Paylaş
SÖZ BÜYÜDÜR
ADI “8 Saniye”.
Uyruğu Türk-Alman ortak yapımı.
“Vizontele 1”, “G.O.R.A”, “Sınav”, “Yahşi Batı”, “Aşk Tesadüfleri Sever” filmlerinin yönetmeni Ömer Faruk Sorak’ın yeni filmi.
Berlin’de doğup büyüyen Esra İnal’ın hayatından esinlenilmiş.
Esra, hem senaryoyu yazanlardan biri hem de başrol oyuncusu. Filmin bir de sürprizi var:
Don Miguel Ruiz!
Kitapları, tam 38 dile çevrilmiş bir spritüel bilimci.
O bir Toltec.
Meksika Kızılderilileri tarafından hayata geçirilen bir bilgelik. Toltec’ler, Meksika’da geçmiş dönemlerde yaşayan, gelecekten haber veren sanat ve bilim adamlarından oluşan bir topluluk. Daha sora İnka ve Aztek gibi medeniyetlere dönüşüyor. Toltec de aslında “sanatçı” demek. Hayatı güzel yaşayanlar ve yaşatanlar. Don Miguel’in ailesi de onlardan. Kendisi yetiştiği ailede Toltec bilgeliğine sahip oluyor, 1986’ya kadar cerrahlık yaptıktan sonra mesleğini bırakıp bu bilgilerini dünyaya yayabilmek için kitaplar yazıyor.
Peki 2015’in Şubat’ında gösterime girecek, “8 Saniye”nin baş rol oyuncusu Esra’nın Don Miguel’le alakası ne?
Berlin’de yaşayan Esra’nin iki paralel hayatı var.
Biri normal hayatı, diğeri rüyalarında yaşadığı hayat.
Esra, senelerce rüyasında aynı adamı görüyor.
Bu arada, baskıcı bir ortamda, kendisine dayatılan kurallarla yaşıyor ve sadece rüyalarında mutlu oluyor. Tek istediği de rüyalarına giren adamı bulmak.
18’inde evleniyor, 19’unda boşanıyor, bir sürü şey oluyor hayatında, hep inişler çıkışlar, hatta büyük travmalar, intihara kalkıyor...
Ve günün birinde, bir kitabın arkasında bir fotoğraf görüyor.
Yıllarca rüyalarında gördüğü adam...
Atlıyor onu bulmaya Meksika’ya gidiyor.
Onunla tanışıyor, ondan Toltec bilgeliğini öğreniyor.
Ve geri dönüp hayatının kontrolünü eline alıyor.
Esra bugün Toltec bilgeliği öğretebilen bir hoca...
Bu sadece spritüel bir film değil aynı zamanda bir kadın filmi... Don Miguel’in de İstanbul’a geldiğini duyunca, beni durdurabilene aşkolsun!
4 anlaşma nedir?
DAHA iyi yaşamak için bu 4 maddelik anlaşmayı hayatımıza geçirmemiz gerekiyor.
1- Söz büyüdür.
2- Hiçbir şeyi kişisel alma.
3- Varsayımda bulunma.
4- Yapabildiğinin en iyisini yap.
Hayatı daha güzel yaşamak için 4 anlaşma
Sizin gibi tüm dünyanın tanıdığı spritüel bir bilimciyi İstanbul’da ağırlamak ne güzel!
-Teşekkür ederim, ben de burada olmaktan mutluyum.
Hayrola İstanbul’da olmanızın sebebiniz nedir?
-Ömer Faruk Sorak’ın son filminde konuk oyuncu olarak küçük bir rolüm var, çekimler için geldim.
Filmin konusu ne?
-Kadınların özgürlüklerini kazanmak için nasıl mücadele edebileceklerini, tüm olumsuz yargıları ve negatif eleştirileri nasıl savuşturabileceklerini anlatıyor. Bir kadın filmi aslında. Filmin senaristi de, başrol oyuncusu da benim yıllardır tanıdığım biri: Esra İnal. Benim aynı zamanda eski bir öğrencim. Film biraz da hepimizin bilmesi gereken bir şeyi anlatıyor: Koşulsuz aşk ile şartların sınırlandırdığı aşk arasındaki farkı...
Açar mısınız biraz...
-“Şunu şöyle yaparsan, seni sevebilirim!” “Ancak bu dediğimi gerçekleştirirsen, seni sevebilirim!” Bunlar mesela, şartların sınırlandırdığı aşkın cümleleri. Bu cümlelerle, sevgililer birbirlerini kontrol edebilmeyi garantilemiş oluyorlar. Etrafınıza bir bakın, çoğunluk birbirini böyle seviyor. Oysa bu aşk değil! İki insanın birbirini sevmek için önüne sürdüğü koşullar...
Neden koşullar öne sürüyoruz?
-Çünkü karşımızdakini kontrol etmeye çalışıyoruz. Her zaman, her durumda kontrol bizde olsun istiyoruz. Hep haklı olmak istiyoruz. Zaten öyle değil miyiz? Hep biz haklıyız! Bizim dışımızdakiler her zaman haksız! Doğru olan, kendimiz gibi davranabilmemiz ama yapamıyoruz maalesef. Çünkü kendimizi bile koşulsuz, sorgusuz-sualsiz sevemiyoruz. Diyoruz ki: “Kendimi severim ama başarılı olursam”, “Kendimi severim ama zayıflarsam”, “Kendimi severim ama iyi bir kariye yaparsam”. Hep “Ancak şöyle olabilirsem, kendimden memnun olurum!” diyoruz. Hayata böyle bakıyoruz. Oysa, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeli, olduğumuz gibi sevmeliyiz.
Gelelim “Toltec bilgeliği”ne. Tam olarak nedir Toltec?
-Toltec, aslında ‘sanatçı’ demek. Toltec bilgeliği de sanatçı bilgeliği anlamına geliyor. Aslında hayatı bir sanatçı gibi güzel yaşamak. Sanatçı dediğin, güzelliğe özlem duyar ve güzel olmayan hiçbir şeyi hayatına sokmaz. Kendi gibi olur, olmadığı biri gibi davranmaya çalışmaz. “Toltec bilgeliği”nde amaç insanın gerçek kişiliğini bulması.
İnsanlara bunları anlatmaya ne zaman karar verdiniz?
-Benim büyük babam Meksika’da saygı duyulan bir şaman, annem de bir şifacı. Ben bu öğretilerin içine doğdum. Ama tıp eğitimi aldım ve uzun seneler cerrahlık yaptım. Fakat bir an geldi, özüme döndüm ve bu öğretileri başka insanlarla paylaşmaya başladım.
Ağzından çıkana dikkat et!
“Dört anlaşma”nın ilki, “Söz, büyüdür”.
-Evet. Çünkü ağzımızdan çıkan laflar önemlidir. Uçup gitmiyor onlar, havada asılı kalıyor. Anlamı, ağırlığı, karşılığı, yaptırımı var. Yani ağzımızdan çıkana dikkat etmemiz gerekiyor. Siz, çocuğunuza, “Sesin karga gibi, çok çirkin!” dediğinizde ya da “Sen aptalsın!” dediğinizde aslında bir tür büyü yapmış oluyorsunuz; o büyü, o çocuğun üzerinde kalıyor. Eğer hayatı boyunca o büyüyü bozabilirse ne âlâ, yoksa bir ömür, sesinin karga gibi olduğunu düşünüyor, şarkı söyleyemiyor ya da aptal olduğunu düşünüp ezik kalıyor. Bizim de eksik, zayıf yanlarımız, aynı şekilde, birilerinin zamanında bize yaptığı “sözlü büyüler”. “Sen onu yapamazsın, bunu yapamazsın!” gibi.
Toltec’in ikinci anlaşması, “Hiçbir şeyi kişisel alma!” diyor. Yani biri bize kötü davrandığında, üzerimize alınmayacağız çünkü onun da kendisinin başka bir şeyden incindiği için böyle davrandığını düşüneceğiz ve ona cevap vermeyeceğiz... Sabır taşı mı olalım!
-O deyimi bilmiyorum ama anladım ne demek istediğinizi. Evet olun. Karşınızdakinin tepkisi aslında sizinle değil, kendisiyle ilgili. Kızgınsa da, kıskanıyorsa da, size ne söylerse söylesin, hepsi yalnızca kendisiyle ilgili. Ve o kendisine geri dönecek, sizinle alakası yok.
Peki böyle bir durumda ne yapağız?
-O konudan, o insandan uzaklaşın. Ben yaşadıklarınıza başka bir pencereden bakmayı öneriyorum. Aksi takdirde, siz de cevap vermeye kalkarsınız kavga çıkar, her şey daha kötüye gider.
Varsayımda bulunma!
Herkesi affedelim, kimseye kin tutmayalım, iyi güzel de, gerçek hayatta mümkün mü, böyle bir şey?
-Tabii ki mümkün! Çünkü an geliyor, hem onları hem de kendini o kadar sevmeye başlıyorsun ki, aranızda kızgınlık, kırgınlık olmasın istiyorsun. Bunu hem onlar hem de kendin için yapmış oluyorsun. Kendini sevmek bir evrimdir, biz de bunu öğretmeye çalışıyoruz.
Üçüncü anlaşma, “Varsayımda bulunma!”
-Her varsayımın sadece senin duyabildiğin ayrı bir sesi var. Biz buna “düşünce” diyoruz.
Eee, düşünmenin nesi kötü?
-Düşünmek değil, varsaymak kötü.
Neden?
-Çünkü o zaman kendinden söz ederken, olmak istediğin kişiyi anlatıyorsun, olduğun kişiyi değil. Bu da insanı mutsuzluğa sürükleyen bir şey. Düşünce, bilginin sese bürünmüş hali. Senin şu anki bilgilerinle düşüncen, yüzde 99 varsayımlardan ibaret. Bu varsayımları kontrol etmesini öğrendiğinde, kendi hikâyene doğru bir yön vermeyi de öğrenmiş oluyorsun.
Ve gelelim dördüncü anlaşmaya, “Her ne yapıyorsan en iyisini yap!”
-Aklındaki her şey aslında sanal. Yani gerçek değil. Ne zaman hayata uygulayıp, hayata geçireceksin o zaman gerçek olacak. Üzerindeki gömlek gerçek. Ama o da bir zamanlar sadece bir fikirdi, düşünceydi. Biri onu yapınca gerçek oldu. Medeniyetler de böyle kuruldu. Milyonlarca fikir üretebiliriz ama eyleme geçirmezsek, hayal ürünü kalmaya devam eder. Bu yüzden eyleme geçirmeliyiz. Yani önemli olan “yapmak”. Onda da elinden gelenin en iyisini yapmak.
Yani, ne yaparsan yap, yeter ki en iyisini yap!
-Aynen öyle!
Bu röportaj yarın da devam edecek.
Paylaş