Herkes kendi evinin hizmetkarı

Bir arkadaşım uyarmasaydı...

Bunun anlatılabilir bir şey olduğunun farkına bile varmayacaktım. Dolayısıyla bu yazıyı yazmayacaktım. Suçlusu Nalan'dır, tamam mı? Yazı hoşunuza gitmezse e-postalarınızla bir zahmet onu döveceksiniz. Baltalimanı'nda oturuyor, kendisine rahatlıkla ulaşabilirsiniz...

* * *

Kader midir nedir, bizim yine iki evimiz var.

Türkçesi, bu son yaşadığım ilişki de 2 evli.

a) Benim ve kedimin evi.

b) Sevgilimin evi.

Ama bu defa birbirine çok yakın. Yürüme mesafesinde 5 dakika.‘‘Ayakkabımı sende unuttum n'olacak?’’ ya da ‘‘Gidip eve bir kravat takayım’’ sorunsalıyla boğuşmuyoruz yani. Sabahın köründe (onun yok ama) saçımızı başımızı yolmuyoruz, hop arabayla 2 dakikada hallediyoruz.

Temiz iş. Yorucu değil.

Hatta eğlenceli.

Bu defa farklı olarak, 3 artı 4 gibi formüller de yok. Sürekli beraberiz. Sadece birlikte olduğumuz mekan değişiyor. Ya onun evinde ya benimkinde. Yoksa hangi yatağın hangi tarafında yattımız bile belirli. Haftanın bazı günleri yazlık ve kışlık diye ayırdığımız evlere göç ediyoruz yani. Ama bu değil benim anlatmak istediğim.

* * *

Şu: Nerede kalınıyorsa o evin efendisi aslında misafirin hizmetkarı oluyor. Bu defaki oyun, biraz Binbir Gece Masalı'nı andırıyor.

Biz böyle tasarlamadık, kendiliğinden oldu.

Hafta içi genellikle benim evimde kalınıyor, hizmetkar bendenizim yani. Yok öyle, gün ortalarına kadar uyumak. Yatağa yayıldıkça yayılmak.

Sabahın köründe en geç 7'de uyanacaksın.

Telefonun sesiyle.

Ben bile kendime inanamıyorum.

İçimi bir huzur, bir sevinç kaplıyor.

‘‘Yaşasın! Saat 7 olmuş’’ diyorum.

Arkasından erken uyanmanın rüşveti geliyor:

Güne başlamadan sabah sarılması.

15 dakika filan. Ve ani bir atakla kararlı adımlarla kedimle ben mutfağa yöneliyoruz, tam 7:15'te, durdurabilene aşk olsun...

* * *

Önce, bacaklarıma sürtünerek homurdanıp duran oğlumu beslemem gerekiyor.

Ki...

Kessin sesini! Ayak bağı olmasın!

6,7 dakika sürüyor kahvaltıyı hazırlamam. Kettle’ın düğmesine bas, o arada portakalları kesmeye başla. Elimde yarım kesilmiş portakallar zzzzzz zzzzz zzzzz diye portakal sıkıyorum. Portakal suyunu o kadar çok seviyor ki, sıkmanın bir türlü sonu gelmiyor. Sinir olmasın diye de büyük bardağa hazırlanıyor. Sıra yoğurt ve müsli kombinasyonunda. Son zamanlarda işin iyice cılkını çıkardım, yataktaki adamı daha da etkilemek için üzerine kivi ya da çilek doğruyorum. Evde yoğurt yok mu o gün? E o zaman müsli menüsü, krik krak ve peynirlerle değişiyor. Tabaklar mutlaka beyaz olacak. Ve o beyaz tabaklara peynirler özenle doğranacak, iki küçük domates ve kenarına bir dilim fesleğen konacak.

İşte bitti.

Yatağa götürüyorum.

Ama ben bunu her allahın günü yapıyorum.

Nedense bir gün yapmazsam, zincirin bir halkası eksik kalacak ve zincir boşalacakmış gibi geliyor.

Eskiden anneme gecenin bir yarısı yataktan ‘‘Mamiiiii... Su....’’ diye bağırdığım zamanları hatırlıyorum, hep korkardım bir gün acaba ‘‘Kalk kendin al!’’ diyecek mi diye. Demedi biliyor musunuz, hep getirdi, hep getirdi. Bu, onun sevgisinin işaretiydi. Bazı sabahlar sevgilim de bana ‘‘Boş ver hazırlama kahvaltı, gerek yok’’ filan gibi kalıp laflar ediyor. Ama gözünün bebeğinde ‘‘Ya getirmezse?’’ diye bir endişe bulutu uçtuğunu nedense benim gözlerim görüveriyor. Ya da bunu ben uyduruyorum, önemli değil. Kalkıyorum hazırlıyorum. Yapmazsam bir şeyler eksik kalacak zannediyorum. Bu evde sevgilimin benden ne isterse koşa koşa, seve seve yapıyorum. Su mu? Kabak çekirdeği mi? Bornoz mu? Çorap mı? Neyse artık. Çünkü neyi biliyorum?

* * *

Haftasonu geldiğinde de kraliçe ben olacağım!

Ben kraliçe, o hizmetkar...

Gerçekten de onun evine göç ettiğimizde, televizyonun karşısına bu sefer ben kuruluyorum. ‘‘Dolapta Ice Tea kalmış mıydı?’’ ‘‘Bir kadeh kırmızı şarap rica etseydim?’’ ‘‘Fındıklar neredeydi?’’ Hiç itiraz etmiyor, tıpış tıpış yapıyor. Hele pazar sabahları öyle keyifli oluyor ki, yatakta yayılmışken benim için hazırlayacağı yumurtanın hayalini kurmak: Tek göz mü olsun, menemen mi? Omlet mi daha iyi giderdi rafadan mı?

Bu oyunu seviyorum:

Kral ve hizmetkar, kraliçe ve hizmetkar.

Söyledim, daha önce anlatılabilir bir şey olduğu benim aklıma gelmemişti, bu yazıyı beğenirseniz bana, küfredeceksiniz Nalan Apa'ya lütfen...
Yazarın Tüm Yazıları