Paylaş
Ertuğrul Özkök, Destek Yayınları’ndan çıkan ‘KIRK7’ adlı kitabında 40 yaş kadınlarını anlatıyor.
Bir gazeteci şüphesiyle okudum yazdıklarını, açık yakalamak için, “Güzel ama şurası olmamış” demek için... Biz gazeteciler böyleyiz, biraz hain ve kıskanç… Ama gerçekten çok beğendim.
Kim bilir, belki de mutlu bir 40’lı yaş kadını olduğum için, yazdıklarını ilgiyle okudum. Kadınlara büyük bir hizmet yaptığını düşünüyorum.
Ama tabii, onu sevmeyenler yine kafadan reddedecektir.
Gerçi onlar, Özkök ne
yapsa reddedecektir.
Neyse konumuza dönelim, kitabın bir sürü yerinde satırların altlarını çizdim ve koşarak Antalya’ya gittim. Hürriyet’in bölge toplantısı vardı, Ertuğrul Özkök’le kitabı üzerine sahnede röportajı yaptım.
Bir röportajcı için en güzel şey, karşınızda ‘cesur bir konuk’ olması, Özkök öyle.
Anlatamayacağı şey yok, veremeyeceği cevap da… Bence onun söylediklerini söyleyebilecek erkekler de yok. Tabii ki sığmadı röportajın tamamı buraya, salı günü devam edecek…
43 yaşında bir kadın olarak, size teşekkür ediyorum. Hepimizin ‘hayat alanı’nı genişlettiniz. 40’lı yaşların, kadının en güzel yaşı olduğunu söylüyorsunuz. 40 yaş kadınına ‘hayatını yaşamayı’ tavsiye ediyorsunuz. “Erkeğine zevk vermenin tam zamanıdır. Hele doğru erkeği bulduysanız, o sizi uçurmadan siz onu uçurun” diyorsunuz. Oysa, eskiden kadınlar 40’a yaklaştıkça ölmeye hazırlanırlardı! Ama artık, hayatlarının en güzel yıllarını yaşıyorlar. Peki bu kitap nedir? Bir tespit mi? Kadınlara hizmet mi?
- Kızım, geçen yıl 40’ına girdi. Çevremdeki tanıdığım, bildiğim kadınlardan birçoğu da. Sen de onlardan birisin. Evet, eskiden 40’lar, kadınlar için kâbus yıllarıydı. Üstelik bu kâbus, 35’lerinde başlardı. Kadınlar, “Eyvah 40 geliyor!” derdi. Oysa, artık farklı bir gerçeklik var. Kadınlar, hayatlarının en güzel yıllarına giriyorlar. Tespit diyebilirsin, gözlemlerim de diyebilirsin.
EY UKÂLA ERKEKLER!
İyi de nereden esti?
- ‘Debra Winger’ı Aramak’ diye bir belgesel izliyordum. Debra Winger, 80’li yılların Amerikan sinemasının en önemli yıldızlarından biriydi. Fakat 40’lı yaşlarına gelince, birdenbire ortadan kayboldu. Bunun üzerine Amerikan sinemasının çok tanınmış aktrisleri bir araya gelerek “40 yaşına gelince meslek hayatımız bitiyor mu?” diye bir belgesel yaptılar. Emmanuelle Beart, Melanie Griffith, Meg Ryan, Gwyneth Paltrow gibi isimler konuştu belgeselde. Ve o belgesel, Hollywood tarihini ve yapımcıların kadına bakışını değiştirdi. Bugün 40’lı yaşlarındaki kadınlar artık Oscar alıyorlar. Ve yardımcı kadın rolleriyle değil, başrolle…
Kitapta bir yerde “Ey ukala erkekler” diyerek erkeklere sesleniyorsunuz…
- Evet. Diyorum ki “Sevgilisi ya da karısı 40’lı yaşlarda olup da gözünü 20’liklere, 30’luklara dikmişler onlar, size sesleniyorum. Size kötü bir haberim var. 40 yaş kadını, sizden önce kendini keşfetti. Onların 40’lı yaşlarını ıskalarsanız, en büyük darbeyi, kaybettiğiniz o kadınlardan yiyeceksiniz!”
Erkekleri uyarmak mı istiyorsunuz?
- Evet. Iskalamasınlar birlikte oldukları kadınların 40’lı yaşlarını...
Peki eşinizin 40’lı yaşlarını siz ıskalamadınız mı?
- Şimdi düşünüyorum da ıskalamışım, bunu da yazdım…
Ne zaman anladınız bunu?
- Como’da 60’ıncı yaşımı kutlarken. Uyanmış, kahvemi içiyordum, güzel bir müzik çalıyordu. Karım da yataktaydı. Tansu’ya baktım, çok güzeldi, birden, “Acaba ben onun 40’lı yaşlarını nasıl yaşadım?” diye düşündüm. Fark ettim ki, hatırlamıyorum bile…
Özür dilediniz mi ondan?
- Faydası yok ki! Artık bunun acısını çıkarmaya çalışıyorum, karımı; tabii ki hak ettiği için de öve öve bitiremiyorum. Ama aslında hem ondan hem kendimden özür dilemem lazım. Karımın en güzel yıllarını ıskalamışım. Başkaları yapmasın.
Kitapta, Juliette Binoche, 40’lı yaşların, “Bir çölü baştan başa geçmek gibi olduğunu, insanın kendisini yargılamaktan vazgeçtiğini ve suçluluk duygusundan kurtulduğunu” anlatıyor. Bu neden önemli sizce?
- Psychologies dergisinde psikanalist Alain Heril’in bir araştırmasını okudum. 38-47 arasının kadınlar için ‘cinsel haz ve şehvet’ dönemi olduğunu söylüyor. Annelik görevlerini yerine getirme duygusu, yerini özgürleşmiş bir alana bırakıyormuş. ‘Arzu’ tekrar gündeme geliyormuş. Cinsel haz ve şehvet sorgulanmaya başlanıyormuş. E bunları yapabilmek için de kadının kendini yargılamaktan vazgeçmesi ve suçluluk duygusundan kurtulması gerekiyor.
İnsan, kitabı okuyunca bitmek tükenmek bilmez bir ‘sorgulama’ içinde olduğunuzu görebiliyor. Sonsuza kadar soru soruyorsunuz. Yormuyor mu bu sizi?
- Yormuyor.
Niye bitmiyor sizin bu sorgulamanız?
- Senden öğrendim Ayşe. Benimle çalışmaya başladığında 23’tün galiba. Gazetecilerin sormaya utandığı soruları soruyordun. Ve çocukça soruyordun. Hâlâ öyle soruyorsun. Sonradan öğrendim ki, gazetecilikte en büyük haberler, o çocukça sorulardan çıkıyor. Kendime sorduğum soruları da yazıyorum artık ben. Sedat Ergin diyor ki, “Sen kendini hiç korumuyorsun!” Yazı yazarken insanın kendini koruması ne demektir bilmiyorum. Allah bana o duyguyu vermemiş. Konuşurken de vermemiş. Seda Sayan’ın programında, “Hayatım boyunca, karımı çıplakken seyrettim” dedim. Benim için bundan daha masum, daha güzel bir itiraf yok. Ama bir sonraki gün, baktım, adamın biri çıkmış televizyon kanalının birinde, bana dümdüz gidiyor. Dedim ki kendi kendime, “Ben ne demek istediğimi bu adama anlatamam. Anlamaz!”
Sizde bir nihilizm de seziyorum. Her şey umurunuzda ama aynı zamanda hiçbir şey umurunuzda değil sanki. Çıkamayacağınız televizyon programı yok, anlatamayacağınız hiçbir şey yok, korkunuz yok. İnsan bu noktaya hangi evrelerden sonra geliyor?
- O zaman itiraf saati... Çocukluğumdan beri ilgi çekmeyi seviyorum. En çocukça duygulardan biridir. Ben küçüklükten itibaren kendimi severek ve bir şeyin merkezinde olma duygusuyla yetiştim. İşimi yaparken tabii ki dikkati çekmek ve farklı olmak istiyorum. 3 bin tane köşe yazarı var ve bakıyorum yüzde 80’i birbirinin kopyası gibi. Başbakan, ‘milli içki’ diyor, hepsi ayran yazıyor. Ben farklılaşmak istiyorum.
“Bana yakışmaz” dediğiniz bir şey yok mu peki?
- Ben popüler kültüre önem vererek büyüdüm. 1990’larda Tarkan’ları, Burak Kut’ları ilk ben yazmaya başladım. O zaman da “Bir genel yayın yönetmeni Tarkan yazar mı?” diyorlardı. 2 milyon kaset satan adamı yazmayacaksam, neyi yazacağım? Dört kişinin dinlediği siyasetçiyi mi? Adam 1.5 reyting yapıyor, Tarkan 10... Sosyolog olarak bu adamla ilgilenmeyeceğim de, aptal bir siyasetçiyle mi ilgileneceğim? O yüzden kimse kusura bakmasın, popüler kültür yazmaya devam edeceğim.
Psychologies dergisi, kadınların hayatını altı döneme ayırıyor. Demin söylediniz 38-47 yaş ‘cinsel haz ve şehvet’in tavan yaptığı dönem. Sonra ‘sorgulama dönemi’ geliyor. “Eşim, evliliğim, ben neredeyim, kimim?” Sonra ‘kasırga ve büyük kargaşa’ başlıyor. Regl kayboluyor ve libido düşüyor. Ama paniğe kapılacak bir şey yok, istisnalar kaideyi bozmuyor. Jane Fonda örneğinde olduğu gibi 75 yaşında bazı kadınlar da hâlâ seviştiğini söylüyor. Bu mekanizma erkeklerde nasıl işliyor?
- 40’lı yaşlar kadında, 50’liler erkekte birtakım ciddi değişimlerin yaşandığı yıllar. Kadında doğurganlık oranı, erkekte de sperm sayısı düşüyor. Erkeğin durumu daha travmatik aslında. Çünkü kadın, yumurtasını görmüyor ama erkek sperminin azaldığını görüyor. Sanma ki erkekler hayatında daha az travmalar yaşıyor. 50 yaşına gelmiş bir erkeğin 20 yaşlarında bir kadınla dolaşmasını trajik buluyorum. Birtakım ilaçlar çıktı ama yine de trajik.
Yaş aldıkça, gövdeye iyi bakarsan işler yolunda. Ama “Bir şey değişiyor” diyor kitabınız...
- Bakışlar. Bakışlar değişiyor. Kitabımda, İngiliz bir kadın gazeteciden alıntı yaptım. O da 47’nin kadınlığın en üst noktası olduğunu söylüyor. Kendine iyi baktığı, alkolü, sigarayı bıraktığı, spor yaptığı için fit olduğunu belirtiyor. “Ama bir şey var, o gidiyor” diyor. Bakışlar…
Ne oluyor da bakışlar gidiyor? Bakışlarımıza yaşanmışlık mı siniyor?
- Evet. Diri bakmakla, yaşın verdiği yorgunlukla bakmak arasında bir fark oluyor.
Siz aynaları seviyorsunuz…
- Doğru, fotoğrafa tercih ederim. Aynaya her gün baktığım için, değişikliği hissetmiyorum. Ama eski fotoğraflarıma bakınca, hissediyorum. Fotoğraflar daha gaddar, aynalar müttefik ve daha insani. Herkese bu yüzden söylüyorum, belli bir yaştan sonra, odanızda ışığı ayarlayın, doğru ışıkta kendinize çıplak bakın diye. Tabii yine küfrediyorlar, “Sapık bu adam!” diyorlar. Oysa, kendisine bakmayı bilmeyen insan, kendini sevmeyi de öğrenemez. Her sabah aynaya bakacak, göbekte üç gram yağ varsa, onu yok etmeye çalışacak.
Bu kitap kadınlara ‘hizmet’ kitabı. Gizli feminist olabilir misiniz?
- Zannetmiyorum. Ben gizli
maçoyum. Evvelden korkardım itiraf etmeye ama artık korkmuyorum. Ben 42 beden kadınları, yuvarlak kalçaları ve dolgun göğüslerini seviyorum. Bu tür şeyleri dillendirmek, magandalık olarak kabul edilirdi. Şimdi hiçbir şey umurumda değil, evet artık kadınlara açık açık bakıyorum da hem de nerelerine istersem.
Sizin için şöyle bir söylenti dolaşıyor: “60’ından sonra 20’liklerle başa çıkamadığı için 40 yaş teorisi uydurdu!” Bu doğru olabilir mi?
- Pratik olarak doğru mu bilemem ama teorik olarak doğru! Akıllı her 60 yaş erkeği, elbette güzel bir 40 yaş kadınıyla aşk yaşamak ister. “İstemiyorum” diyen ya akıllı değildir ya yalancı.
GİZLİ MAÇOYUM
Siz bu yaştan sonra saç uzatıp, motosiklete binmezsiniz de… Sizden en fazla bekleyebileceğimiz nedir, ne olabilir? Küpe?
- Tansu izin vermiyor, “Sana yakışmaz!” diyor. Bir de yuvarlak bir yüzüm var, gitmiyor, denedim yakışmadı. Yoksa yaparım.
Yaşam felsefeniz, “İçimde ukde kalmasın mı?”
- Bir gün bu dünyadan ayrılırken, “Allaha çok şükür!” diyeceğim. Evet, şükrediyorum çünkü içimde ukde kalmadı. İzmir’in Kahramanlar Mahallesi’nde varlıklı olmayan bir ailede yetiştim. Babam işçiydi, sonra matbaa dükkânı açtı. Babam ilkokul ikinci sınıftan terkti, annem hiç ilkokula gitmemişti. Ben böyle bir aileden, mahalleden çıktım. Bu ülkenin devleti beni lisesinde, üniversitesinde okuttu. Devlet bursuyla Fransa’ya gittim, doktora yaptım. Devlet üniversitelerinde doçent oldum. Ondan sonra Hürriyet gazetesine geldim. Çok iyi bir hayatım oldu. Herkese de “Sonradan görmeyim” diyorum. Buna da kızıyorlar. Oysa, güzel şarapları ben 40 yaşımdan sonra içtim, güzel yerlere de 40 yaşımdan sonra geldim. Hayatta, sonradan görme olmadığım iki şey var: Bir tanesi aile sevgisi, diğeri de güzel kadın. Bunun için de Allah’a şükrediyorum. Ben istediğim her şeyi yaptım hayatta.
Niye size bu kadar muhalefet ediyorlar?
- Çünkü sevilmek arzusuyla yapmadım hiçbir şeyi. Johnny Halliday’in hatıralarını okuyorum. Çok genç yaşlarda Paris’te Olympia Salonu’nda solist altı konsere çıktığını yazıyor. Sadece üç şarkı söyletiyorlar. Kimse sevmiyor onu. Bir gün çağırıyorlar. Kovulacağını zannederken, “Artık beş şarkı söyle!” diyorlar. O zaman anlıyor ki, nefret edilmenin de bir işlevi var. Nefret edilmenin, ticari bir şey olduğunu öğreniyor. Yani umrumda bile değil düşmanlarımın ne düşündükleri. Ben söylemek istediğim her şeyi söylüyorum. Önemli olan budur. Bundan 20 yıl önce söylenilmeyen her şeyi, bugün söyleyebiliyorsak, benim gibi nefret edilen adamlar sayesinde. Toplumlarda, nefret edilmeyi göze alan insanların olması gerekiyor...
Paylaş