Kanıtlanamayan bir cinayet öyküsü

Bazen acı, insanın karşısına böyle çıkıyor.

Bıçakla kesilebilecek yoğunlukta.

Ümraniye’deki o evde, Hasan Şenli’yi iki çocuğuyla birlikte görünce, anlatılması zor bir duyguya kapıldım.

Acımak değil. O durumda olmadığım için şükretmek değil.

Ne yapacağını bilemez bir halde boğazı düğümlenir ya insanın, öyle bir şey oldu işte.

İki çocuğundan küçüğünü alıp oradan kaçmak, kaçırmak istedim. Belki bir şansı olur, kurtulur diye./images/100/0x0/55eab10df018fbb8f8909423

Ama baba ve kızları arasındaki sevgi bağını görünce... Yok dedim, onları ayırmamak lazım. Bir yolunu bulacaklar ve var olacaklar. Bütün bir röportaj boyunca, Kübra ve Tuğba babalarının boyunlarından inmediler.

Sesi yorulduğunda, ağlayacak gibi olduğunda, koşup içeriden su getirdiler.

O sevgi olmasa dayanmaları imkansız.

Hem kızlar hem baba için.

Onları öyle gördükçe, yaşanan haksızlığa daha çok sinirleniyor insan.

Defalarca haber yapılmış, hatta manşet olmuş. Ama hálá tık yok.

Üstelik yardım dilenen biri de değil Hasan Şenli, onurlu biri. İş arıyor.

Bulursa çocuklarına daha iyi bakabilecek.

*

Ve bu...

Gerçekten kadınların başındaki bir bela. İster cehalet deyin, ister yoksulluk...

Ne derseniz deyin, gerçeği değiştirmiyor.

Kürtaj, hálá bu ülkede bir doğum kontrol yöntemi.

Hálá yılda onlarca kadın, kürtaj sırasında ihmalden ölüp gidiyor.

Röportajın içinde de okuyacağınız gibi, büyük hastanelerde çok fazla sorun yok.

Ama küçük mekanlarda, dispanserlerde filan...

Aman Allah’ım!

Birilerini ciddiye davet etmenin tam zamanı...

Ve birilerini cezalandırmanın...


Hasan Şenli.... Nasıl bir hikaye sizinki?
/images/100/0x0/55eab10ef018fbb8f8909425
- Ne diyeyim ki ben sana. Öyle pek romantik bir şey sayılmaz. Aşık olmadık ama sevdik. İnsan kaybettiği kadını, üç yıldır her gece rüyasında görür mü? Ben görüyorum, demek ki sevmişim karımı. 45 yıldır İstanbul’dayım ama aslen Tunceliliyim. Şoförlük yaptım, meyve, sebze, balık sattım, pek çok işte çalıştım, tanıştığımızda da bir konfeksiyon atölyesinde çalışıyordum. "Ben Nurcan" dedi, "Ben de Hasan" dedim...

Onu gördüğünüzde ne hissettiniz? Nasıl bir elektrik oldu aranızda?

- Başta herhangi bir şey olmadı. Kızı beğendim ama benden 10 yaş küçük. Bana niye baksın? Diye düşünürken, bir akşam kapım çaldı, baktım bu, ağlıyor. Babası dövmüş, evden atmış, gidecek yeri yok, "Müsaade edersen, bu geceyi burada geçirmek istiyorum" dedi.

Siz ne dediniz?

- Böyle bir durumda ne denir? "Geç otur" dedim.

Neden başkasına gitmemiş de size gelmiş?

- "Sana güvendim" dedi. Benim de çok hoşuma gitti. Benden yardım istiyor, koruyucu gibi görüyor. Oturduk konuştuk. Hiç yalan konuşmadı, küt diye anlattı. Başka biriyle başından bir şey geçmiş, sonra adam kaybolmuş. Baba durumu öğrenmiş, kızı kapının önüne koymuş. Ne yapacağını bilmez haldeydi. Ben de "Aramızda çok yaş farkı var ama kabul edersen sana yardım ederim" dedim.

O ne demek?

- Evlenme teklif ettim. Kabul etti. Annesinin de babasının da işine geldi. Yıldırım nikahla evlendik.

Peki niye yapıyorsunuz böyle bir iyiliği?

- 20 yaşında genç biri, temiz kalpli. E bir de güzel. Ben de yaşımı başımı almışım, artık çoluk çocuğa karışmak istiyorum. O konuyu hiç açmayacağıma dair ona söz dedim. Sözümde de durdum. Şu ana kadar kimseye anlatmışlığım yoktu.

Nurcan nasıl bir insandı?

- Herkese, her şeye inanırdı...

İsyankar biri değildi yani...

- Yok, yok tevekkül sahibiydi. Vur ensesine al ağzından lokmayı. Saf yani.

Daha önce başından bir şeyler geçti diye onu kıskanmadınız mı?

- O akşam kapıma geldi ya, ondan öncesi beni ilgilendirmiyor. Düşünmedim, düşünmek istemedim.

Peki nasıl hayalleri vardı?

- En büyük hayali polis olabilmekti. Bir iki yerde de çalıştı. Bağlarbaşı’nda bir yüzme havuzunda, bir de restoranda.

Kızdığı hiçbir şey yok muydu?

- Vardı olmaz mı? "Gezdirmiyorsun beni" derdi. Balıkçılık yaptığım için sabah erken iş başı yapıyordum, geç saatlere kadar çalışıyordum. İşe gitmezsem eğer, onu alır sahile inerdim, piknik mangal filan. Orayı görmemiş, isterdi, Sarayburnu’na çay içmeye giderdik. Esas olarak bir sorunumuz yoktu, anasından başka...

Nasıl yani?

- Annesi her şeye karışırdı. Onu doldururdu, akıllar fikirler verirdi ama yanlış akıllar fikirler. Parayı da severdi biraz. Bizim evden önce onlara uğrarsam, elim kolum da dolu olursa, beni bile severdi...

Hiç el kaldırdınız mı?

- 3-4 sefer ufak tefek şeyler oldu. Eve geliyorum, annesigile gitmiş, yemek yapmamış mesela. Vurdum. Ama pişman oldum sonra.

Geçim zorluğu var mıydı?

- Günde 60- 70 milyon kazanıyordum. Bize yetiyordu.

Çoluk çocuk?

- İki: Kübra ve Tuğba.

İki çocuktan sonra "Yeter!" mi dediniz?

- Dedik ama... Oldu. Oysa korunuyordu...

Ve karınız yine hamile kaldı. Üstelik ikizlere. Siz bu durumu nasıl karşıladınız?

- Bir gün işten eve geldiğimde, elleriyle gözlerimi kapattı, çocuk gibi neşeliydi, "Sana bir sürprizim var" dedi, "Hadi aç gözlerini..." Ultrason fotoğrafını gösterdi, ben anlamadım önce, "Bak bunlar bebeklerimiz" dedi. İkizlere hamileymiş...

Ne hissettiniz?

- Ağzımdan ilk, "Allah’ın dediği olur, hadi bahtımıza..." lafı çıktı. Ayrıca sevindim bana söyledi diye, çünkü daha önce benden habersiz iki kere kürtaj olmuş...

Ben delirmeyeyim de kim delirsin

O gün işe nasıl gittiniz?

- Her zamanki gibi. Bir anormallik yoktu. Onuncu ayın 6’sıydı. Gece Nurcan kustu. Ben de endişelendim, "Merak etme" dedi, "Normal. Bebeklerin saçı çıkıyor." Ben de rahatladım. Öptüm onu. "İstersen seni Zeynep Kamil’e götürsünler, bir baktır kendine, iş dönüşü ben seni alırım" dedim.

Bir tuhaflık var mıydı? Gün içinde normal olmayan ne oldu?

- İçimde müthiş bir sıkıntı vardı. O gün sürekli onu aramak istedim. Hep numarasını çevirdim. Ama kapalıydı telefonu. Annesine de ulaşamadım. Bir şey olacakmış gibi hissettim. Ama bu kadarını tahmin etmedim.

İşten döndünüz, eve geldiniz, ne ile karşılaştınız?

- Tam içeri girecekken, arkamdan "Enişte yetiş, Nurcan ölüyor" diye bir ses duydum. Kayınçomun hanımı Fatoş. Elimdeki paketleri fırlattım, birlikte taksiye bindik. Ben zannettim ki, evde rahatsızlandı, hastaneye götürdüler. Bir durak yukarıda, "Enişte sağda duralım" dedi Fatoş, bir dispansere girdik...

Ne gördünüz ve ne hissettiniz?

- Çok kötü oldum. Dört kişi karımı tutmuş, salona getiriyorlar. Mosmor vaziyette. Kafası geriye düşmüş. İçimden ilk geçen, "Kafası acır, dur düzelteyim" oldu. Başını tuttum, saçlarını okşadım, gözleri kapalıydı. Gözüm nikah yüzüğüne takıldı. "Nurcan?" dedim, sanki duyacak beni, gözlerini açacak "Efendim" diyecek. Demedi tabii. İnsanın aklının alabileceği bir şey değil, daha bu sabah capcanlıydı, nasıl olur ki, ölemez ki diye düşünüyor insan. Şoktaydım. Yanımdakiler de öyle...

Kim onlar?

- Annesi, benim kız kardeşim, bir arkadaşı... Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Ne olduğunu soramadım bile. "Ambulans çağırdınız mı?" dedim, "Evet" dediler. Bir de böyle gerilerde duran biri var, ürkek ürkek bizi izliyor. Karımın başına bu işleri açan adammış. Doktor demeye bile dilim varmıyor. O canavar herif, alıyor uyuşturmadan filan canlı canlı kürtaj ediyor. Hemşire yok, yardımcı yok, adam kadın doğumcu değil, kürtaj yapma izni yok, dispanserin ruhsatı bile yok...

Baştan anlatın şunu....

- Ben işe gittikten sonra annesi bunun aklına giriyor, "İki çocuğun var zaten, iki taneye daha nasıl bakacaksın" diyor. Bizim saf da inanıyor. Alelacele kürtaja karar veriyor. Önce Zeynep Kamil’e gidiyorlar, kös kös geri dönüyorlar. Muayene olmak lazımmış, kocanın izni lazımmış, aç karnına gelmek lazımmış. Bir yere daha soruyorlar, orası da olmuyor. Onun üzerine eve gelip çay içiyorlar. Annesinin ağzından "Yukarıda bir dispanser var, oraya da soralım" diye bir laf çıkıyor. Çıkmaz olası! Gidiyorlar, adam "İkiz- mikiz fark etmez 125 milyona yaparım" diyor. Ne hemşire var ne bir şey. Berbat bir yer. Pislik içinde. Araç gereç de yok. Ruhsatı bile yokmuş, kaçak çalışıyor. Zaten kadın doğum uzmanı değil, pratisyen doktor. Kürtaj yapmak için yetki belgesi gerekirmiş, bunda o da yok. Karımdan önce üç kişi varmış sırada, biri olmuş, öbürü içeri girdikten sonra, "Vazgeçtim" diye fırlamış. Ondan sonra da Nurcan’ı almış. O ikinci kadın kürtaj olsaydı, süre uzayacaktı, ben de yetişecektim, ölmesine izin vermeyecektim. Ama geldiğimde iş işten geçmişti. Adam anestezi yapmadan kürtaj yapmaya kalkmış, bizimki de fenalaşmış. Artık ne yaptıysa...

Ambulans yetiştiğinde...

- 25 dakikadır nefessiz yatıyordu. Ama insan, yine de "Yaşar mı?" diye bir umuda kapılıyor. Ambulans Numune’ye götürdü, kalbine bir şey yaptılar. Ih ıh. "Bizde ünite yok, burada tutamayız" dediler, Vatan Hastanesi’ne götürdük. Bir mucize bekledik. O arada bana bir doktor, "Tünelin ucu karanlık, kendini hazırlasan iyi olur" dedi. Nitekim mucize olmadı.

Para sorununuz yok muydu? Senet menet imzalatmadılar mı size?

- Geceliği 1 milyar 250 milyondu. Birinci günü ödedim. İkinci gün, biraz sıkıntı çektim, 400 milyon açık vardı, kayınpedere "Biraz eksiğim var, tamamlar mısın?" dedim. Önce "Tamam" dedi, sonuçta, benim karım ama, onun da kızı, ama sonra ağız değiştirdi, "Ben devlet memuruyum, beş kuruş ödeyemem" dedi. "Canın sağ olsun" dedim.

Nerede devlet memuru kayınpederiniz?

- Türk Telekom’da gece bekçisi. Biraz sıkıntıya düştüm ama kimseye belli etmedim, buldum o 400 milyonu. Üçüncü günü de verdik. Bir de senet imzaladım. Tabii 5 milyar hastaneye vermek, çok sarstı beni. Yine de bir umut diye her şeyi yaptım.

Sonra ne oldu?

- Dediler ki, "Artık geri dönüşü yok, organ bağışı yapar mısınız?" Önce olur mu öyle şey dedim ama sonra düşündüm, belki hayat verebilir birilerine. Geride kalanlar da onun ruhuna bir Fatiha okurlar, kabul ettim. Ve ne mutlu ki benim karım, 5 kişinin hayatını kurtardı. 6 kişiydi de, biri öldü. Karaciğeri iki kişiye, böbrekleri iki kişiye, göz korneası da bir kişiye verildi. Akciğer nakli de yapıldı ama o hasta yaşamadı. Organları alınmadan, iki doktor Ölüm Muayene ve Otopsi zaptı tuttu. Orada yazanlar arasında şöyle bir laf vardı: "Hastanın yapılacak organ alımında ölüm nedenini etkileyecek delilleri karartacak herhangi bir durumu yoktur. Organ alınmasında herhangi bir sakınca yoktur..." Biz de bağışladık organları. Yoksa ben tabii ki kürtajı yapan doktordan davacıyım, çünkü karımı öldürdü. Ama iki tane doktor bana "Bir sorun yoktur. Organ alımı, davanızı takip etmeniz için engel teşkil etmez" deyince, karımın organlarını bağışladım. Tam 5 kişinin hayatı kurtuldu. Ama sonra ne oldu? Adli Tıp’tan eşeliye eşeliye şöyle bir cevap aldık: "Tamam doktorun yetkisiz müdahalesi söz konusudur, gerekli alet edevat ve uzman eksiktir, ama akciğer nakledildiği için mikroskopik ve makroskopik incelemesi yapılamadığından kanıt bulunamıyor." Ben delirmeyeyim de kim delirsin? Orada karımın organlarını bağışladık, 5 kişinin hayatını kurtardık ama aynı zamanda karımı öldüren doktoru da kurtarmış olduk. Şimdi temyize gideceğiz...

Doktordan haber var mı?

- Sarıgazi’de bir yerde yeni bir dispanser açmış. Kim bilir kimlere ne zarar veriyordur...

AVUKAT ALİ ANIL AÇIKBAŞ

İşyeri ruhsatsız doktor yetkisiz

Bizim davamız ruhsatsız bir silahla birini öldürdükten sonra, organ bağışı yüzünden ölüm sebebinin kanıtlanamaması dolayısıyla, adamın beraat etmesine benziyor. Ruhsatsız bir işyerinde, yetkisiz bir doktor kürtaj yapıyor, ölüme sebebiyet veriyor. Ortada, nakledildiği için organ bulunmadığından kanıt yok oluyor. O doktor da elini kolunu sallayarak serbest dolaşıyor. Dava temyize gittiği için daha fazlasını söyleyecek durumda değilim.
Yazarın Tüm Yazıları