki de delikanlı ya, gitmiştir! Kafamdaki en kötü senaryo buydu. O sırada, polis ekibine bir telefon geldi, “Hastaneye, tanıma uyan bir çocuk getirildi!” diye. Her şeyden habersiz kalktım gittim. Ve orada hayatımın en acı anıyla karşı karşıya kaldım. Yavrum can çekişiyordu. Beyin kanaması geçiriyordu. “Hayatta kalabilmesi bile mucize!” dediler. Eklediler: “Kalırsa da bitki olarak yaşar!” Ben o gün, orada öldüm!
Son 5 senedir hayatım yok
Kız arkadaşıyla yazışmalarını gördünüz mü?
-Evet. Kızın yazdığı azmettirici mesajlar var. Ama neticede o da çocuk, 15 yaşında. Hepsi çocuk.
Peki Sayhan nasıl bir çocuktu?
-Neşeli, sosyal, tipik bir Aslan burcu. Kızların sevdiği bir tipti. Saçlarına pek düşkündü. Daha önce de kız arkadaşları olmuştu.
Dersleri filan...
-Ortaokulu bitirene kadar takdirle geçti. Özellikle İngilizcesi çok iyiydi. Geleceğe dair bir sürü hayali vardı. Saniyeler içinde bütün her şey değişti, hayatımız tepe taklak oldu.
Yoğun bakımda ne kadar kaldı?
-Aylarca. Ben hiç umudumu kaybetmedim. Hep olumlu düşünmeye çalıştım, hep “Geçecek bunlar, oğlum genç, mücadele edecek, atlatacağız bu felaketi!” dedim. Fakat beyin ameliyatını yapan cerrah konuşmamak için sürekli benden kaçıyordu.
Neden?
-Çünkü sinir bozacak kadar pozitiftim! Sonra bir gün yakaladım beyin cerrahını, “Neden kaçıyorsunuz benden?” dedim, “Allah vermesin Sayhan vefat ederse, siz burayı yakıp yıkarsınız da ondan!” dedi. “Neden böyle konuşuyorsunuz! O mücadeleci biri, pes etmeyecektir!” dedim. Dedi ki “İyi de şansı binde bir! N’olur ümitlenmeyin! Hayatta kalması mucize...”
Siz yine de inancınızı yitirmiyorsunuz öyle mi?
-Tabii ki yitirmiyorum. Neredeyse bir yılımız hastanelerde geçti. Beynindeki hasar bir yana, vücudu da aylarca hareketsiz kaldığı için, ortopedi doktoru, “Kasları eridi. Bu kaslar asla geri dönmez! Sayhan’ın ayağa kalkması, yürümesi mümkün değil!” dedi. Ben yine pes etmedim. Ama o da etmedi. Ana-oğul birlikte deli gibi mücadele ettik. Şu an Sayhan’ın kasları var, kas gücü de var, her yerini oynatabiliyor, ayağa da kalkıyor. Oysa bunların hiçbirini yapamaz demişlerdi.
Siz mücadeleye devam etme gücünü nereden buldunuz?
-Oğlumdan hakiki ne var bu dünyada?
Hayatınızı ona adadınız değil mi?
-Elbette. Her anne aynı şeyi yapar. Son beş senedir hayatım yok. Sayhan’ın hayatını yaşıyorum. Çalışmak için onu birilerine emanet edebilmem mümkün değil, işimi de, evimi de kapattım, anneme taşındık. Annem, asansörsüz bir binanın dördüncü katında yaşıyor. Sayhan’ı tekerlekli sandalyeyle çıkartmak zor oluyor. Fakat başka yere taşınacak gücümüz de yok. Bir de ameliyatları oluyor, şubattaki ayak ameliyatı için 8.500 lira kredi çektim, 13 bin 500 lira olarak geri ödeyeceğim.
Topuğundan mı ameliyat oldu?
-Evet, sağ ayak topuğu parçalanmıştı. Dört yıldır götürmediğim hastane, doktor kalmadı. Nereye gittiysek, “Bu bizi aşar, biz bunu yapamayız, parçalanan topuk yerine getirilemez!” dediler. Sonra Konya’da bir profesör bulduk, sağ olsun çok başarılı bir ameliyat yaptı. Ayakkabı giyebiliyor artık.
Konuşma terapisi şart
Ne tür çaresizliklerle boğuşuyorsunuz?
-Hangi birini anlatayım. Babamın anneme ve bana bölünmüş bir emekli maaşı var. Sayhan’a da birkaç ay önce, engelli maaşı bağlandı, ayda 350 lira. Her ay eve 1.500 lira civarında bir para giriyor. Bunun 500’ü kiraya gidiyor. Elektriği, suyu filan da ekle, çok kolay bir hayat sürmüyoruz yani. Bir de rehabilitasyon için İstanbul’a gelmemiz gerekiyor. Çünkü İzmir’deki özel merkezleri karşılayamıyoruz. Mecburen buraya geliyoruz. Robota girmesi gerekiyor. Konuşma terapisiyse ayrı bir sorun. Yaptıramıyoruz. Çünkü İzmir’de sadece özelde var. İki sene önce, seansının 150 lira olduğunu söylemişlerdi. Altından kalkmamıza imkân yok.
Nasıl anlaşıyorsunuz aranızda?
-Kendi icat ettiğimiz işaretlerimiz var. Bir de soru cevap şeklinde anlaşıyoruz: “Şunu istiyor musun? İstemiyor musun?”
Sinirlendiği olmuyor mu?
-Yok. Sayhan sinirlenme işareti olarak sadece yumruk yapar.
“Bana mı yapıyorsun?” dediğimde de kendini gösterir. Konuşamamasına rağmen çok pozitif. Herkes diyor ki, “Senin sevginle böyle!” Kim bilir, belki de...
En sevdiğin varlık, ellerinin arasından kayıp gidiyor ve sen çaresizsin!
Onu kim buluyor?
-Yan binada genç bir öğretmen kadın. Yere düşme sesini duyuyor. Önce halı düştü sanıyor. Balkona çıkıp aşağıya baktığında yerde bir gencin yattığını görüyor. Yer dediğim de yol, bizim binalar asfalt yola bakıyor. Öğretmen kadın, “Bu çocuğa ya araba çarptı ya da biri yola attı!” diye düşünüp aşağı iniyor ve Sayhan’ı asfalttan kaldırıma çekiyor. Alelacele ambulans çağırıyorlar ve hastaneye götürüyorlar. Benim bütün bunlardan haberim yok. Polislere, “Hastaneye kimliği belirsiz bir çocuk getirildi” telefonu gelince, ben de onlarla birlikte hastaneye gidiyorum.
Ne dediler size?
-Önce pek bir bilgi vermediler. Sonra bir doktor çıktı, “Annesi kim?” dedi. “Benim” dedim, “İmza atsanız da atmasanız da oğlunuzu ameliyata alıyorum! Yoksa ölecek. Ağır bir beyin kanaması geçiriyor. Durumu çok kritik!” dedi. Öyle bir şok ki, anlatılır gibi değil. Hayatta en sevdiğin varlık ellerinin arasından kayıp gidiyor. Ve sen çaresizsin, bir şey yapamıyorsun. Tek yapabildiğin şey dua etmek.
Peki nasıl anlamışlar yüksek bir yerden düştüğünü?
-Ayakkabılarını çıkarıyorlar, birdenbire topuklarından kan fışkırıyor!
BÜTÜN HAYATINA MAL OLDU
Sayhan tam balkona çıkacakken, geri döndü ve ayakkabılarını giydi. “Oğlum” dedim, “Niye giyiyorsun ayakkabılarını?” “Yağmur yağıyor balkon ıslak!” dedi. Bence bilgisayarda yazışmışlardı. Ve o, balkona çıkıp yapabileceğini göstermek istedi. Bence niyeti kendini öldürmek değildi. O kıza ders vermek istedi. Çünkü yazışmalarda, “Yapamazsın, sen o kadar delikanlı mısın?” gibi tahrikler var. Bence, ona yapabileceğini göstermek istedi. “En fazla kolum ya da ayağım kırılır” gibi düşündü ama öyle olmadı, bütün hayatına mal oldu.
Kız arkadaşı birkaç ay sonra hastaneye geldi
Yaşadıklarının ne kadar farkında Sayhan?
-Farkında. Ama o olayı konuşmuyoruz. Beş yıl geçti, hâlâ kızdan söz edince yumruğunu havaya kaldırıyor, “Kızgınım” manasında. Beyin cerrahlarına sordum, “Durumu nedir? Ne kadar düzelir?” diye. “En az 4-5 yılı gözden çıkaracaksınız. Ama yüzde 80 iyileşir” dediler. Yüzde 20’lik kayıp yerine gelmeyecek.
Zihinsel kayıp hangi ölçüde?
-Tabii çocuklaştı. 20 yaşında bir genç gibi değil artık. Ama pratik zekâsı var. Her şeyi anında anlıyor. Herkese gülüyor, dokunuyor, Sayhan iyilik saçıyor. Bütün hastanenin sevgilisi. Şu an gördüğünüz hali yine de çok iyi. Olaydan sonra, bir yaşındaki bebek gibiydi. Tekerlemelerle yemek yediriyordum. Şırıngayla damla damla su içiriyordum. Daha yeni bardakla su içmeye başladı, 1.5 ay oldu.
Siz nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsunuz?
-Güçlü müyüm bilmiyorum ki. Bir süre önce ben de ağır bir depresyon geçirdim. Üzerime bir ölüm korkusu gelmişti, her şeyden korkuyordum. Yüzümü yıkamaya bile çekiniyordum, o kadarcık suda bile boğulmaktan korkuyordum. Hava kararınca paniğe kapılıyordum, karanlık beni yutacak zannediyordum. Ama çok şükür atlattım. Çünkü şunu fark ettim: Benim kendime acımaya, ah vah demeye ne hakkım ne zamanım var. Sayhan’ı yetiştirirken hedefim hep, “Gaye, tek başına bir erkek çocuk büyütüyor, mücadele ediyor, helal olsun. Okuttu, iş güç sahibi yaptı!” denmesiydi. Şimdi de hedefim, Sayhan iyileşsin, konuşsun, yürüsün, kendi hayatını kursun! Çünkü bir gün ben olmayacağım, ona kim bakar? En büyük endişem bu.
Ne zaman oğlunuzun gözlerinde, “Anne, iyi ki yanımdasın!” bakışını gördünüz?
-Sayhan beni annesi olarak tanıdı mı, tanımadı mı bilmiyorum. Belki de beni hep yanında gördüğü ya da ona hep “Oğlum” dediğim için annesi olduğumu anladı. Gerçi çocukluğunu hatırlıyor, İskenderun’a gittiğimizde okuduğu ilkokulu, teyzesinin evini filan gösteriyor. Ama düşmeden önceki yakın geçmişi hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor.
Kız arkadaşı hiç gelip ziyaret etti mi?
- Kızın annesi ve babası geldi. “O da çocuk, bu da çocuk; yapmayın, şikayet etmeyin!” dediler. Baba kızını çok savundu. “Benim kızım servisle evden okula gider, okuldan da eve. Annesinin gözü hep üstündedir, onun erkek arkadaşı filan olamaz!” dedi. Oysa, ne fotoğraflar ne videolar var Sayhan’la birlikte. Sonrasında arkadaşları, “Gaye Teyze, n’olur kız arkadaşı da gelsin, belki Sayhan bir tepki verir!” dediler. Çünkü aylarca parmağını bile oynatmadı. 3-4 ay sonra annesiyle geldi kız. Sayhan orada öylece yatıyordu. Kız, onu o halde görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, “Anne, n’olur beni buradan götür. Onu bu halde görmeye dayanamıyorum!” dedi. Bir daha da gelmedi.
Paylaş