İtalyan bir adama áşık olmuş Positano’ya yerleşmiş bir Türk’üm hızımı alamadım bir de pansiyon açtım!!!

Gözlerimi kapattığımda, hayallerimi süsleyen, ilk fırsatta ve her fırsatta kaçmayı istediğim bir yer Positano. Amalfi sahillerinin incisi. Gerçekten de dünyanın en etkileyici yerlerinden biri.

Dimdik bir yamaca kurulmuş bir kasaba. Renk renk evler var. Taraça, taraça, suya düşecek gibi duruyorlar. Positano’nun doğası daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemiyor. İnsan o denizi, o kasabayı ısırmak istiyor. Kendi halinde bir balıkçı köyüymüş Positano. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ve İngiliz subayların dinlenme kampı
olmuş. Ressamlar, sanatçılar, bir sürü meşhur insan gelip geçmiş. İtalyanların bile en çok rağbet ettiği 5 turistik yerden biri. UNESCO tarafından çoktan koruma altına alındı bile. Gelir kaynağı, moda (terzilik geleneği var, her tarafta /images/100/0x0/55eb68a1f018fbb8f8bf34caşahane ketenler satılıyor) ve turizm. Dünyanın her yerinden turist akınına uğruyor. İşte bu masal şehrine benzeyen yerde bir Türk kadın yaşıyor. Bugün onun hikayesini okuyacaksınız...

Aman Allah’ım Positano’nun tepesinde, bir dağ köyünde bir Türk! Burada ne arıyorsunuz?

-Bir "bed and breakfast" işletiyorum. Pansiyon gibi bir şey. Birkaç odalı minicik bir yer...

Durun, durun! En baştan alalım ve sizi tanıyalım...

-Adım, Oya Toker. 42 yaşındayım. Kocaman kadın oldum ama insanlar sorunca hálá kendimi şöyle tanıtıyorum: "İtalyan bir adama áşık olmuş, Positano’ya yerleşmiş bir Türk kızıyım!"

Müthişmiş! Kaç yıldır Positano’da yaşıyorsunuz?

-10.

Peki hikayeniz nerede başlıyor?

-Babam Hariciyeci. Ankaralıyım ama dünya vatandaşıyım. Ailemle dünyanın pek yok yerinde yaşadım. İki-üç yılda bir okul değiştir, yeni bir ülke, yeni bir dil, arkadaşlıklar. Sonra hooop, sil baştan. Ama ben uyumlu bir tiptim. Yaşadığım ülkeler arasında en çok İtalya’yı sevdim. Ve burayı, yani Positano’yu görür görmez áşık oldum.

İlk kaç yaşında gördünüz?

-10. Babam Napoli Başkonsolosu’ydu. 76-78 arası. Hafta sonları gelirdik. Babamın sevdiği bir restoran vardı. Denizin üstünde. Önce oraya uğrardık, babam rakısını buzdolabına attırır ve balık ayırtırdı. Günü denizde geçirir, akşama restoranda rakı-balık yapardık. Ben bu masalsı yere, o zamandan beri bayılıyorum...

Sonra...

-Sonra bir sürü başka ülkede yaşadım. Aralarda Ankara. Derken üniversite, Boğaziçi Mütercim Tercümanlığı bitirdim ve reklamcılık yaptım. Ama Positano aşkım hiç bitmiyor, yatak odamda Positano’nun posteri asılı, uykuya dalmadan önce gördüğüm son görüntü o. Derken 1994’te babamın tayini tekrar Napoli’ye çıktı. Ben de İstanbul’daki işimi, evimi bırakıp onlara katıldım. Ve ve ve bir partide bir İtalyan adamla tanıştım. Ona áşık olup evleneceğim, bir daha Türkiye’ye dönmeyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama oldu. Üstelik adam Positano’lu çıktı!

Şaka gibi!

-Evet. Sabah akşam Positano posterine bakıp, 20 yıl sonra da Positano’lu bir koca bulmam Secret kitabından bir alıntı gibi!
/images/100/0x0/55eb68a1f018fbb8f8bf34cc
Bu İtalyan adamın ilk önce nesine aşık oldunuz?

-Gözlerine. İnanılmaz mavi gözleri vardır. Sonra espri anlayışı, nezaketi ve sadeliği kalbimi fethetti. Bir de tabii kedi sevgisi...

Positanolu olduğunu ne zaman öğrendiniz?

-Ben mavi gözü kayda geçtikten sonra sohbete başladık, oradan-buradan derken, Giulio, "Napoli’de yaşıyorum ama aslen Positano’luyum" dedi ve bitti.

Peki sonra?

-Sonra buraya geldik. Dedesinden kalma bu eve. Positano’nun en en tepesinde. Kartal yuvası gibi. 100 basamakla çıkılıyor, denizden 410 metre yukarıda. Burayı ilk gördüğümde "Hayatımın geri kalanını burada yaşamak istiyorum!" dedim. O günden beri de burada yaşıyoruz. Guilio, Napoli Üniversitesi’nde çalışıyor, hafta içi Napoli’de, hafta sonları geliyor, biz burada oğlumla birlikteyiz.

"Deli misin! Yaşanmaz o dağın tepesinde!" diyen olmadı mı?

-Olmaz mı? Bütün akrabalar, eş-dost dertlendi bizim için! Kışın bazen oğlanı da alıp Napoli’ye gidiyorum, şehir hasretimi gideriyorum, ama sonra yine koşa koşa buraya geliyorum. Yıllarca İstanbul, üstüne Napoli, büyük şehir hayatı beni yormuştu, burada kendimi buldum. Bahçede kendi sebze-meyvemizi yetiştiriyoruz, temiz hava, bol gıda, keyifler öyle böyle değil, acayip keka!

Peki yerel halk, onlar ne dedi?

-Guilio, Positano’nun köklü ve sevilen bir ailesinden geliyor, herkesi tanıyor. İnsanlarda merak uyandı tabii, Türk gelin! Ama buralarda yabancıya önyargıyla bakmıyorlar. Ben de maşallah sıcakkanlı bir insanım, herkesle hemen kaynaştım.

Bed & breakfast macerası nasıl başladı?

-Her şey benim başımın altından çıktı. Buraya yerleştikten sonra 4 odalı evin bizim için büyük olduğunu düşünmeye başladım. Kullanmadığımız odaları niye değerlendirmiyorum dedim. Evin yapısı da Bed & Breakfast işletmeye çok uygundu, önde bir taş ev var.

Tam olarak neden yapıyorsunuz bu işi?

-Çünkü dünyanın en keyifli işi! Ben misafir ağırlamayı çok severim. Bütün sene çalışıp didinen insanların tatilinin kutsal olduğuna inanırım. Buraya gelen misafirleri de elimden geldiğince iyi ağırlayıp, onlara kendilerini evlerinde hissettirmeye çalışıyorum.

Odalar?

-Evin içinde zaten Giulio’nun ailesinden kalan çeşitli antika mobilyalar vardı, biz küçük detaylar ekledik. Şaşaadan uzak sade ama özenle döşedik. Odalar özellikle televizyonsuz, bu da benim seçimim...

Bu manzarada ne televizyonu!

-Aynen!

Misafirlerinize ne vaat ediyorsunuz?

-Doğayla iç içe, kuş sesiyle uyanacakları sakin sabahlar. Türk usulü zengin kahvaltı, taze demlenmiş çay, yazın bahçeden domates... İster tüm günü plajda geçirsinler, ister günübirlik Amalfi sahillerini, Napoli’yi, Capri’yi, İschia’yı, Vezüv’ü ve Pompei’yi gezsinler, günün sonunda bir otele değil, evlerine döndükleri hissini verebilmeyi umuyorum.

Aşağıda bir yerde kalmakla burada kalmak arasındaki ne fark var?

-Positano cıvıl cıvıl bir yer. Dükkanlar, kafeler, biraz bizim Bodrum’un içi gibi. Bazı insanlar öyle bir ortamda olmak istiyor, bazıları da "Bütün günü kalabalıkta geçirdik, şahaneydi, ama şimdi kendimizi Montepertuso’daki huzurlu evimize atalım!" diyor. Ben bu ikinci gruba hitap ediyorum.

110 basamağa ne diyorlar? "Çıkarken anamız ağladı!" mı?

-(Gülüyor) Yoldan 110 basamakla çıkılıyor deyince, herkes önce bir iç geçiriyor! Ama başladın mı bitiveriyor. Hem fazla kaçırılan spagettileri eritmek için birebir...

Bavullar?

-Misafirlerin isteğine kalmış. Arzu ederlerse, "porter" servisi var, ayarlıyoruz, gelip taşıyorlar bavulları.

Çocuklulara tavsiye eder misiniz?

-Valla, deniz kıyısında olmayışımız ve basamaklar, çocuklu ailelerin gözünü korkutuyor. Ama durumu bilip gelen ailelerden şikayetçi olan çıkmadı. Çocuklar tam tersine bahçede özgürce koşuşup kedilerle oynamaktan mutlu oluyor.

Arada efkarlanıp şu denize bakarak Sezen Aksu filan dinliyor musunuz?

-Dinlemez miyim? Ayrıca Grup Gündoğarken, Yeni Türkü ve Zülfü Livaneli. Abim Ömer her geldiğinde rakı sofrası kurar, birlikte Heybeli’den mehtaba çıkarız! Ama burada caz ve klasik de iyi gidiyor...

Oğlunuz Yunus’un bir İtalyan adı da var mı? O seviyor mu burada yaşamayı?

-Alberto Yunus. Nam-ı diğer Albi. O da çok mutlu burada yaşamaktan, ama Napoli’ye gittiğimizde sinemaya, müzelere, parklara gitmekten de çok hoşlanıyor. Türkiye’yi de seviyor, arada, "Hadi Ankara’ya gidelim" diye tutturuyor. Anneanne orada tabii!

Bu arada yeri gelmişken, bed & breafast’la pansiyon arasındaki fark ne? Burası sizin eviniz, her köşesine kişiliğiniz yansımış, pansiyon ise daha kişiliksiz bir yer, öyle mi? Fark bu mu?

-Böyle de denebilir. Bed & breakfast’ta misafirlere evini açıyorsun. Pansiyon ise, otelin küçüğü gibi bir şey. Tabii özenle hazırlanmış, çok hoş pansiyonlar da var. Bence fark yaratan, misafirlerinizi nasıl ağırladığınız. Onlar kendilerini misafir gibi mi hissediyor, müşteri gibi mi? Ben misafir gibi hissetmeleri için uğraşıyorum.

Buranın ismi Liviezzolo...

-Evet, Liviezzolo kızılgerdan kuşunun yerel adı. Kışın güneye göç ederken, o minik güzel kuşlar burada duraklayıp dinleniyor. O yüzden bu tepeye onların adını vermişler. Evimiz de adını bu tepeden alıyor...

Son olarak size misafir olabilmek için kaç para ödememiz gerekiyor?

-Bu sene kriz nedeniyle fiyatlarımızı geçen seneye nazaran düşük tuttuk. Temmuz-ağustos dışında tüm yıl boyunca çift kişi, gece başına, odasına göre 70 veya 80 Euro. Temmuz-ağustosta ise 80-100 Euro.

İTALYA’DA KENDİMİ YABANCI BİR ÜLKEDE YAŞIYORMUŞUM GİBİ HİSSETMİYORUM

Havası-suyu, yemekleri, insanları, erkekleri... İtalyanlar bize çok benziyorlar, özellikle de güney İtalyalılar. İyi yanıyla da kötü yanıyla da. Devlet dairelerinde kuyruklar, "Birinci kattan imza al, üçüncü katta damgalattır, bugün git yarın gel"ler filan hep aynı! Diğer yandan aile ilişkileri, samimi dostluklar, kurallara illa uyma zorunluluğu olmaması, sıcak iklim, sıcak insanlar...
Yazarın Tüm Yazıları