Diyetisyenler alınmışNeden? Çünkü Muzaffer Kuşhan’dan söz ederken "Kendisine diyetisyen denilmesine gıcık oluyor, çünkü o bir doktor" demişim. Affedersiniz ama bunda ne var? Adam tıp okumuş. Doktor denmesini istiyor. Ben de muhabirim mesela, bana editör denmesini istemem. Şimdi ben editörlüğü küçümsemiş mi oluyorum? Şöyle mailler gelmesine asıl ben sinir oluyorum haberiniz olsun, olduğu gibi yayınlıyorum.
"Bugün Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazınızda, diyetisyenlik mesleği için kullanmış olduğunuz üslubun bizi çok rahatsız ettiğini belirtmek isterim. Başka bir mesleği överken, diğerini küçümseyemezsiniz. Bizim mesleğimiz üzerinden şöhret sahibi olmuş ve bunu şimdi paraya çevirirken bundan utanmaya başlamış şahısların olması şaşırtıcı değil, acı bir gerçektir. Sizin de bir gazeteci olarak bu durumu doğru değerlendirip bu şekilde yayımlamamanız gerekirdi. Tüm diyetisyen camiasından özür dilemelisiniz.
Dyt. H. Seven AKTAŞKüçük hikayelerTamam bu kampta kimse sevişemiyor, dedik ama Polonezköy burası, aşıkların, gizli aşıkların uğrak yeri. Meğer bir sürü aşk yapılacak hotel- motel- pansiyon varmış, işi burada pişiremiyorsan, dışarıda pişiriyorsun yani. Parola da "Kolay gelsin!" Herkes birbirine anlamlı bir şekilde "Kolay gelsin" diyor. Ve buradaki bekçiler her şeyi bilen adamlar. Onlar ağızlarını açmasınlar diye dua etmek gerekiyor.
Komplekssiz bu kadar şişmanı ilk defa bir arada gördüm. Alya, Ayşegül’e mesela "Neden senin popon bu kadar büyük?" diyor. O da "Büyüdü işte. Sen seninkini o kadar büyütme olur mu?" diye yanıt veriyor. Alya eskiden herkese yaş sorardı, burada kilo soruyor. "109" cevabı alınca şaşırıyor, "Anne 109 apartman kadar büyük mü?" diyor.
Mayıs buranın en güzel ayıymış. Geleceksen mayısta gelmeliymişsin. Yazın daha çok gençler varmış, karda marda da güzel oluyormuş ama en şahanesi mayısmış. Ne sıcak ne soğuk, her tarafta rengarenk çiçekler patlıyormuş, bin bir türlü mis gibi koku havada. Bir de itiraf etmem gerekir ki, baştan çıkarıcı kokulardan biri de pirzola kokusu. Kendin pişir kendin ye’cilerin cenneti burası.
Alya’yı dün hayvanat bahçesine götürdüm, biraz kel ama yine de hayvanlar mutlu görünüyor, kafalarına göre
takılıyorlar. Bugün de at bineceği bir yer var, oraya gideceğiz inşallah.
Yedikleriyle doymayanların en sık başvurduğu numaralardan biri şu: Yemeğe eşofman üstü ile geliyorlar, masaya oturuyorlar. Garsonun önüne koyduğu yemeği afiyetle bir güzel yiyorlar, sonra gidip uzuuuuuuuun masanın diğer ucuna oturuyorlar ve eşofman üstlerini çıkarıyorlar, tişörtle kalıyorlar. Başka biriymiş gibi yeniden bir tabak yiyorlar.
Geçen gün kameralara bakarken Kont Kuşhan bir tuhaflık fark ediyor, insanlar tek tek kalkıp dışarı çıkıyorlar, bir arabanın arkasına gidiyorlar, bir süre duruyorlar ve sonra geri geliyorlar. Allah Allah diyor ve o da gidiyor, bir de ne görsün! Bir tepsi su böreği...
Kışın iş adamları kısa program için geliyormuş. Cuma-pazar. İşe de yarıyormuş, kilo da veriyorlarmış.
"YE YEEE YEEEE" DEMEYİNBerivan. 31 yaşında Diyarbakırlı bir Kürt güzeli. 83 kilo ile geliyor, 45 günde 68’e iniyor. Çok neşeli bir anaokulu öğretmeni. Annelere, anneannelere seslenmek istiyor: "Ye, ye, yeeee demeyin, 0-8 yaş arası çok önemli, yağ hücrelerinin sayısı ve büyüklüğü o yaşlarda şekilleniyor. Yapmayın, etmeyin..."
ÖZGÜVENİMİ KAZANDIMDuygu Sarı. 17 yaşında. 50 günde 22 kilo vermiş. "En önemlisi burada özgüvenimi kazandım" diyor.
20 VERDİM AMA YENİDEN ALDIM
Berkehan Öztüre. 15 yaşında. "Ben daha önce 20 kilo verdim ama sınav stresi yüzünden hepsini aldım. Şimdi tekrar veriyorum. 24 günde 14 kilo verdim. İnşallah bu sefer almayacağım..." diyor.
Madam Rosa’nın kilolarının sebebiMadam Rosa. Uzuuuuun yemek masasının en en başında oturuyor. Bir kıdem tasladığı yok. Onun duruşu öyle. Hükümet gibi kadın. İnsanda ceketini ilikleme duygusu uyandırıyor. Hiç kıvırtmadan lafa giriyor, "Ben Museviyim, ikinci eşim Müslüman’dı. Benden de gençti. İş arkadaşımdı, ’Senin yanında kendimi çok iyi hissediyorum, seninle evlenmek istiyorum’ diye tutturdu. Kızımın babası ilk eşimi de kaybetmiştim ben, ’Bak iyi düşün’ dedim, ’Aramızdaki yaş farkı sonra seni rahatsız etmesin.’ O zamanlar böyle değilim tabii, 40 kilo daha azdım, güzel olduğumu da söylerlerdi. Evlendik, o yaş farkı hiçbir zaman sorun olmadı, şahane bir 30 yıl geçirdik birlikte, dünyanın her yerine seyahat ettik. Ama işte sevgili eşim birden kanser oldu, 4 yıl içinde beni bırakıp gidiverdi. Onun yokluğuna alışabilirim zannettim, palavra! Nasıl bir boşluğa düştüm anlatamam, yapayalnız kaldım, sadece aşkımı, eşimi değil hayat arkadaşımı, neşemi, varlık sebebimi de kaybetmiştim. Bunalıma girdim, bir yılda 30 küsur kilo aldım. Buradayım şimdi. Seviyorum burayı. Kuşhan’ın da gençliğini bilirim. ’Alo doktor’ derdik biz ona, bizim cemaat sever onu. Net adamdır, neyse ne, hiç kıvırtmaz. Yeni yıla da burada girmeyi düşünüyorum. Yemekler iyi oluyor, ortam iyi, kışın tabii bizim yaşımızdakiler de var, şimdi genç obez dolu burası. Ama bak bir tane bile müadili çıkamadı buranın, açıyorlar, kapatıyorlar..."
Sucu AlyaAlya uyumlu bir çocuk.
Bir gazeteci anne ile bile ahenk için yaşayabiliyor.
Bu duruma da ben bayılıyorum.
Böylece onunla her şeyi yapabiliyorum.
Üstelik o da mutlu oluyor.
Ekip olarak orman yürüyüşüne mi çıkıyoruz? Alya en ciddi haliyle 22 yaşındaki en yakın arkadaşı Ayşegül’le ambulansa biniyor, mola verilen bir yer var, bizden önce orada oluyorlar ve işte orada Alya herkese su dağıtıyor.
Kendisini yürüyüş ekibinin sucusu gibi hissediyor.
Bir işe yarıyor olmanın keyfini sürüyor.
Akşamları da "Anne ben sucu oldum bugün değil mi?" diyor.
Bazen de orman yürüyüşüne bizimle geliyor.
O işte çok sık kalkışmak istemeyeceğim bir şey!
Dile kolay 7 kilometre.
Bir ara tepemde taşıdım, boynum kopuyordu, sonra yolculuğa puset içinde devam ettik. Fakat toprak yolda kolaysa yokuş yukarı it. Neyse ki sağ olsun yardım edenlerimiz oldu, Emin Bey gibi. Alya size anlatamayacağım kadar soru soruyor artık.
Şöyle ki, "Yokuş ne?"
İşte bu.
Yokuş aşağı ne?
Yokuş yukarı?
118 bin 722 kere insan aynı şeyi sorar mı? Sorar çünkü her şeyi sorgulama çağına geldi. Konu değişsin diye ormandaki "Burada geyik var" tabelasını görünce "Bak bu ormanda yaşıyorlar!" diyorum. Aman Allah’ım keşke dememiş olsaydım? Neden burada yaşıyorlar? Orman çocuğu Moglie’yi tanıyorlar mı? Tarzan da mı buradan çıktı? Geyiklerin anneleri babaları oluyor mu? Onlar da yaşlanıyor mu? Başka hayvanlar da var mı? Neden fil yok? Hayvanları niye görmüyoruz şimdi?
Bu soruların hepsine makul cevaplar vermeye çalışıyorum. Fakat onları niye görmüyoruz sorusuna, "İnsanlardan korktukları için saklanıyorlar..." deyince yeniden hata yaptığımı anlıyorum. Sorularından kurtulayım derken, yeni soru yumaklarına muhatap oluyorum. Neden saklanıyorlar? Neden saklanıyorlar? En sonunda "Çünkü saklambaç oynuyorlar, hani biz seninle oynuyoruz ya!" demeyi akıl ediyorum.
"Hadi kampa dönüp saklambaç oynayalım" diyor.
İyi de ne yiyoruz?Merak edersiniz siz şimdi. İyi ama ne yiyorlar diye. Dün sabah kahvaltıda ince bir dilim kavun, 4 cüce domates, 4 salatalık dilimi, yarım katı yumurta, fosforlu kalem büyüklüğünde ince uzun bir peynir ve pabuç gibi bir dilim kepek ekmeği vardı. Yanında çay. Tuz yok. Karabiber, kekik, nane serbest, bir de maydanoz var masalarda.
Öğlen ton balıklı salata. Büyükçe bir tabak. Ekmek yok. Zeytinyağı yok. Sadece limon.
Öğleden sonra 4 gibi meyve. Bir dilim karpuz.
Akşam yemeği. Kırmızı biberli kepekli makarna. Ve salata. Yine zeytinyağı yok, sadece limon.
Yatmadan önce Kuşhan’ın drinki. Kendi icadı. Çocukların içtiği Nesquick gibi çok tatlı bir şey. Ve beze. İkisi de beni açmadı.