KÜSTÜM BEN Oldu mu şimdi yani. Ben yıllarca Ayşe Arman’ı örnek alıp, 500 milyon maaşımla tek başıma yaşamaya kalkayım, üniversiteden sonra bir daha eve dönmeyeyim, ayaklarım
üstünde duracağım diye maymun olayım. Tek başıma elde yıkadığım çamaşırlarımın, bulaşıklarımın yanı sıra, kimseye bağımlı olmamak için yarım parmak boru anahtarıyla nice musluklar tamir edeyim. Sevgilime, ‘Evlenelim ama ayrı yaşayalım’ dedikten sonra ‘Saçmalama hangi parayla evleniyoruz?’ cevabını alıp rezil olup, ‘Yok yani, hani bir gün evlenmek falan istersek’ diye toparlamaya çalışayım. Sonra Ayşe Arman aile ortamı özlesin. Sattın bizi. Küstüm ben! (Özge)
- Valla, çok haklısın. Çok da şekersin. Sen yine o Ayşe’yi örnek almaya devam et, ama bana da iki dakika müsaade et. Şunları bir yaşayayım, hemen aslıma döneceğim!
BU NEDİR YA
Bu nedir yaaa. Paranoyak mısınız? Görmemişlik akıyor her cümlenizden! O köşenin acil olarak sizden alınması gerekiyor. Bu gazetenin bu kadar sorumsuz olabileceğine inanamıyorum. Maceralarınızı gazetenin ‘Bebeğiniz ve siz’ köşesine yazın da, biz de rahat edelim. (Süreyya)
- Yapma Süreyya yaaa. Çok güzel bir isminiz var. Keşke, bir kızım daha olsa Alya’dan sonra, onun adı da Süreyya olsa. Bak Süreyyacım, ben 10 yıldır yazıyorum, hakaret, küfür, domatesler ve çürük yumurtalar eşliğinde. Anlatabiliyor muyum? Yani sözünü ettiğiniz görmemişliğim yeni değil. Anlaşılan siz yenisiniz. Alışmanız biraz zaman alacak. Ama alışırsınız merak etmeyin.
ANNEMİN FORMÜLÜ
Ne güzel de anlatmışsınız gurbeti. Gurbetteyken aile-yeğen-torun-özlemini. Adana’dan ayrılırken kıyafetler hariç bavulun içindekileri. O hiç durmayan kapı sesini, telefonları, evdeki süper gülüşleri, öğlen kebaba, akşam kebaba gidişleri. Ertesi sabah aynı yatakta ailecek buluşup, dedikodu edişleri. Benim kız kardeşim de İstanbul’da yaşıyor. İnanılmaz şirin bir yeğenim var adı Kayra. Biz de aynen sizin yaşadıklarınızı yaşıyoruz. Kardeşim en çok kebap ve çiğ köfteyi özlüyor. Ama annem formülü buldu. Ayda bir Antep’den katmer gelir, uçak saatine yakın kebap ve çiğ köfte yaptırılır ve tanıdık birinin eline tutuşturulup, İstanbul’a gönderilir. Maksimum 2 saat sonra mikrodalgada biraz ısıtılmak suretiyle, sofrada muhteşem Adana kebap ve çiğ köfte. Ertesi sabah da katmer ziyafeti. (Sabriye Y.)
- Sizi ve annenizi tebrik ediyorum. Organizasyon kabiliyetiniz müthiş. Kendime sizleri örnek almayı düşünüyorum. Fena planlarım var. Hatta bunları Dubai Türk Hava Yolları Satış Müdürü Lale Kaplan’la paylaşmayı düşünüyorum. O da bizim kafada bir kadındır. Bana İstanbul’dan Dubai’ye su börekleri getirmişti.
İÇLİ KÖFTELER
Adana’nın yolları taştan yazınız beni çok güldürdü. İstanbul’da yaşayan Adanalı kızların duyguları ancak bu kadar anlatılır. O küçük ayrıntılar, olayı ancak bu kadar canlandırır. Bakınız: Buzdolabındaki içli köfteler. İstanbullu eşim, sabah heyecanla gazeteyi getirdi ve ‘Mutlaka hemen okumalısın, bu yazıda seni gördüm’ dedi. Size kocaman sevgilerimi iletiyorum, ayrıca 10 yıl önceki nesilden biri olarak bir sonraki aşamanın yine başa dönüp ‘ateş almaya gitmek’ olacağını da söylemek istiyorum. (Melis N.)
- Uyardığınız için teşekkür ederim. Ama bu iş parayla değil, sırayla. O aşamaları kendim yaşamayı tercin ederim. Aynen sizi gibi. Yaşasın Adanalı içli köfte seven kızlar!
ŞAŞIRMIŞ GAZETECİ
Hasan Cemal, Özal devri ile birlikte pusulasını şaşırmış gazetecilerden biridir. İlhan Selçuk hakkındaki iddialarında -her ne kadar başkasının şahitliğiyle ispatlanması gerekse de- haklı olabilir. Ancak, Cumhuriyet Gazetesi kendi yönetiminde kalsaydı, 2. cumhuriyet ve Özal borazancılığı ile tirajının 40.000’den de aşağıya ineceği kesindi. Bu nedenle, kendisi tam zamanında gazete yönetiminden uzaklaştırılmıştır. Onun hakkında kulaktan kulağa dolaşan bir deyiş vardır: Dedesi Osmanlı’yı batırdı, kendisi de az kalsın Cumhuriyet’i batıracaktı diye. Bunun doğru olduğu kanısındayım. (Oğuz S.)
- Valla, ben onun dedesi tanımam. Bu da sizin düşünceniz. Ama o nasıl kendi görüşlerini söylüyorsa, siz de kendi görüşlerinizi ifade edebilirsiniz. Ettiniz zaten.
HADDİNİ BİLMEZ
Hasan Cemal’le yaptığınız röportajın bir bölümünde, Hasan Cemal, Uğur Mumcu için ‘Anti-Amerikandı. Amerika’dan davet aldı, gitmedi. Bunlar benim anlayışıma uyan şeyler değildi’ diyor, siz de ‘Onunla ilgili yazarken, onu idol alan gençler var, kafalarındaki Uğur Mumcu imajını sarsmayayım diye düşünmediniz mi? Yoksa, siz bu kitabı bir takım insanların imajlarını özellikle sarsmak için mi yazdınız?’ diyorsunuz. Valla, ben bu diyaloğu okuduğumda ‘Allah’ım sen aklımı koru’ dedim. Hasan Cemal, bu söylemiyle eleştirmiyor (kendince eleştirmek istese de) tam tersine Uğur Mumcu’nun hakkını teslim ediyor, onun ne kadar doğru bir tercih yaptığını (anti-Amerikancılıkla) ve davete gitmeyerek de fikriyle uyumlu olduğunu, tutarlı olduğunu, hayattaki duruşunun son derece kişilikli olduğunu ifade ediyor. Yani sizin deyiminizle imajını yıkmıyor tam tersi imajını parlatıyor! Hasan Cemal bir dönektir. Uğur Mumcu’yu eleştirmesi çok normal ama bir o kadar da trajikomiktir. Çünkü gömleği parlak ama ruhu çürümüş birinin Mumcu’yu eleştirmeye kalkışması, en hafifinden haddini bilmezliktir. (Hülya G.)
- Görüyorsunuz değil mi? Özünde Hasan Cemal’in söylediği ile sizin söylediğiniz arasında hiçbir fark yok. Sadece zıt görüşler ileri sürüyorsunuz. Demek ki, demokrasi bütün bu zıt yönlerindeki görüşlerin hazmedilmesi anlamına geliyor. Ki onun sizde eksik olduğunu düşünüyorum...