Cemal Gürsel’in torunu. AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun gelini. Kendisi gibi mimar olan Murat Tabanlıoğlu’nun eşi, Mina Gürsel’in annesi ve dünyanın en matrak kadını! Sonsuza kadar konuşuyor ve şahane şeyler anlatıyor. Keyifli, komik ve zeki. Kesinlikle arkadaş olmak isteyeceğiniz biri. Tek kusuru, hakimiyet hastalığının olması, "control
freak" yani. Belki de bu yüzden bu kadar başarılı. Avrupa’daki 40 yaş altı en iyi 40 mimardan biri seçildi. İstanbul Modern, Levent Loft, Doğan Medya Center hep onun imzasını taşıyor. Zaten bu üç mekanla da Cityscape ödülüne layık görüldü.
Ama ben en çok oturduğu eve bayıldım, Teşvikiye Camii’nin karşısında yüksek tavanlı eski Nişantaşı dairelerinden biri. Duvar kağıtları 70 senelik, kartonpiyerler tavanda o eski haliyle duruyor ama ev inanılmaz modern. Bayıldım. İşte ne dediğini bilen, ilginç şeyler anlatan farklı bir mimar...
Çocukluğunuz nerede geçti?- Babannemde.
Hoppala. Ben "İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da" diye bir cevap bekliyordum. Ne iş babaanne?- Öyle işte. Ben ilk torunum. Babaannem de bir kız çocuğuna hasretmiş. Vermişler beni.
Babaanne 4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in eşi Melahat Hanım değil mi? - Evet. Dünyanın en şahsiyetli kadını. Onunla birlikte İzmir’de yaşadım, annemi, babamı ve 11 ay küçük kardeşim Özdem’i tatillerde görüyordum.
İnsan şunu kafasında nasıl rasyonalize ediyor: "Neden kız kardeşim annemle babamla yaşıyor da ben yaşamıyorum?" - O zamanlar böyle şeyler düşünmüyorsun.
Peki anneye kırgınlık filan: "Beni nasıl verebildin?"- Hayır. Benim iki evim vardı, bunu kabul ettim, sorgulamadım. Annemin ne kadar çok acı çekmiş olabileceğini de, ben kendi kızımı doğurduktan sonra anladım. Babaanne müthiş otoriter bir kadın ve bana aşık. Denizbostanlısı’nda iki katlı bahçeli bir evde yaşıyoruz. Kapıda iki asker bekliyor, sırf ben taze balık yiyebileyim diye evdeki personel 70 km Aliağa’ya gidiyor, balık alıyor ve geri geliyor.
Onunla yaşamak, size neler kazandırdı?-Tarifi olmayan bir hayat bilgisi. Her şeyi kuralına göre yapmasını öğrendim, nasıl giyinilmesi, nasıl davranılması gerektiğini, hem yakın hem mesafeli nasıl olunabileceğini.
Sonra?-Sonra vefat etti. Odasında doktorlar vardı, artık çok halsizdi, gitti gidecek, ısrarla ölmemek için direnmesinin sebebi de benim, göz göze geldik, o bakışmamızı hiç unutmuyorum, bir tür vedalaşmaydı, "Artık gidiyorum evladım" der gibi son bir defa baktı bana, ben de gözlerimle "Merak etme babaanne, seni hiç unutmayacağım" dedim. Gerçekten de, bir şekilde hep yanımdadır. Hayatımın bir dönemi o gün kapandı.
Sonraki dönem?
- Silivri günleri ve gelincik tarlaları... Bizim evimizin arkasında gelincik tarlası vardı. Önü de denizdi zaten. Babam çok ciddi bir bağırsak ameliyatı geçirdiği için havası iyi bir yerde yaşaması söyleniyor, o da bu evi yapıyor. Hatta o dönem, haberler çıkıyor "Cumhurbaşkanı’nın oğlu 8 ayda ev yaptı" diye. Babam sadece haftada üç gün İstanbul’a inerdi, vaktini daha çok ailesine ayıran bir adamdı. Ben ise tam tersine, kafasını işe takık bir kadın oldum çıktım...
İleride şunu olacağım, bunu olacağım... Herhangi bir ideal...- Yok tek hatırladığım, hep bir şeyleri kurtarma arzusu vardı bende. En büyük hayalim de yaşlılar yurdu yapmaktı. Ama tabii gelincik tarlalarındaki bu Dolce Vita hayatımızla, bir yerleri filan kazanabilme ihtimalimiz yoktu. O yüzden babam önlem aldı. Dönemin en gözde hocasının haftada bir günü kapatıldı, bize gelmesi sağlandı. Adam 70 km yol yapıyordu ve o gün evde çörekler, börekler pişiyordu. Yeter ki hoca iyi ağırlansın! Çünkü bunun yazı var kışı var, ya kaçarsa? Kaçmadı hoca, işe de yaradı: Galatasaray’ı kazandım. Göbek bağımı kendim kesmeyi, ben orada öğrendim.
Peki mimarlık nereden çıktı?- Bence babamın etkisi var. Çok zarif bir adamdı ve hep güzel evlerde yaşadık biz. Daha doğrusu, metreküpü olan evlerde. Günümüzde metrekare konuşuluyor, "400 metrekare ev" deniyor mesela. İyi de bunun tavanı kaç metre? 2.60 olunca başka, 7 metre olunca başka. Bu tür şeyleri babamdan öğrendim ben. Bir de herkes o yıllarda evini klasik döşerdi, babam modern ve sakin evleri tercih ederdi. Kadınları da sade severdi. Süs sevmezdi. Bir ara 15- 16 yaşlarında bende bir takma hastalığı başladı. Kulaklarımda küpeler, üzerimde zincirler, bileğimde bir şeyler, fincancı katırı gibiyim, bir gün babam hiç unutmuyorum, "Yanında gezmekten utanıyorum. Lütfen sadeleşir misin?" dedi. Estetik duygusu gelişmiş bir adamdı, terbiyeli bir gözü vardı. Ve inşaat çok severdi. Bizim evde sürekli bir şey kırılır, dökülür, yapılır. Silivri’deki evi kışlalardan esinlenerek yapmış... Teknik Üniversite Mimarlığı kazandığımda babam çok sevindi.
Siz?
-Ben yaptıkça sevdim. Sonra master için Barcelona’ya gittim. İşte orada, dünyanın en güzel mesleklerinden birinin mimarlık olduğu kafama dank etti. Tekrar Türkiye’ye döndüğümde eski bürom bana iş teklif etti. Milliyet Gazetesi’ni Tabanlıoğlu yapmıştı, biz de içini yapacağız, barını vesaire. İşte o zaman, sonradan kocam olan adamla tanıştım ve birlikte çalışmaya başladık.
O zamandan beri de birlikte çalışıyorsunuz...- Evet.
İnsanın eşiyle birlikte çalışması şans mı, şansızlık mı?- Başkalarını bilemem ama benim için büyük şanstı. Murat’ın babası Hayati Tabanlıoğlu vefat etmişti ama sonuçta 40 senelik bir isim vardı. Murat’ın da benden 10 yıl fazla tecrübesi. Tüm bunlar hayatımda bir sürü şeyi hızlandırdı.
Siz karı koca yatakta uykuya dalmadan, "O binadaki o sorunu nasıl çözeceğiz ya bu binadaki" filan diye mi konuşuyorsunuz?- Aynen öyle.
Didişmeler filan olmuyor mu?- Olmaz mı? Oluyor. İş için çok iyi, özel hayat için kötü. Sorun işte bitmiyor, eve de taşınıyor. Şöyle bir çözüm bulduk, onun ilgilendiği projeler farklı, benimkiler farklı. Birbirimize fikir veriyoruz ama işlerimize burnumuzu sokmuyoruz.
Ayrıca bir süre önce Avrupa’daki 40 yaş altındaki en iyi 40 mimardan biri seçildiniz ve Dubai’de Cityscape ödülünü aldınız...-Evet. Cityscape’e üç projeyle başvurmak zorundasın. Biz yarışmaya İstanbul Modern, Doğan Medya Center Ankara ve Levent Loft’la katıldık. Hem projelerinize hem de bugüne kadar yaptıklarınıza bakıyorlar. 350 proje arasında büyük ödüle layık görülen de bizimkiler oldu. Benim için mimar, ortaya bir yenilik koyandır. Benim de kendime çizdiğim misyon her gün yeni bir şey yaratmak, ortaya koymak. Levent Loft’ta mesela yeni bir yaşam biçimi yarattığımıza inanıyorum. Küçük metrekarelerle satın alıp, maksimum lüks elde etmek, amaç bu. Minimal koridor, birbirine geçişli mekanlar. Mutfağında da iyi ekipman var. Yatak odan çok büyük değil, ama duşun büyük. Zaten bence mimarlıkta mekanları tekrar yorumlamak lazım. Nerelerde ne kadar zaman harcıyorsun, ona bakmak lazım.
ŞEHİRLERİN HAFIZALARI VARYapmayı hayal ettiğiniz şeyler...- Olimpiyat şehri kurmak istiyorum. Bir de Türkiye’yle ilgili şeyler yapmak. Şehirler çok kötü vaziyette. Bir eski fotoğraflara bakın, bir de şehirlerin şimdiki hallerine. Ben bu anlamda eskinin korunması taraftarıyım, yeninin de eklenmesi. Bütün bu katmanları şehirlerde görmek gerekiyor. AKM de o yüzden önemli. Sırf bina olarak değerlendirmeyin yani. Şehrin bir hafızası var, onun yok olmaması lazım. Beyazıt Kütüphanesi’nin renovasyonunu yapıyoruz, orada Beyazıt Kahvesi varmış, oranın canlandırılması lazım mesela. İnsanların hikayelerden okudukları şeyleri yerinde bulabilmeleri lazım. Böyle yerlerin üzerinden otoban geçmemeli. Samsun’da mesela bir proje yapıyoruz, Belediye Başkanlığı binasında eski Samsun’un fotoğrafları var, çok güzel, sonra şehri gezdirmeye başladılar, aman Allah’ım ilk 5 dakika ne gördüysem geri kalan yarım saatte de onu gördüm, birbirinin aynısı blokları yan yana dikmişler. Çok fena.
Türkiye’yi geziyorsunuz yani...- Tabii tabii. Diyarbakır’a gittim mesela İstanbul Modern’in bir şubesi açılacaktı. Diyarbakır’da Aya İrini gibi bir sürü mekan var, ama gel gör ki koruyan yok, mesela "Burası havalanmıyor" demiş bir vali, kalenin içindeki eski bir yapıda dinamit patlatmış. Tonla böyle öykü var, ben bu açılardan Türkiye’nin kötü kullanıldığını düşünüyorum. Bir ülke bu kadar harap edilir. Kıyılara bakıyorsun aynı şekilde. Elimde bunları düzletebilecek bir güç olsun isterim. Mimarlığın sosyal yönü de beni çok alakadar ediyor.
KANYON’DA İNSANIN ETEĞİ UÇUYORMUŞ NİŞANTAŞI’NDA UÇMUYOR MUKanyon eleştiriliyor, iklim şartları göz ardı edilmiş diye... - Biliyorum, biliyorum. Birinin eteği uçuyormuş, diğerinin şapkası. Ben de şunu merak ediyorum, o insanlar Nişantaşı’nda eteğim uçtu diye dertleniyor mu? Bir yerin nasıl yorumlandığının fevkalade önemi var. Kanyon, Büyükdere Caddesi’nde, bir meydanla içine girilen, kafelerin ve dükkanların olduğu, koridorların altında kafan açıkta değilken gezebildiğin, yarı korunaklı alanların oluşturulduğu açık bir mekan aslında.
AKM BİR DÖNEMİN KÜLTÜREL KATMANI, O YÜZDEN YIKILMAMALIBir ara AKM’nin yıkılması gündeme geldi- Evet biz de tabii yıkılmaması için çok uğraş verdik.
AKM bana Doğu Bloku ülkelerindeki binaları hatırlatıyor...- Öyle mi? Ben bayılıyorum.
Niye, kayınpederiniz yaptığı için mi?- Yoo hayır, AKM bir dönemin kültürel bir katmanı olduğu için. Hayati Tabanlıoğlu’nu sadece beş dakika gördüm ben. O zaman Murat’la flört bile etmiyorduk, "Kaçırma bu kızı!" demiş. Ben öyle dışarıdan bakıp da kaçırılmayacak bir tip de değilim. Bir insanı görür görmez seversin ya, benimki de o hesap, ayrıca duruşu ve yaptıklarıyla çok hoşuma giden biri, ne zaman ondan söz edilse gözlerim filan dolar.