Müthiş kadın Oya Bayrı! Küçükken doktor olmayı ve insanların kopan yerlerini dikmeyi mi hayal ediyordunuz?- Seni üzmek istemem
ama
ben köprü mimarı olmayı istiyordum!
Ne alaka?
- Bilmem, köprüleri severim. Çizimim de iyiydi. Ama Tıbbiye’ye girdim.
Peki cerrahi?- Bak, o kişiliğimle ilgili. Esas olarak iki tür karakter var bence: 1-) Dahiliyeci karakteri. 2-) Cerrah karakteri. Kanayan bir ülser hastası geldi diyelim,
dahiliyeciler hastayı katiyen bize sevk etmezler. Artık ölmesine ramak kalmış, sıfır tansiyon filan, o zaman getirirler, "Bunu ameliyat edin!" derler. Dahiliyeciler, ameliyata hep karşıdır. Bu, onların içinde var, kanında. Ben ise yaratılış olarak tam tersiyim. Apse varsa bir yerde, bastırırım üzerine, boşaltırım apseyi, hasta iyileşsin gitsin. Direkt sonuca gitmekten yanayım, o yüzden de cerrahi, kişiliğime cuk oturdu.
Yine de insan başta neyin ne olduğunu bilmiyordur...- Yok ben cerrah olmak istediğimi hep biliyordum, batın ameliyatları filan beni baştan çıkarır. İç organ görmek, vücudun organlarının nasıl çalıştığına tanıklık etmek... Büyüleyicidir! Ama gel gör ki, "Kadından cerrah olmaz!" dediler, ben de "İyi peki o zaman, kadın doğumcu olayım" dedim. Nişantaşı SSK’da başladım sonra beni Zeynep Kamil’e gönderdiler.
Bir sürü çocuk doğurttunuz yani?- Tabii tabii, 1000 tane doğurtmuşumdur, üzerine 1000 de sünnet. "Kadından sünnetçi de olmaz" demişlerdi ama o da oluyor işte...
Kadınlar bu tür ince işleri aslında daha mı dikkatli yapar?- Bence kadın iyi olduğunda, gerçekten çok iyi. Hem de her konuda. Dişçisi de, eczacısı da, artisti de. Ama aptal kadınlardan bahsetmiyorum! İyi bir hekimse mesela, erkekten daha fazla sahiplenir hastayı, alıp götürür. Bizler, erkeklere oranla daha geniş spektrumlu canlılarız.
Kadın doğumdan cerrahiye nasıl geçtiniz?- Üç sene sonra, beni genel cerrahiye rotasyona gönderdiler. Oradaki hocam, "Sen kal!" dedi. Kaldım ve cerrahiyi bitirdim. Sonra İngiltere’ye gittim ve plastik cerrahi eğitimi aldım. 78’de Türkiye’ye döndüğümde Fransız Pasteur Hastanesi’nde çalışıyordum ve hiç unutmam ameliyat ettiğim bir hastayı ziyarete gitmiştim. Ben meraklı bir tipim, oda arkadaşının elini gördüm "Ne oldu elinize?" dedim, "Koptu, taktılar" dedi. Bizde de mikro cerrahi o yıllarda yeni başlamış, "Kim yaptı?" dedim, "Dr. Ayan Gülgönen" dedi. Onu buldum, birlikte çalışmaya başladım. Ayan Bey, Türkiye’de mikro cerrahinin kurucusudur.
Mikro cerrahi, bana bilimkurgu gibi geliyor. Birbirinden ayrılmış bir şey nasıl oluyor da tekrar birleşebiliyor ve hiçbir şey olmamış gibi normal hayatına devam edebiliyor?- Evet, kopan bir uzvun takılması ve onun canlandığını görmen muhteşem! Diyelim sağ elin baş parmağını takacaksın, kola turnike koyuyorsun, yani kolu kansız hale getiriyorsun, çünkü kanın içinde mikroskopla çalışamazsın. Sonra başparmağın kemiğini tespit ediyorsun, tendonunu ve kirişlerini dikiyorsun, damarları yapıyorsun. Eğer işlemi iyi yapmışsan, yukarıdaki turnikeyi açtıktan sonra, "vummmmmm" diye pespembe oluyor parmak, dolaşım başlıyor, parmak canlanıyor. Tarifi zor. Ama olağanüstü. Ölü bir şeyin tekrar canlandığını görüyorsun...
Vücutta nereler geri takılabiliyor, dikilebiliyor?- Kazanın oluş şekli mühim. Ezilmemesi lazım. Giyotin kesmiş gibi olursa iyi. Her şeyi ince ince çalışıyorsun, damarları mikroskopta dikiyorsun, götürücü damarlar var, getirici damarlar var. Bacak diktik, kol diktik, el diktik. En önemlisi, sinirin iyileşmesi. Yüksek kol zor. Hemen omuzun yanından yani. Sinir iyileşene kadar aşağıdaki adalede erimeler oluyor. Bir sürü aklına gelmeyecek şey oluyor bizim meslekte. İngiltere’deki şefim şöyle bir ameliyat yapmıştı: Köpek, hastanın burnunu üst dudakla birlikte koparmış. Köpeği kusturuyorlar, Allah’tan çiğnememiş, burnu ve üst dudağı alıyorlar ve geri takıyorlar. Şimdi tabii yüz nakilleri de yapılıyor.
Yüz nakli de bana bilimkurgu filmlerini hatırlatıyor...- Yoo aslında çok da anormal bir şey değil. Yüzü yanmış mesela, ya da parçalanmış, Fransa’daki vaka öyleydi, hastanın yüzünü köpek ısırmıştı. Ne yaptılar? Ölü bir insanın yüzünü aldılar, ona naklettiler. Artık bunlar yapılabiliyor. Daha da gelişecek. Böbrek nakli nasıl çok doğal bir hale geldi. Yavaş yavaş yüz nakli de öyle olacak.
Bir tek kafamız kopunca dikilemiyor, öyle değil mi?- Allah korusun! Evet, omurilik kesisi halen dünyada halledilmedi. Superman Christopher Reeves vardı hatırlarsan, boynundan aşağısı felçti, bütün parasını harcadı ki, ileti, çiplerle aşağıya nakledilsin... Olmadı.
İleti ne demek?- Ayağını kaldırabiliyorsun, çünkü beyninden aşağıya "Ben ayağımı kaldırmak istiyorum" diye bir ileti gidiyor. Yarın öbür gün iletinin beyinden aşağı nakledilmesinin yolu bulunacak. O zaman belki kafamız kopsa da ölmeyebiliriz, ya da dikilirse yeniden canlanabiliriz!
Bir yerimiz koparsa ne yapmamız gerekiyor... - Temiz bir naylon poşete koy, onu da içi buz dolu başka bir poşete koy. Mümkün olduğunca çabuk hastaneye git. Ve işi iyi bilen birine git.
ÖNCE ALLAH SONRA CERRAH
Şimdi düşününce, her şeyi "tesadüfler bütünü" ya da kader olarak mı değerlendiriyorsunuz?
- Yok hayır, hayatımın büyük bir bölümünü kendi seçimlerimle ben şekillendirdim.
Ustam diyebileceğiniz hocalarınız oldu mu?- Olmaz mı? Bizim işimiz usta-çırak esasına dayanır.
Sizin mesleğiniz biraz "tanrıcılık" oynamak gibi bir şey değil mi?- Replantasyon cerrahisinde, yani kopan parçaların veya uzuvların yerine takılmasında hastalardan sıklıkla duyduğumuz bir tabir vardır: "Önce Allah, sonra siz!" Benim de başıma aynı şey gelse, kopan elim takılıp, eskisi gibi çalışsa, ben de aynı duyguları paylaşırım.
Kararsız bir mikro cerrah olabilir mi? - Hayır, mümkün değil!
Kendinizi iyi hissetmediğiniz gün ameliyata girer misiniz?- Girerim. Girmeme lüksüm yok.
Neden herkes sizin yaptığınız işi yapamaz?- El cerrahı olabilmek için çift ihtisas gerekiyor. Ya ortopedi uzmanı ya da plastik cerrahi uzmanı olacaksınız. Bir de üst ihtisas olarak el cerrahisi ve mikro cerrahi eğitimi almak zorundasınız. Ayrıca mikro cerrahi ameliyatları genellikle uzun sürer. Gerçekten yetenekli, becerikli, sabırlı olmanız gerekiyor, bunları saymıyorum bile.
Çalışa çalışa olunabilecek bir şey mi?- Yok hayır. Çok çalışmak yetmez. İyi cerrah olabilmek için ilk kriter, iyi insan olabilmektir. İyi bir cerrah, hastasını her şeyiyle sahiplenebilmelidir. Bir komplikasyon yaşandığında, cerrah bu durumu çözene, hastayı iyileştirene kadar onu sahiplenmek zorundadır.
Eskiden kas gücü gerekiyordu, o yüzden mi cerrahlığın erkeklere özgü bir meslek olduğu düşünülüyordu?- Evet. Ama şimdi artık "gentle touch" yani nazik dokunuşlar dönemi. Benim tabirimle tabii.
Sizin konumunuzda kaç kadın vardır Türkiye’de?- Galiba yok. Dünyada da az sanırım.
Gönül rahatlığıyla "Ben bu işi en iyi yapanlardan biriyim" der misiniz?- Kocaman bir evet!
BABAMIN AYAK PARMAKLARINI KESTİMNasıl bir ailede büyüdünüz?- Subay bir baba. Yakışıklı ve zampara. Öyleydi valla. Fedakár ve becerikli bir anne. Balolara giderlerdi. Çok güzel dans ederlerdi.
Anne üzülmüyor muydu peki baba aldatıyor diye...- Annem onu öyle kabul etmişti. Babam gider ve gelirdi. Mutlu bir çocukluk benimki. Benden bir yaş büyük abim var. Bütün yaramazlıkları beraber yaptık, dayakları da beraber yedik.
Olay nerede geçiyor?- Önce Zonguldak’ın Devrek kazası. Sonra Erzurum. Sonra Gelibolu. Sonra İstanbul.
Sokak çocuğu mu? Pencereden dışarıyı seyreden cam güzeli?- Tabii ki sokak çocuğu! Babam atla gelir, atı kaçırırdık, ciple gelir, cipi kaçırırdık. Abimle ben, hep sokaktaydık.
Biraz erkek Fatma’ydınız anladığım kadarıyla...- Biraz? Bence bu kadar becerikli olmamın sebeplerinden biri bu. Mesela abimle yolda yürüyoruz, tramvay geçiyor. Bu, küt diye tramvaya atlıyor, bana da sesleniyor, "Hadi ne duruyorsun, sen de atlasana!" Ben de mecburen atlıyorum. Sonra tramvaydan kendini yere atıyor, "Hadi gelsene buraya" diye sesleniyor, ben bu sefer de kendimi tramvaydan atıyorum. Onu taklit ede ede, becerikli bir şey oldum!
Anne - baba hayatta mı?- Annem 92 yaşında, benimle birlikte. Babam ise 92 yaşında vefat etti. Çok şeker ve komik bir adamdı. Sağlık sorunları oldu, ayağını diz altından kesmek zorunda kaldık.
Siz mi kestiniz?- Hayır bir arkadaşıma "Sen yap!" dedim, testereyi ona verdim. Ama ayak parmaklarını ben kestim. Kangren başlamıştı.
Kaç yaşındaydı?- 87’ydi o zamanlar. Çok matrak adamdı. Mesela yemek yiyoruz, bitişikteki masaya diyor ki "Bakın ayağım protez. Kızım kesti!" Herkes bana dehşetle bakıyor. Protez bacağıyla dans ederdi. Çok tatlıydı.
MİKRO CERRAHİYİ FARELERİ KESEREK ÖĞRENDİMİyi ki bu işi yapıyorum dediğiniz bir an...- Her an.
Ağladığınız bir an...- Takamayıp kesmek zorunda kaldığım tüm el ve kollar...
Eğer çoluğunuz çocuğunuz olsaydı bu işi yapmanız daha mı zor olurdu?- Daha zor değil, imkansız olurdu, çünkü bir şeye değer vermeniz ona ayırdığınız zamanla eş oranlıdır.
Bu meslek size neyi öğretti?- Hiç sıkılmamayı, toleransı ve de fareleri sevmeyi. Çünkü bu mutluluğumu farelere borçluyum; mikro cerrahiyi fareleri keserek öğrendim!
Fiziksel olarak ne kadar yorucu bir iş?-Sizi bayıltacak kadar yorucu olabilir.
Hayat felsefem/ hayat mottom diye özetleyebileceğiniz bir cümle...-Kendi mutluluğunu kendin yarat!
Özel hayatınız ne álemde? - Álemsiz bir álemde yaşıyorum.
Ölümden korkuyor musunuz? - Zannetmiyorum; Hindular gibi, gideriz geliriz...
İnsan bedeninin en çok hangi uzvu sizi baştan çıkarıyor?
Sağ elin başparmağı! Çünkü bizler, onun sayesinde alet kullanabiliyoruz. Maymunun da başparmağı var. Ama öbür parmaklarının karşısına getiremez. Biz sağ el başparmağınızı beşinci parmağımızın karşısına getiriyoruz, dördüncünün karşısına getiriyoruz, üçüncünün, ikincinin, götür bak, her yere gidiyor. Maymun bunu yapamaz. Maymun yan yakalama yapar. Ayıramaz başparmağını işaret parmağından. Onun için alet kullanamaz. Doğada bir tek biz insanlar bunu yapabiliyoruz...
Koldan penis yaptıBugüne kadar imkansız olarak kabul edilen neler başardınız? Koldan penis yaptığınızı hatırlıyorum mesela... Hadi anlatın, hiç unutamadığınız olaylar?- Bir sürü var. Unutmam, unutmak da istemem. Mesela ilk replante ettiğim kol, Düzce’den Ayşe Beşli. Sonra pazar günü başlayıp pazartesi biten bir ameliyat vardı. Necati Kurmel’in oğlu Ahmet Kurmel’i getirdiler, Gebze’de taş ocaklarına dinamit yerleştirip patlatmışlar. Onun çıktığını zannetmişler, meğer içerideymiş. 25 metre havaya uçmuş, evlerin damlarını filan görmüş. Şansı, iki ayağının üzerine düşmüş olması. Tamam, topuktan kalçaya kadar neredeyse bütün kemikler parçalanmış, damarlar ve sinirleri de, ama en azından hayatta. Getirdiler hastaneye, baygın yatıyor, etrafında dönüyorum, "Neresinden başlayayım?" diye, her tarafı haşat. Pazar başladı, pazartesi bitti. Şimdi bastonla yürüyor, bir bacağı biraz daha kısa ama yine de çok iyi. Bir de 4 parmağı kopan bir hasta vardı, 2’nci parmağını 4’üncüye, 4’üncüyü de 2’nciye takmışım...
Nasıl yani?- Yanlışlıkla! Bak parmaklarına, küçük parmak hiç karışmaz, ortanca da karışmaz ama 2’nci ve 4’üncünün sadece tırnak biçimleri farklıdır. Ben 2’ncinin yerine 4’üncüyü, 4’üncünün yerine de 2’nciyi takmışım. Hasta geldi. Ben de kendimden nasıl eminim, "Doktor hanım?" dedi, gururla "Efendim?" dedim, "Benim işaret parmağımın tırnağının altında bir iz vardı, şimdi o iz, 4’üncüyü parmağımın altında" dedi.
Siz ne yaptınız?- Ne yapacağım, yalan söyledim! Biliyorum ben çünkü hastalarımı, "Değiştirin bunları, eskisi gibi yapın" diyecek. "İşaret parmağınızı çok kullandığınız için aşınmıştı" dedim, "Bilerek öyle yaptım!" "A öyle mi? Çok teşekkür ederim" dedi. Bir keresinde de bir kızcağız getirdiler. Kadınlar tekstil makinelerinde çalışırken, başlarına bone takarlarmış, bu takmamış, saçları da açık, makine kapıyor, kafa derisini olduğu gibi alıyor, bütün saçları, iki kaşı, iki kulağı...
Aman Allahım!- Evet. Kafatası ve yüzü kalmıştı. Biz o deriyi olduğu gibi geri taktık, 22 saat sürdü. Sonuç iyi oldu ama... Bir de sünnetçinin hatası sonucu gelen 8 yaşında bir hastamız vardı. Nasıl da şeker bir oğlan. Yanlışlıkla penisini glansın altından kesmişler, şapkanın altından yani ve çöpe atmışlar. Hayatımda da hiç penis replante etmemişim o zamana kadar. Ama becerdim. Seneler sonra beni ziyaret etti, 22 yaşında nişanlısıyla birlikte, binlerce teşekkür etti...