Hayır, rüya değil gerçek

Kırmızı halıdan yürüyorum?

Haberin Devamı

Bütün spotlar üzerimde.
Rüya gibi.
Belki de gerçekten rüya...

Tiffany’de Kahvaltı’nın Audrey Hepburn’u beni kapıda karşılıyor.

Çok kibar ve şefkatli.

Elbisesinden gözümü alamıyorum, daracık ve simsiyah, yere kadar ve deriiin bir yırtmaç ve boynunda inciler.

Asaletin timsali Audrey Hepburn bu gece çok güzel.

Ve parmaklarının arasında, onu daha da dişi yapan siyah ağızlığı.

Çekinerek içeri giriyorum.

İngiliz şef Gordon Ramsay ile burun buruna geliyorum, üzerinde beyaz şef gömleği var, en tatlı, en sakin haliyle gülümsüyor, eliyle beni içeri buyur ediyor.

Aman tanrım Madonna!

Karşımda duruyor.

Siyah, minik bir şort giymiş, üzerine de belini ve kaslı kollarını açıkta bırakan askılı - atletimsi bir bluz.

Formunun zirvesinde.

Epey kalabalık bir grup.

Bakınıyorum şöyle etrafa, o esnada elime bir şampanya tutuşturuyorlar.

İşte, Grace Kelly!

Her zamanki gibi zerafet kraliçesi. Krem rengi bir tuvalet giymiş, boynundaki pırlanta gerdanlık yıkılıyor, kocası Prens Rainier de, göğsünde madalyaları, gururla
karısının elini tutuyor.

Yine içi içine sığmıyor, işte Liza Mineli!

Köşede Al Pacino en cool haliyle.

16. Louis ile Maria Antoinette, hararetli hararetli bir şey konuşuyorlar beni görünce kadeh kaldırıyorlar.

Ramses, seksi çingene, 101 Dalmaçyalı’nın kötü kadını Quarella, Zeyna, Jackie Kennedy, Lei Liu Li Yang, Bruce Lee, Sezar, Kleopatra, yanında en son keşfettiği Playboy kızıyla Hugh Hefner, Selana Gomez, Cher, Britney Spears, ehlileştirdiği timsahı tarafından yenilen Avustralyalı Krokodil avcısı, Matrix’in
Keanu Reeves’i.

Ve nereden araya karışmışsa GS’lı Arda.

Duyan gelmiş, duyan gelmiş.

Hepsi benim için gelmiş!

Peki ya ben?

Ben bu gece, mahçup bir Irma la Douce’um!

Sokakların, sokak fenerlerinin kraliçesi.

Siyah peruk, siyah büstiyer, kırmızılı, siyahlı yırtmaçlı etek ve olmazsa olmaz file çoraplar, tabii ki bileğe kadar saran siyah eldivenler ve ekstradan benim katkım, kıpkırmızı topuklu ayakkabılar.

Gerçi gecenin ve içkinin ilerleyen saatlerinde, seksi hemşire de oldum, dar etekli, kasketli İngiliz polisi de.

Ama yine biraz mahçup!

* * *

Haberin Devamı

Çünkü Dubai’deki arkadaşlarım, geçmiş 41. doğum günümde öyle bir numara çekmişlerdi ki...

Doğrusu utandım.

Anlatamayacağım kadar büyük bir özen...

Ev sahibi Ayşen ve Bryan Gilroy, evlerini bir kostümlü balo mekanına çevirmişlerdi, herkes tarihten, edebiyattan, Hollywood’dan, çizgi romanlardan, futboldan bir karakter olarak gelmişti.

İnanılmaz bir dekor ve ışıklandırma...

Yemekler, servis...

Bütün duvarlar, film afişleriyle süslüydü.

Hepsinin kahramanı kimdi?

Bildiniz!

Ben!

Nereye baksam, çığlık atıyordum.

Ve en şahane fotoğraflarım.

Hepsi duvarlarda.

Kanvaslara basılmış bir halde.

Gerçekten insan kafayı yer.

Yedim!

Bugüne kadar kimse, benim için böyle bir şey yapmadı.

Ayşen Gilroy’a böyle deli bir işe kalkıştığı için...

Demet Kalender Şen’e, hayatım boyunca tanıdığım en yaratıcı insan olduğu için, bütün o duvarlar onun eseriydi...

Tuba Örüklü’ye süsleme ekibinin ayrılmaz parçası olduğu için...

Yonca’ya, elinden yönetmenlik de geldiği için, çünkü bir de film yapmışlardı...

Binlerce teşekkür!

Bunların hepsi ciddi ciddi işlerde çalışan insanlar, bir öğleden sonra Hintli kıyafetleri giyip, parkta, şelalenin altında bir klip çekmişler. Bir aşk hikayesi, bu kadar mı komik olur.

Yönetmen de, kameraman da, montajcı başı da Yonca Tokbaş.

O kadar büyük bir emek ve çaba ki, pes, bu kadar olur.

Neticede insanın altında ezileceği kadar güzel ve büyük bir doğum günüydü, giderayak Dubai’deki bütün arkadaşlarıma çok çok teşekkür ediyorum.

Haberin Devamı

HAMİŞ Sevgilim de Karayip Korsanı'ydı. En az Johnny Depp kadar seksiydi. Önemli olan başında saç yokken seksi olabilmek, başında saç varken babam da olur!


İnsan, çok yakın arkadaşının kocasını bir başka kadınla öpüşürken görürse ne yapar?

Havaalanındayım. Pasaport kuyruğunun önünde birbirinden kopamayan.

Vantus gibi öpüşen.

Aynı anda ağlaşan, durup durup sarılan bir çift görüyorum.

Hemen
söyleyeyim:
“Kendini iğrenç hisseder. Acilen kafayı çevirir.
Buharlaşmak ister.
Yer yarılsın da içine
gireyim der.”

İtiraf etmem gerekirse, romantik ve sempatikler...

Kadın, adamın her yerinde.

Sadece kollarıyla değil, uzun bacaklarıyla da sarılıyor adama.

Zaten yirmilerinde duruyor.

“Derin bir sevda bu” der gibi, sevgilisine yapışmış kopamıyor, çok içten ağlıyor, belki ki gerçekten acı çekiyor.

Yine itiraf etmem gerekirse, adamda aynı samimiyeti görmüyorum, biraz hesap var hareketlerinde sanki, kadın daha doğal; evet kadını yolcu ediyor, belli ki kibar olmaya çalışıyor, ama biraz da, “Hadi güzelim amma uzattın!” der gibi bir havası var.

Ve kadere bakın ki, saniyenin onda birinde adamla göz göze geliyorum.

O da ne!

Ben onu tanıyorum!

A aaaaa!

Genç kadınla havaalanın ortasında yiyişen benim üç çocuklu bir arkadaşımın kocası.

Ne yapacağımı şaşırıyorum.

Yanlış zamanda, yanlış yerdeydim.

Kafamı çantama sokuyorum, bir şey arama bahanesiyle.

Öleceğim utancımdan.

Aklımdan ilk geçen, yakın bir kadın arkadaşımı arayıp paylaşmak. Yapamıyorum, elim varmıyor.

Onun yerine sevgilimi arıyorum.

Dünyanın en şahane adamı olduğu için, aklımı okuyor, “Böyle şeyler söylenmez biliyorsun değil mi?” diyor, “Görürsün ve unutursun.”

“Evet. Gerçi ölüyorum birilerini aramaya ve dedikodu yapmaya. Ama yapmam merak etme” diyorum.

Kimseyi arayamadım, söyleyemedim.

Arkadaşımı da uyaramadım.

Ama içimde ukte kaldı:

Doğrusu nedir?

Ne yapmak gerekir?

Söylenmeli mi?

Söylenmemeli mi?

Arkadaşım üzülecek evet ama ilişkisi de yalan üzerine kurulu.

Ha şu da var, ukalalık edecek halim yok, hayatta insan başına neler geleceğini bilemez, aldatan da olabilir, aldatılan da.

Kararsız kaldım, karışmamaya karar verdim.

Ama size de sormak istedim:

Siz olsaydınız ne yapardınız?

Yazarın Tüm Yazıları