Ne dedin! Hiçbir şey yapmamak mı? Delirdin galiba. Kafayı yerim ben. Her şeyi yapabilirim ben, hiçbir şey yapmamak dışında. Bak, onu bilmiyorum. Var mı öyle bir şey gerçekten? Bu yaşıma kadar öğrenemedim.
Yok benim öyle 2 saat pencereden bakabilme yeteneğim; sokağı, denizi, bulutları, insanları, kalabalığı izleme becerim. Kamp ya da şömine ateşine bakarken bile kendimi zorluyorum, ‘‘Ateş şahane bir şey, otur işte, yarım saat şunu seyret’’ diyorum... Beceremiyorum. Aynı şekilde hep Boğaz'da ev tutuyorum ama sor bana, kaç kere oturup adam gibi şu boğazı seyrettin diye... Tamam tamam sorma!
Ben istiyor muyum sanki böyle huzursuz bir kadın olmak? Ama işte ‘‘hiçbir şey yapmazsam’’ Allah muhafaza, dağlara taşlara... Sıkılıyorum. Boş kaldığım anda hayatım da boşalıyor. Sahneye çıkıp elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen insanlara dönüyorum. Ve sürekli o kulağımdaki ses: ‘‘Durma Ayşe. Bir şeyler yap...’’ Beynimdeki hiperaktif çoban, sopasını sallıyor, hoop, bana sadece benim görebileceğim listeler hazırlıyor ve 1,2,3; fırlıyorum, birer birer hepsini yaptıktan sonra onlara çek atıyorum... Oh be, yine boş kalmadım diyorum. Bugünü de kurtardım.
Evet haklısın, ben yavaşlamaktan korkuyorum. Çünkü zaman alıyor yavaşlamak. Üstelik benim yavaşlayabilecek ne vaktim ne cesaretim var. Çünkü hep acelem var, hep salak salak icat ettiğim yapmam gereken şeyler var. Biliyorum, pek çok şeyi de ıskalıyorum bu yüzden.
Bir hafta İstanbul'da izin kullanmak mı? Boş boş mu? Hiçbir şey yapmayarak mı? Kulağa hoş geliyor. Ama Fidel Castro'yla röportaja kalkışmaktan daha zor. Yani benim için. Becerebilir miyim? Ne dersin?
* * *
İnsanın konuşmak için her zaman bir başkasına ihtiyacı olmuyor. Pekala kendisiyle de konuşabiliyor. Başkaları görürse deli diyor ama yakalanmazsan idare ediyorsun durumu işte. Kimbilir belki de izne çıkmamda ‘‘The Art of Doing Nothing’’ kitabını okumuş olmamın etkisi vardır. Kim bilecek? Ben bileceğim tabii. Niye uzatıyorum lafı o zaman? Bal gibi etkisi var işte.
Ya New York'tan ya Londra'dan aldım, hatırlamıyorum, sadece adı (Hiçbir şey yapmama sanatı) hoşuma gittiği için. A bir baktım, kitabın içinde dinlenme sanatı, esneme sanatı, kestirme sanatı, banyo yapma sanatı, ıslık çalma sanatı, tad alma sanatı, bekleme sanatı v.s. gibi bölümler var.
Fikir hoşuma gitti. Hele içinde bir hikaye vardı ki, hemen naklediyorum: 5,6 yaşındasınız. Yere çömelmiş, sessizce halının üzerinde yatak odanızda oynuyorsunuz. Ya kitap okuyorsunuz ya da en sevdiğiniz bebeğinizin saçlarına kurdelalar takıyorsunuz. Ev de sessiz, sadece bulaşık makinasının sesi geliyor ve dışarıda uzakta bir köpek havlıyor. Bütün yeryüzü acayip huzurlu. En azından sizin için. Birden anneniz kapıda beliriyor: ‘‘Ne yapıyorsun?’’ ‘‘Hiiiiç’’ diyorsunuz, ‘‘Hiç bir şey yapmıyorum.’’ Bir insanın hiç bir şey yapmıyorum demesi, aktif olmadığı anlamına gelmiyormuş. Sadece şu: Yaptığı şeyin her zaman bir adı olması gerekmiyor.
Yaparım anasını satayım. Bu bir hafta içinde adı olan hiç bir şey yapmamayı ben de beceririm.
* * *
Beceremedim.
Yine kafamda sonsuz listeler vardı. Her Allah'ın günü spora gittim mesela. Çalışırken her gün gidemiyorum ya, aman bu fırsatı kullanayım. Başka neler yapamıyorum? Sağlığımla ilgilenemiyorum. Doktora gidemiyorum. Hangi doktorlara? Nerede benim listem? Jinekolog. Peki. E bari işe yarasın bu tatil, ‘‘smear testi’’ de yaptır! Fırsat bu fırsat meme kontrolünün zamanı da geldi. Evet çek at. O da tamam. Sakın boş durma, sıkılırsın. Günü doldur, doldur! Allahtan sırada dişçi var. Yaşasın! İki dolgum düşmüş, ona da şükür! Tamam bitti, çek at. Ne acayip, günler amma uzunmuş, her şeye vakit var, iyi de şimdi ne yapacağım? Diş taşı temizliğine ne dersin? Peki. Cilt bakımı, ağda, manikür, pedikür, LPG... Ama kesmiyor bunlar beni. Başka? Üç kitap oku. 2 kere sinemaya git. Evde DVD seyret. Kütüphaneyi toparla. Albümleri düzenle. Kediyi veterinere götür. Yıkama dediler, oysa epey bir zamanımı alacaktı, hayatımı kurtaracaktı. Peki her gün fırçalayım ve pudralayım o zaman. Kaç gün kaldı bu tatilin bitmesine? Yazı yazmadığım ve röportaj yapmadığım için ne kadar boş vaktim var! Başka ne yapabilirim? Diş eti ameliyatı olmaya ne dersin? Hah, tamam. Madem ki ileride nasıl olsa olmam gerekecekmiş. Boş ver ileriyi. Hemen şimdi. İki tarafı da kesip küretaj yapacaksınız öyle mi? Başlayalım. Ne demek normalde ara verip yapmak lazım! Ha anladım, dikiş atılan tarafla çiğneyemiyorsun, yemek yiyemiyorsun. Harika! Hemen iki tarafı da yapalım. Böylelikle, listemdeki bir şeyi daha hayata geçirmiş olurum: Tatilde diş eti ameliyatı olduğum için yemek yiyemem ve zayıflarım.
Diyeceğim o ki...
Şükürler olsun ki yeniden işe başladım. Fazla huzur, evrenle ve kendinle barış içinde olmak bana batıyor da. Şu koas denilen şeyi seviyorum ben galiba. Hem ben kim ‘‘hiç bir şey yapmama sanatı’’nı icra etmek kim? Başka bir bahara erteliyorum.