Sen yaşıyorsun, yazıyorsun, ağlıyorsun... İyi de bana ne oluyor? Yazılarını okuyunca, ben de yaşıyorum ve ağlıyorum! Sayende anneliğe özendim. Oysa, henüz yaşım çok küçük ama işte sen Alya’yı anlattığın zamanlarda, "Bir an evvel, yıllar geçse de bebeğim olsa" diyorum. İçim coşuyor, Alya’nın kokusunu bile tahmin etmeye çalışıyorum, gözlerini, gülüşünü, çıkardığı sesleri... (O. Dinçer)
- Şahane bir şey böyle hissetmen! Ama acele etme, nasıl olsa bu kadar çok istiyorsan anne olursun. Alya genellikle bebek bebek kokuyor ama bu öğlen balık yedi ablası. Mahallenin kedileri de onu yiyecek! Balığı bugün olduğu gibi, o minik parmaklarıyla afiyetle yemişse, ellini ağzını sabunla köpürdete köpürdete yıkamam da, fayda etmiyor, kediler onu görünce hálá yalanıyor. Düşünüyorum da hemen banyoya mı soksam, yoksa önce anne-kız bir koşu plaja gidip denize mi girsek? Alyaaaaa, simidini al, yüzmeye gidiyoruz...
BİR ARMAĞANSIN
"Tutmuş özel hayatını anlatıyor gazetede. Ne var onu yapmakta? Ben de günlüğümü yayınlayayım o zaman. Hem bize ne onun özel hayatından!" Hep böyle söz edilirdi benim çevremde senden. Oysa, benim hayretim farklı bir noktadaydı, onların kolay olarak tanımladığı şey, benim için çok zordu: "Bir insanın özel hayatından senin kadar nasıl rahat söz ederdi?" Ben hep bu sorunun cevabını merak ederdim. Çünkü günlüğümü annem bile okusa çekinirim ben. Ama sen çekinmiyorsun. Yaşadıklarını binlerce insanla paylaşıyorsun. Belli ki bu yüzden çok okunuyorsun. Mesela cumartesi günü, sevgiline nasıl aşık olduğunu ve kızının yürüme maceraları karşısındaki hislerini inanılmaz şeker anlatmışsın. Ülkenin gündemi bu kadar karışık ve sıkıcıyken, açıp senin yazını okumak insanı rahatlatıyor. Ben kendi hesabıma, "Belki bir gün ben de bu kadar güzel bir şey yaşayabilirim, neden olmasın?" diyorum, sen farkında olmadan bana umut veriyorsun. Umarım bu ışığını hiçbir zaman kaybetmezsin. Senin okuyuculara bir armağan olduğunu düşünüyorum. (Zeynep A.)
- Vayyyy!.. Asıl böyle okurlar, armağan!.. Hangi köşe yazarına böyle bir mail yollasan, erir. Ben de eridim. Ne diyeyim, Allah ne muradın varsa versin. Bu arada, ben de şu sorunun cevabını veremiyorum: "Neden hayatımızı paylaşmamamız, kendimize saklamamız ve bir başkasının öğrenmesinden çekinmemiz gerekiyor?" Biri de bana bunun sebebini anlatsın!
KALBİME DOKUNDUNUZ
Cumartesi günkü "Yürü be Alya, kim tutar seni!" başlıklı yazınızı okudum. Boğazım düğüm düğüm, gözlerim nemli nemli oldu. Yıllar önce de, yanlış hatırlamıyorsam "Junkie... Türkçesi yok" başlıklı bir yazınız bana aynı duyguları yaşatmıştı. Oysa ne bir bebeğim var, ne de uyuşturucu kullanan birini tanıdım. Kalbime dokunabildiğiniz için kaleminize saygı duyuyor, hissettirdikleriniz için teşekkür ediyorum. (S. Şenol)
- Bu galiba yazı yazan bir insana yapılabilecek en büyük iltifat! Çok teşekkür ediyorum. Başka ne söylenir gerçekten bilmiyorum.. Hakkımdaki hakaretleri sektirmeden koyabiliyorum da... Şimdi siz çok güzel şeyler yazmışsınız... Yayınlamak ayıp mı?
ALYA GELİYOOOR
Bir kız evlat bekliyoruz ve isim araştırması yapıyoruz. Kızınızın ismini çok beğeniyoruz. İzniniz olursa, biz de kızımıza Alya ismini koymak istiyoruz. Fakat anlamını bulamadık, acaba rica etsek bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz? (Olcay-Hakkı D.)
- İzniniz olursa ne demek, ismin patenti bende değil ki, tabii ki koyabilirsiniz! Bizim ufaklık, sizinkinin isim ablası olacak ha, şahane. Kızımızın ismini methetmek gibi olmasın ama biz çok memnunuz. Kolay telaffuz ediliyor, enternasyonal bir isim, valla bence koyun gitsin. Anlamına gelince: Gök, mavi, yüksek yer...
ALO İÇLİ KÖFTE
Ben 60 yaşına kadar ev hanımlığı yapmış, bir süre önce de iş hayatına atılmış, bir içliköfte uzmanıyım. "Uzmanıyım" diyorum çünkü köftelerimi yiyen herkes böyle söylüyor, evet bu konuda oldukça iddialıyım. Eşim doktor ve ben evliliğimizin ilk yılları dışında hiç çalışmadım, kendimi evime ve çocuklarıma adadım. Ama ev işi ve çocuklarımla ilgilenmek dışındaki zamanlarımda hep bir şeyler üretmeyi planladım, hem topluma hem de aileme katkıda bulunmak istedim hep. Ve 60 yaşında olmama rağmen dedim ki, "Ben bu güzel köftelerimi, tıpkı evde misafirlerime veya çocuklarıma yapar gibi özenle müşterilerime de yapacağım ve satacağım." Bir süre evvel faaliyete geçen "Alo içli köfte (0212) 327 17 16" sayesinde de bunu başardım. Türkiye’ye sık sık geldiğinizi biliyorum, mutlaka tatmanızı isterim, nerde ve ne zaman olursanız olun, "Alo" diyin, içli köftelerimden size seve seve gönderirim. (Sıdıka A.)
- Çok teşekkür ederim ve sizi girişimci ruhunuzdan dolayı tebrik ederim. Hiçbir şey için geç değil hayatta. İşte örneği Sıdıka Hanım. Sevgiler, saygılar...
NEFES ALAMIYORUM
Bu yazıyı neden yazdığımı ve neden size yazdığımı bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, oda çok mutsuz olduğum. Nefes alamıyorum. Boğazımda hıçkırıklarım düğümleniyor. Hayatımın en zor yılını yaşadım, bu yıl da mutsuzluklarım devam ediyor. Kim bilir daha ne kadar sürecek. Düşünüyorum da, benden kilometrelerce uzaktasınız, beni tanımıyorsunuz bile. Ama ben sizin sıkı bir takipçinizim. Ne tuhaf, belki mutlu olurum diye size yazıyorum. Gerçi bağıra bağıra ağlamak istiyorum ama ofisteyim, burası ağlamak için hiç uygun değil. Ölmek isteyecek kadar umutsuzum aslında. Çok saçma ve arabesk değil mi? Ölmeyi istemek falan. Hiçbir şey yazmayacağım yaşadıklarımla ilgili, bir tek cümleyle özetleyeceğim: "Mutsuz insan nereye giderse gitsin, hep mutsuz." Alya’yı benim yerime öper misiniz? (Rose R.)
- Öperim. Denizden geldik, yıkandık, mis oldu... Evet, ölmeyi istemek filan saçma. "Mutsuz insan, nereye giderse gitsin hep mutsuz." Doğru bu, çünkü o mutsuz kafa da, onunla birlikte gidiyor. Mutlu olmak biraz da bizim elimizde. Ama bu konuda kimse sana yardım edemez, kararı sen vereceksin. Hem kendinin hem başkalarının içini karartan mutsuz bir kadın olarak mı hayata devam edeceksin, sürekli kendine acıyacaksın, ağlamak için sota yerler kollayacaksın? Yoksa, silkinip, kendini toparlayıp "Ben her şeyin üstesinden gelirim" mi diyeceksin? Ben biliyorum ki, sen ikinci şıkkı tercih edeceksin...