Hayatta iki defa enayi olmayacaksın!

Bu röportaj kahkahalar içinde yapıldı. Hatta röportajın orta yerinde Şarık Tara en ciddi haliyle, “İster misin sana sucuk yaptırayım mı?” dedi. Nasıl bayıldım anlatamam.

Her şeyi mümkün kılabilen biri o. Sakın yanlış anlaşılmasın, varlıklı olmasından kaynaklanan bir özellik değil, genetik yapısı öyle, o var edici bir adam. 80 yaşında ama yeniliğe, yaratıcılığa, tecrübeden daha fazla değer veriyor. Ve inanılmaz renkli şeyler anlatıyor. Hayatı dolu dolu yaşamış. Hâlâ öyle yaşıyor. Yılın dört ayını teknede eşiyle geçirdiğini söylerken, bir klasik konseri için Viyana’ya gittiğini anlatırken gözlerinin içi parlıyor. Bana enerji verdi. İnşallah size de verir.

Sizinki çarpıcı bir göç hikâyesi, hadi gelin başlangıç noktasına, Üsküp’e dönelim...
- Üsküp’ün en eski ailelerinden birine mensubum. Ailemin geçmişini 1392’ye kadar götürebiliyorum. Saraybosna’yı kuranlardan bizimkiler. Padişahla araları çok iyi. Zaten bu aralar, ailemin tarihin yazıyorum, birinci cilt bitti, 1520’ye kadar geldik.
/images/100/0x0/55eaaad8f018fbb8f88f0790
Çekirdek ailenizden hatırladığınız kokular, dokular, renkler.
- Güzel bir hayatımız vardı. Çiftlikler, faytonlar, Macar yardımcılar, konken partileri, at yarışları...

Siz oldum olası varlıklı mıydınız?
- Üsküp’teyken öyleydi, İstanbul’a gelince durum değişti. Biz üç kardeştik. Annemiz müthiş bir kadındı, görgülü, merhametli, iyi kalpli ve adil. Lise tahsilini İstanbul’da yapmış, Erenköy Kız Lisesi’nde. Birincilikle bitirmiş, sonra Tıbbiye’de okumuş, fakat ne yazık ki Üsküp’e geri dönmek zorunda kalmış. Akıllı bir kadındı. Zaten eğitimini organize eden de oydu, harp yıllarıydı, “Üsküp’ten fayda yok, sen İstanbul’a git evladım” dedi. “Ben de geleceğim kardeşlerinle peşinden.” Bin bir dolap çevirdi, pasaport ayarladı ve beni yolladı.

Demek siz annenizle daha yakındınız?
- Herkes aslında öyle değil midir? Anne bu, benzer mi başka şeye? Babam da iyi adamdı, hukuk mezunuydu ama annem müstesna kadındı. Bana bak bunları toparlayarak yaz, biz hanımla 54 yıldır evliyiz, pek düşkündür bana, kıskanmasın! (Gülüyor)

12 yaşında dayınız ve yengenizin yanına geldiniz. İstanbul sizde nasıl bir etki yarattı?
- Büyük çok büyük bir şehirdi. Nüfus 700 bindi ama yine de gözüme çok kalabalık geldi. Beni önce Alman Mektebi’ne yazdırdılar. Bir yıl Alman mektebinde okudum sonra Kadıköy Üçüncü Orta da okudum.

Sizi bu adam yapan hangi özellikler o yıllardan?
- Bak bunu küçükken annemden öğrendim: “İki defa enayi olmayacaksın.”

Ne demek o?
- Bileğimdeki saat Patek Philippe. Dünyanın en pahalı saatlerinde biri. Bu saati kaybedersem enayilik ama bir de üstüne üzülürsem iki kere enayilik!

Aaa çok güzel. Kardeşlerinizle birlikte anneniz de geldi mi İstanbul’a...
- Geldiler. Kız kardeşim Damme de Sion’da, erkek kardeşim Galatasaray’da okuyordu. Ve işte o kardeşim aynı zamanda bir atölyede çalışıyordu, yangın çıktı, dünya güzeli çocuk öldü. Kahrolduk!

Ooo çok fena...
- İstanbul yılları zor geçti. O kadar fakirdik ki. Üsküp’teki hayat nerede, İstanbul’daki hayat nerede?

Evet ayrıca genç bir cumhuriyetin kuruluş yılları... Üstelik İkinci Dünya Savaşı Türkiye’si... Seferberlik şartları var, yokluk, kıtlık, ekmek karneyle ve siz lisedesiniz...
- 15-16 yaşında çalışmaya başladım ben. Sonra hep çalıştım. Hem okudum hem çalıştım. Annem, pırlanta falan ne varsa hepsini satmıştı. Ama biz de, çok iyi okuduk. Bu bir aile geleneği gibidir, çocuklarım da başarılı talebelerdir, torunlarım da öyle...

Liseden sonra İTÜ’de mühendislik okudunuz. Peki bütün süreçte neleri savunuyorsunuz, neler düşünüyorsunuz? Hangi fikirlerin peşinden gidiyorsunuz?
- Fikir peşinden gidecek lüksüm olmadı. Gençliğin tadını çıkaramadım. Altı ay üniversitede ders çalışıyordum, altı ay işte para kazanıyordum. Gerçekten eşek gibi çalıştım.

Kızların peşine düşmediniz mi hiç?
- Olmuştur, olmuştur ama her şeyden evvel iş geldi. Bir de karım Lale’yi erken tanıdım. Kız kardeşimle Damme de Sion’da birlikte okuyordu, ben onlara kimya öğretiyordum. 6 yıl flört ettik, sonra evlendik. 26 yaşındaydım. 24 yaşındayken de İstanbul’da en yüksek maaşı alan mühendistim.
/images/100/0x0/55eaaad8f018fbb8f88f0792
Mühendis olmayı niye istediniz? O zamanlar en sükseli meslekti o yüzden mi?
- E tabii. O yıllarda sayıları az olduğu için doktorlar ve mühendisler kıymetliydi. Anneler gururla söylerdi. Ben de Nişantaşı’nda T cetveliyle çok hava attım.

E peki sonra?
- Almanya’da staj imtihanını kazandım ikincilikle ama dediler ki, “180 lira yol parası gerekiyor.” Nerede öyle bir para? Gidemedim. Onun yerine Adapazarı’na çalışmaya gittim, o yaz beş bin lira para kazandım, ben üç yüz-beş yüz lira ile idare ettim, hepsini getirdim anneme verdim. Hayatım hep mücadeleyle geçti. Biz Balkan göçmenleri böyleyiz.

“Bu ülkede müthiş işler yapacağım” diye bir hayal kurmuş muydunuz?
- Tabii tabii...

Özgüveniniz her zaman bu kadar yüksek miydi?
- Bunlara kafa yoracak vaktim bile yoktu. Haydarpaşa soğukhava deposunu yapıyoruz, proje müdürüyüm. Sene 1955. Üniversiteyi bitireli henüz bir yıl olmuş, şantiye şefi olmak için pek gencim. Bir gün Adnan Menderes geldi, “Buranın proje müdürü nerede?” dedi. Üzerimde bir parka var, zayıfım 65 kilo filan, “Buyurun beyefendi benim” dedim. Baktı yüzüme, “Böyle proje müdüründen, böyle inşaat olur!” dedi. Ben de iyi hoşum ama altında kalmam bu lafın...

“Böyle boktan inşaat” mı olur demek istiyor...
- Evet. “Beyefendi” dedim, “Bu inşaatı tersine çevirseniz, İstanbul’daki minarelerden daha çok minare ile karşılarsınız. Temel kazıklarının boyu 36 metre. Zemin zayıf olduğu için kayayı buluncaya kadar iniyoruz. Merak etmeyin, biz de işimizi biliyoruz ve iyi yapıyoruz.” Gülümsedi, “Tamam, tamam” dedi. Yavaş ilerliyoruz ya, bizden tarih istiyor. “Ne zaman biter?” dedi. Ey cenabı Allah, nereden ağzımdan çıktıysa, “Altı haftada biter” dedim. “Evladım” dedi, “Sen de inanmıyorsun söylediğine ama 42. gün buradayım!” Gider gitmez anneme telefon açtım, daha evli değilim o zaman, “Yatağımı, yorganımı koy bana yolla, artık gece gündüz buradayım...” 24 saat 1.000 kişiyle çalıştık. Ve gerçekten de altı hafta sonra bitirdik. 42. gün beyefendi gelmez mi? İnanamadı. Beni yanaklarımdan öptü. Pek kimseyi de öpmezdi. “Teşekkür ederim evladım” dedi. Ve biz, o günden sonra Adnan Bey’le dost olduk. O dostluğumuz da ölümüne kadar devam etti. Bana “Keşke senin gibi bir oğlum olsaydı...” bile demişliği vardır, çok saygı duyardım kendisine.

Röportajın burasında diyecekler ki, “Haaa demek ki Adnan Menderes sayesinde bu kadar servet yapmış, bu kadar uçmuş...”
- Desinler şekerim. Başkası da uçaydı...

Size faydası oldu mu?
- Olmaz mı? Bir başbakan sana teşekkür ediyor, senin gibi evladım olmasını isterdim diyor.

Peki ne zaman “Ben artık oldum” dediniz ve ENKA’yı kurdunuz?
- ENKA’dan önce İhsan Ruhi Berent’in şirketinde bir maceram var. Arnavuttöy’de yine şantiye şefiyim. “İşi bitir, yüzde 10 prim vereceğiz” dediler. Herkes zarar edeceğimizi zannediyordu. Tahminlerinin üzerinde bir para kazandılar, sayemde. Yüzde 10, epey para tutuyordu. “Genç bir adama o kadar para verilmez” dediler, kestiler. Söz verdikleri paranın onda birini verdiler, 20 bin lira. Oysa 200 bin hak etmiştim. O zaman Nişantaşı’nda iki daire demekti. “Hadi bana eyvallah” dedim.

Gençsiniz, hiç korkmadınız mı işi bırakmaya, kendi kanatlarınızla uçmaya...
- Ne korkacağım? Gördüm yapabileceğimi. Oradaki bütün işi ben yapıyordum zaten, Ankara’yla temaslar dahil. Bir de neye güvendim biliyor musun? Benim kazık inşaat yaptığım 17 amelem vardı. Ayrıldığımı duyunca geldiler ve “Abi biz de geliyoruz. Bir sene hiç maaş verme, fasulye, pilav, ekmek parası ver yeter. Seninle beraberiz” dediler.

Size bu kadar inanıyorlar...
- Evet. O şirketi nereye getirdiğimi biliyorlar. Bu arada rahmetli Sadi, sınıf arkadaşımdı ve kız kardeşimin kocası. Eniştem. O da Rumelili. Daha önce de söyledim, bizi burada hep yabancı bellediler, biz de hep Rumeliler birbirimizi tuttuk. Ben 4.000 kazanıyorum, o 2.000. Ben başka biriyle ortaklık kurdum. Annem, “Olmaz, Sadi’yi alacaksın” dedi.

Anne müthiş...
- Evet, öyleydi. ENKA ismini de o koydu. Ben Şasa, Masa, Gülçelik filan düşünüyordum. “Ne uğraşıyorsunuz, Enişte ve kayınbirader sözcüklerinin ilk hecesi ENKA” dedi. İşte böyle kurduk. Ama tabii yine sonsuza kadar çalıştık. Böyle bir çalışma yok. Zaten çalışmadan hiçbir şey olmuyor.

Şirketi kurdunuz. Sonra da en tepelere oturttunuz. Ödüller, defalarca yılın işadamı seçilmeler... Türkiye’nin en önemli işadamlarından biri oldunuz, yurtdışındaki inşaatlarınızla Türkiye’nin gururu oldunuz. Tek sırrı çalışmak ve eşek gibi çalışmak mı? Sizin hiç torpiliniz yok muydu? Ya da cesaret bunun kaçta kaçı?
- Bak, ben sana söyleyeyim: Yüzde 50’nin üzeri iyi ilişkiler. Bu, gerekiyor. Daha da önemlisi hiçbir zaman eğri yola sapmayacaksın, dürüstlükten vazgeçmeyeceksin. Bana Almanlar sordu “Rusya’da mafya ile durumunuz ne?” Ben de “İş ilişkim yok ama herkes benim dostum” dedim. Kim derdi ki bir Türk firması Moskova’da bu kadar emlak sahibi olacak? Benim Türkiye’de doğru düzgün mülküm yoktur. İstanbul’da evim var, Marmaris’te Kempinsky Residans’ta bir katım var, o da 20-30 sene için, ENKA kooperatifinde bir evim, bir de mecburen Zekeriyaköy’de. ENKA’nın da şu üç bina hariç gayrimenkulü yoktur. Türkiye’de de hiç bina yapıp satmadık.

Niye?
- Beceremedik. Ucuza mal edemedik.

35 yaşında vergi rekortmeniydiniz...
- Evet öyleydi, herkes geriden geliyordu.

Genç yaşta başarınca bir erkek ne hisseder?
- Spor yaptıysan, beni anlarsın. Spor, kaybetmeyi de kazanmayı da öğretiyor insana. Spor yaptıysan egon şişmez. Bir de ben hızlı karar alırım. Şirketteki çocuklara da “N’olur hızlı karar verin” derim. “Her yanlışınız bana aittir, siz yeter ki karar verin...”

Sizin gibi muktedir bir insana yaşlanmak koymuyor mu?
- Kişi kendini bilmez ise arif olamaz! Halini bileceksin. Ben bu ülkede en çok kime kızıyorum biliyor musun? Deniz Baykal’a. Bu son olayları kastetmiyorum. Gönül isterdi ki ben nasıl 56 yaşında şirketimi, 28 yaşında oğluma devrettiysem, o da bunu yapsın. Belki o zaman bu hallere gelmezdik. Hiçbir zaman da CHP’ye oy vermedim.

Kimse iktidarından kolay kolay vazgeçemiyor? Siz nasıl yaptınız? Ayağınızın altında halı çekiliyor gibi olmadı mı? O boşluğu nasıl doldurdunuz?
- Deli misin benim hobim o kadar çok ki! Spor seviyorum. Her gün bir saat yüzüyorum. Her gün bir saat klasik müzik dinliyorum. Buradan kalkıyorum, istediğim bir konser için Viyana’ya gidiyorum. Karımla her yere giderim. Geçene sene 120 gün teknede kaldım. 4 ay ediyor. Eğitim işleriyle uğraşıyorum, konferanslar veriyorum. Hayat güzel, yapacak çok şey var.

DIŞİŞLERİ BAKANI OLMAK İSTERDİM

“Bir sürü şey yaptım ama şunu yapamadım” dediğiniz bir şey...
- Dışişleri bakanı olmak isterdim. Olsaydım, bu ülkeye çok faydalı olurdum. Bir de Turgut Özal’ın yaptığı referanduma keşke engel olabilseydim. O referandumun Türkiye’ye zararı çoktur. Bu yüzden küstük. Oysa, kardeş gibiydik. Dokuz ay sonra bana telefon etti, “Şarık, o işte sen haklıydın” dedi, “Ya sen bana Ankara’ya yemeğe gel ya da ben İstanbul’a geleyim barışalım.” Biliyorsun o da Teknik Üniversitelidir, benden iki-üç sınıf büyük. “Ben Ankara’ya filan gelmem” dedim. Bir de böyle ters tarafım vardır. “Pazartesi Sayın Başbakanımız size yemeğe geliyor” diye bir telefon aldım az sonra. “Deyin ki” dedim, “Başbakan’ın hem perhiz yemeğini hem de normal yemeğini hazırlatıyorum.” Rahmetli öyleydi, evvela perhiz yemeğini yer, sonra hakikisine geçerdi.

Manevi olarak kazandıklarınız, kaybettiklerinizden fazla, öyle mi?
- Tabii. Kaybettiğim pek bir şey yok. Ben herkesi seviyorum zaten.

Hiç mi sinirinizi bozan şey yok...
- Fenerbahçeliler bozuyor.

ARABA KULLANIRKEN UYUDUM, HİSAR’DA AĞACA GİRDİK

Evliliğiniz nasıl gerçekleşti? Aşk mı mantık mı?

- Ne mantığı? Âşık oldum.

Nesine vuruldunuz?
- Önce aklına, sonra güzelliğine. Audrey Hepburn’e benzerdi. Hatta, onun güzeliydi. Ondan sonra bir kaza geçirdik biz. Bütün yüzü gitti. Defalarca ameliyat olması gerekti. Benim de kalçam gitti. Ölümden döndük.

Nasıl oldu kaza?
- Sorma, ben araba kullanırken uyudum. Rumelihisarı’nda bir ağaca girdik. Gecenin bir yarısıydı. Allah’ın bir lütfu olarak hayatta kaldık. İki kez protez takıldı kalçama. Benim böyle vukuatım çok, 42 yaşında da enfarktüs geçirdim, olimpiyatları seyrederken. Benim kalp problemim de var, şeker var, var da var. Ama idare ediyoruz ya...

Eşiniz peki?
- O da pek çok ameliyat geçirdi ama iyileşti. Lale özel bir kadındır, çok da iyi bir annedir.

Siz, çocuklarınızın büyümesine yeteri kadar tanık oldunuz mu? Veli toplantılarına, mezuniyet törenlerine gidebildiniz mi? Yoksa baba, hep çalışıyor muydu?
- Bu dediklerinin hiçbirini yapamadım. Ama çocuklarıma yardımcı olmaya çalıştım. En mühim şey, ben çocuklarım hiçbir zaman “Hayır” demedim.

Bu, iyi bir şey mi?
- Çok.

Şımarık olmazlar mı?
- Hayır. Baba, “hayır” deyince, onun gerçekten “hayır” olduğunu bilirler. Çocuklarım şımarık değildir, iyi yetişmiş mütevazı çocuklar. İki kız, bir oğlan. Oğlum var, Zürih Teknik Üniversitesi’ni birincilikle bitirdi, sonra Stanford’da MBA yaptı.

Herkes nasıl bu kadar başarlı sizin ailede?
- Bilmem genetik herhalde, herkes iki üniversite okudu.

Kızlar?
- Büyük kızım Zürih’te hem hukuk okudu hem siyasal bilgiler. Küçük kızım da Rhode Island School Design mezunu. Torun Mehmet, Sinan’ın oğlu Moskova’da ikinci adam, idare meclisi azası, o da inşaatçı. Üçüncü jenerasyon da çalışıyor ENKA’da.

EVDE PATRON KARIM

Aynı kişiyle 54 yıl birlikte olabilmenin sırrı var mı? Size alttan mı aldı, özgür mü bıraktı?

- O mu alttan aldı ben mi, o belli değil. Girmişsin bir yola, karşılıklı olarak idare edeceksin.

Evde gerçek patron kim?
- Her zaman hanım. Ben zaten dışarıda patronum, bir de evde mi olayım artık?

BENDEN PİSTON İSTEMEYİN!

Millet, ENKA’ya çocuğunu sokmak için deli gibi torpil arıyor.

- Ben de bundan şikâyetçiyim. Kızıma dedim ki “Bana bak, çocuğun doğar doğmaz okula yazdır, benden piston isteme!” Okulun muayyen prensipleri var. Ben, kontenjan dahi istemedim. İstemesem bile başa çıkamazdım ki, en az 5.000 dostum var, hangi birine yeteyim? Mesajım çok net: Çocuğunuz doğar doğmaz, ENKA’ya yazdırın, benden torpil morpil istemeyin. Geçen gün Jak Kamhi’yi gördüm, bana kırgın, tavsiye ettiği çoçuğu okula almadım diye. Oysa ben Jak’ı çok severim...

E o zaman alsaydınız ya...
- Olur mu? Cumhurbaşkanı da istedi, onu da yapamadım. Alsaydınız demek kolay. Bir sistemi bozuyorsunuz. Onun torununu alırsam, senin kızını da almak zorunda kalırım. Lütfen doğurunca yazdırsınlar, bu tür problemler yaşanmasın.

1.500 ÇOCUĞA BURS VERDİK

“İnsanlık için ne yaptım?” dediğinizde, içiniz rahat mı?

- Çoook. 1.500 kadar burslu çocuk var... 500 milyon dolarlık bir vakıf. ENKA’nın yüzde yedisine sahip. Bi ze muhtaç değil. Ve iyi işler yapan bir vakıf.

Yapmak istediğiniz şeyler...
- Gebze’deki okul muvaffak olursa, yanına meslek edinme kursları açacağız. Türkiye’nin problemlerinden bir tanesi de iş. “Lise mezunuyum” diyor, “Ne iş yaparsın?” “Her işi!” diyor. Bu olmaz. Mutlaka mesleği olmalı...

Kimden çıkıyor bu fikirler...
- Oğlum Sinan’dan. Bazen de benden.

DOĞUŞTAN ŞANSLIYDIM

Ben hep şanslıydım. Çünkü öyle olduğuma inanırım. Bunları annemden öğrendim. Herkesi de severim. Çünkü annem, “Sevmek zevk derdi, sevmemek enayilik!” Ben mutlu olmasını bilen insanım. Bana, “Seni neden herkes seviyor?” diye sorarlar. Çünkü ben herkesi seviyorum, ondan. Hayata böyle bakarsan rahat edersin, şanslı da olursun, mutlu da...

TECRÜBE HER ŞEY DEĞİL

Ben tecrübeye fazla değer vermeyen bir insanım. Tamam tecrübe de önemli ama daha önemil şeyler var: Yaratıcı olmak, yenilikleri takip etmek ve onlara adapte olmak. Son 10 senede olan değişiklikler, İsa’nın doğumunda bu yana olanlardan daha fazla. Anlatabiliyor muyum?

KAPİTALİST GİBİ KAZAN SOSYALİST GİBİ DAĞIT

İş yaptığım, anlaştığım hükümetlerin tamamı, sosyalist hükümetler... Benim zaten çok komünist arkadaşım var. Şaşırıyor millet. “Nasıl beceriyorsun” diye soruyorlar. “Neden?” diyorum; “Kapitalist gibi kazanacaksın, sosyalist gibi dağıtacaksın!”

ERDOĞAN NİYE SERT ANLAMIYORUM

Recep Tayyip Erdoğan’ı hem tanırım hem tanımam... Belediye başkanı olduğu zaman, metroyu yapıyorduk. Çağırdı, “Bu kadar bu kadar para ödeyebilirim ve mukaveleye uyarım” dedi. Biz böyle laf çok dinlemiştik. Ama o, bizi şaşırttı, hakikaten uydu. Ama şimdi sanki farklı. İktidara, çoğunluk oylarıyla geldi. Karşısında da adam gibi muhalefet yok. Ama niye bu kadar sert? Hiç anlamıyorum. Sertliğin Türkiye’ye bir faydası yok.
Yazarın Tüm Yazıları