Paylaş
Tek kişilik oyun mu dersiniz, stand up mı bilmiyorum ama müthişti! Büyükada’daki çocukluğunu, aşklarını, evliliklerini, tiyatro tutkusunu, nasıl aldatıldığını ve hayatına dair daha bir sürü anekdotu inanılmaz eğlenceli bir şekilde anlatıyor. Gülüyorsunuz ve sahnede izlediğiniz kadının komplekssizliğine hayran kalıyorsunuz. Çünkü kendisiyle kıyasıya dalga geçiyor. İçinden çikolota fışkıran bir sufle gibi Nilgün Belgün. Bedeninden hayat fışkırıyor. Ve inanılmaz dişi. Adalı olduğu için midir, babaannesi Rum olduğu için mi sebebi neyse ne, başka bir şey o. Yaşı yok, seksapel tavan. Kâh dans ediyor, kâh şarkılar söylüyor. Beni, en çok da kendine güveni şaşırttı. “Vay be!” dedim. Çok eğlenerek yaptığım bir röportaj oldu, çünkü kadın dibine kadar sahici. Ama tabii ki bir güne sığmadı, salı günü devam edecek. Fotoğrafları da Zeynel Abidin çekti, ona da bir teşekkür buradan...
Sahne şovunu izledim. Müthişsin! Bu kadar renkli ve dişi olmayı neye borçlusun? Yapı mı, gen mi, genetik mi, eğitim mi, aile mi… Ne?
- Dişilik, “Ben olayım” deyip olabileceğin bir şey değil. Öyle yaparsan üstünden akar, sakil durur. Varsa bir dişiliğim enerjimden, yaptığım işten, duruşumdan, hayata bakışımdandır. Ama kadın olmaya bayılıyorum o ayrı...
Yine de vardır bir formül… O ne?
- Tavır herhalde. Ezber bozan bir kadınım. Hayatım boyunca dayatmalara karşı geldim.
Bu gücünü nereden buldun?
- 17 yaşımdan beri çalışıyorum. Oysa çok sümsük yetiştirildim. Ailemin tek kızıydım, bir yerime bir şey olur diye annemle babam beni beden eğitimi dersine bile yollamadı, düşün. Büyükada’da herkesin bisikleti vardı, ben düşerim, kafam gözüm patlar diye hayatım boyunca bisikletim olmadı. Eğer onların kurallarıyla yaşasaydım, o sümsüklükle, kocasına pilav pişiren, “Beyim ne derse o olur” diyen bir kadın olup çıkardım. Konservatuvar dünyamı değiştirdi…
İlk savaşın kime karşıydı?
- Babama. Otoriter bir adamdı. Savaşımı kazandım ama ona hep ‘siz’ diye hitap ettim. ‘Siz’den dolayı saygım süperdi ama sevgim ıh ıh, hep mesafeliydik. Birine, “Siz” dediğin zaman, sevgiyi öteliyorsun. Dokunman lazım sevdiğine, “Siz” dediğin zaman dokunamıyorsun da…
Seni, şu anki Nilgün Belgün yapan ne?
- İstanbullu olmak başka bir format. Üstüne, bir de Büyükadalıyım. Rum, Ermeni, Musevi, Türk, hep bu mozaik içinde büyüdüm. “Anneni ve babanı ilk nasıl hatırlıyorsun?” dersen, Anadolu Kulübü’nde dans ederken hatırlıyorum. Beynimdeki en eski fotoğraf o, annem şifon elbisesiyle babamla dans ediyor. E tanışmaları da enteresan, aşk evliliği yapıyorlar, vapurda tanışıyorlar, annem Türkiye’nin ilk kadın nikâh memuru. Hep çalışan, üreten bir kadın oldu.
Annen rol modelin…
- Evet. Annem, hayata olumlu bakan ve “Ölüm dışında hiçbir şey çaresiz değildir” diyen biri. Bütün boşanmalarımda yanımdaydı. “Mutsuz musun?” diye sorardı, “Mutsuzum” dersem, “Tamam evladım, önemli olan sensin!” derdi. Hep el âlemi değil, beni tercih etti ve destekledi.
Oyunda izledim kâh Rumca şarkı söylüyorsun, kâh dans ediyorsun. Bunlar, sonradan öğrenilmiş şeyler mi?
- Yok ayol. Babaannem Rum, dedem istedi diye Müslüman olmuş ama Rumluğunu da hiç unutmamış. Kültürünü yaşatmış. Ben de nasibimi aldım tabii. Bizim evde hep Rum müzikleri çalardı. Evimizde hem Müslüman hem de Hıristiyan bayramları kutlanırdı. İki din birden yaşatıldı. Kimse de kimseye bir şey demedi.
Peki hayatını anlatan bir ‘stand up’ gösteri yapmak nereden esti? Çıkıp da hayatını anlatan başka bir tiyatrocu görmedim. Hele kadın, hiç görmedim…
- İnsanları eğlendiren, güldüren, kendiyle dalga geçen bir kadın olduğum için benden herkes stand-upvari bir şeyler bekledi. Hatta yazdılar ama başkalarının yazdıkları içime sinmedi. “O zaman ben yazayım” dedim ve gerisi geldi. Kasım ayında, ‘Hayat Sen Benimsin’ kitabım çıktı, Gülenay Börekçi’nin benimle yaptığı bir nehir söyleşi. Şov da onunla paralel başladı. İkisinde de renkli ailemi, geçmişimi, yaşadığım aşkları, tiyatroya olan tutkumu anlatıyorum. Başımdan geçenler matrak olduğu için de izlemesi eğlenceli…
Bu kadar renkli bir aileden gelmek ne avantaj sağlıyor?
- Kendine güvenin oluyor. Tabii aldığın kültür de önemli. “Başkaları ne der?” diye yaşamadım ben, hep “Hayat benim, kime ne?!” dedim. Bana sadece dürüst olmam öğretildi. Annem, “Hata da yapabilirsin ama dürüst ol, her şeyi bana söyle” dedi. Bu, müthiş bir konfor. Kendi kızlarımı da böyle yetiştirmeye çalıştım.
Kendinde ne farklılık görüyorsun…
- Sahici bir kadınım. Sanırım beni ben yapan özelliğim bu. Bir de hayatla yüzleşebiliyorum. Ne yaşımla ne fiziğimle sorunum var. İstediğim her şeyi, kimseye sormadan yapabilirim ve yaşayabilirim. Kimse hayatıma karışamaz. İzin vermem.
Bu kadar güvenli olabilmenin sırrı ne?
- Kendi ayaklarının üzerinde durabilmek. O yüzden kimseye eyvallahım yok. Kimseden korkum da.
Bazıları senin için “Çatlak” diyor. Ne kadar çatlaksın?
- Epey. “Kim ne der”i bir kenara atarsan, ‘çatlak’ olarak yaftalanman kaçınılmaz zaten. Ama toplum içinde, “O ne diyecek? Bu ne diyecek?” diye salak salak dolaşmaktansa, kendi kurallarımı koymayı tercih ederim. Biri bana yamuk yaparsa, hakaret ederse, hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmiyorum. Cevabını veriyorum. Pire için yorgan yakıyorum. E o zaman da çatlak diyorlar!
Nilgün’den önce Nilgün’den sonra Erkeklerimin hayatında miladımdır
Erkeklerin varlığını ilk ne zaman fark ettin?
- Yedi yaşımda. İlkokul öğretmenimin benden dört yaş büyük oğlu vardı: Tunç. Bayılıyordum ona. “Büyüyünce Tunç’la flört edeceğim” diyordum. Gerçekten de 16 yaşındayken Tunç’la flört etmeye başladık, Cüneyt Arkın’ın gençliği gibiydi. Ama ben konservatuvarı kazanınca Tunç Munç kalmadı tabii, başka bir dünyaya geçtim…
Konservatuvarda küt diye evleniyorsun. İnsan, 18 yaşında niye evlenir?
- Despot bir baban varsa, evlenirsin! Bir gece eve 12’de geldim diye Abdullah’la evlendik biz. “Vay efendim, neden eve bu kadar geç geliyorsun!” Biz de “Nefes aldırmıyor, evlenelim o zaman!” diye apar topar evlendik. Babamın otoritesinden kaçtım anlayacağın.
Birinci evliliğin ne kadar sürdü?
- Bütün evliliklerim beşer yıl sürdü!
İkinci kocanla iki kere evleniyorsun…
- Evet çünkü çocuk yapmak istedi. “Çocuğum var” diye ben istemedim, o kadar uzadı ki bu mesele, boşandık. “Acaba boşanmakla yanlış mı yaptım?” diye bir daha evlendim, sonradan doğru yaptığımı anladım tabii. O arada ikinci kızım dünyaya gelmişti. İyi ki de doğurmuşum. Şaka bir yana, Ayten Alpman’ın oğludur ikinci eşim İlhan, çok severim. Geriye dönüp baktığımda, bütün kocalarımı sevgiyle anıyorum, eski kocalarım artık akrabalarım…
Bu kadar çok evlenmenin sebebi neydi?
- Galiba annemin nikâh memuru olması!
Bir türlü aradığını bulamadığın için mi üst üste evlendin?
- Evliliğin devam edebilmesi için, hayat görüşünün, zevklerinin, ilgi alanlarının birbirine uyması gerekiyor. Ama zaman içinde kendimi çok geliştirdim, alıp başımı gittim, onlar geride kaldı...
“Gay’den bir tık aşağı erkek severim” diyorsun, ne demek bu?
- Babam çok otoriter ve sert olduğu için, ben yumuşak adam severim demek. O da gay’den bir tık aşağı oluyor. Sıcak, sevecen. Hırt olmayacak yani.
20’lerinde nasıl bir kadındın? 30’larında, 40’larında nasıl… Ve 50’lerde ne değişti?
- 20’lerimde iyi niyetli yumuşak başlı bir kızdım. Her şeye inanan saftirik bir şey. Evlendim, biraz büyüdüm. Tiyatronun hayatımdaki yeri çok önemli tabii, oynayıp da beğenilince, biraz daha kendime geldim. 30’lu yaşlarda da kendimi korumayı öğrendim. Elim ayağım düzgün olduğu için, o yıllarda, içimdeki erkeği devreye soktum. Sonra da hep iyi bir oyuncu olayım diye çırpınıp durdum. Bana, “Hangi yaşa geri dönmek istersin?” diye sorsalar 40’lar. Ertuğrul Özkök haklı yani. Erkekleri, kadınları, dünyayı 40’tan sonra çözmeye başlıyorsun.
Şu an kaç yaşındasın?
- 58.
50’ler nasıl…
- 50’ler de güzel geçti. En kötü yaşım inan ki 20’lerdi. Güzellik açısından da kendimi şu an daha güzel buluyorum. Ali Poyrazoğlu da söyledi, “Gençliğinde bu kadar hoş değildin!” dedi. Gerçekten de kadın, kişiliği oturdukça güzelleşiyor. Gülmek önemlidir mesela. Güler yüzlü bir kadınım. Sabah kalkınca, ölsem, hayata pesimist bakmam. Hava bulutluysa bile, “Aaa ne güzel, romantik bir hava!” derim. Hayatla kavga etmem.
Aşk acısından geberdiğin oldu mu?
- Elbette, geberdiğim de oldu, süründüğüm de. Çok âşık olduğum bir kocam vardı, son koca, aldattı beni. Dört yıl kendime gelemedim. Aldattığını öğrenince ayrıldım, ayrıldım ama adama hâlâ âşıktım. İyi ki de ayrıldım, o şekilde devam etmek, insanın kendisini aldatmasıdır. O kadar büyük bir darbeden sonra, o büyüyü yeniden yakalamak zor…
Sence iyi bir sevgili misin?
- Bence öyle. Ayaklarım yerden kesiliyor, kaşımdakini de kesiyorum. Benimle olan erkeklerin hayatında miladımdır. “Nilgün’den önce ve Nilgün’den sonrası” vardır.
Bunu erkekler mi söylüyor, sen mi uyduruyorsun!
- Valla, erkekler bunu bilirler de söylerler de. Ben birlikte olduğum hiçbir erkeği aldatmadım, korkunç bir güven veririm. Dünyayı görmez gözüm. Artık onlar aldatıyorsa da kendi hıyarlıkları!
Peki mesela o aldatma hikâyesinde, “Bu adam beni niye aldattı?” diye sordun mu kendine…
- Sormaz olur muyum? Üçüncü eşim hem öğretim görevlisiydi, hem de müzisyen. Kadınlar rahat bırakmadı adamı…
Kadınların asıl derdi sen miydin?
- Hah işte bu! Biraz tanınan, bilinen bir kadınsan, birlikte olduğun adamın etrafında kadınlar olur. Fırsatını bulunca da, tepesine binerler. Bana da öyle oldu. Biz evlenmeden, kimsenin dikkatini bile çekmezken, evlendikten sonra etrafı kadın doldu. Ve birine yenik düştü. Erkeklerin de hayatta, kendilerini tek güçlü hissettikleri yer burası. Bir başka kadının kendilerini beğenmesi…
Aşkı korumanın yolları var mı sence?
- İki kişi aşkı, uzun vadeye taşıyabilir. Birbirini eğlendirerek, hayatlarına heyecan katarak. Ama bunu yapan tek başına kadın olursa, o da bir süre sonra tükenir. Erkekler bu işleri bilmiyorlar. Bir sürü kız arkadaşım var, kocaları, “Bana dokunma da tatile mi gideceksin, alışverişe mi, ne istersen yap?” diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Erkekler tembel. Karılarıyla ya da sevgilileriyle heyecan yaşamayı bilmiyorlar. Bu da bir kültür. Anneleri öğretmemiş. Karılarının doğum gününü unuturlar, evlilik yıldönümünü atlarlar…
Bütün bunların içinde seks nerede duruyor?
- Seks olmadan, hiçbir ilişki tam değildir. Ama sadece seks de her şey değildir. Hiçbir diyaloğun yoksa, çok iyi sevişmişsin kaç yazar?
Peki, kafaca uyuştuğun ama ten uyumunun olmadığı adamlar olmadı mı?
- Yok. O adamla birlikte olamam. Sevişemediğin erkeğe, yeterince yaklaşamazsın. Aranda bir duvar olur. O duvar da bütün ilişkiye sirayet eder. Sevişmediğim adam, arkadaşım olsun, sevgilim olmasın! Birtakım şeyleri yıllar içinde öğreniyor insan. Bir masayı nasıl şölen gibi hazırlıyorsan, seksin de öyle yapılması gerektiğini, ben de yıllar içinde öğrendim. Bir masa vardır gazete serip yemek yersin, bir masa vardır, beyaz örtüler serip, özenirsin. Değerli bir şey seks, ayağa düşürmemeli…
Erkeklerle ilişkinde “Hata yaptım” dediğin şeyler keşfettin mi sonradan…
- Sırnaşık bir kadın olamıyorum. Seviyorum, deli gibi seviyorum. Ama “Sen olmazsan, ben yaşayamam” gibi bir durumum olmuyor. Oysa erkekler biraz da kadına acımayı seviyorlar, kadın ona muhtaç olsun istiyorlar. Kendine güvenen kadın korkutuyor onları. Hataysa, hatam bu işte.
Başka?
- Sezgilerim çok kuvvetli, kül yutmam, yalanı hemen çözerim. Hele bu yaştan sonra. Ama hafiyelik filan yapmam. Hayatımda kimsenin telefonunu kurcalamadım. Kurcalamaya gerek yok zaten, hissederim.
Dik duruşun, kendinle barışık halin, yalnızlığın aynı zamanda başarılı olma nedenin…
- Doğru. Pek çok başarılı kadın böyle. Ama başarılı kadınların özel hayatlarında yerle bir olduklarını gördüm ben. Bir erkek yüzünden çok perişan olduklarını. Tamam, ben de süründüm ama hep toparladım…
Erkeklerin en kötü özellikleri nedir?
- Hem birlikte oldukları kadınları terk etmek istemiyorlar hem de her haltı yiyorlar. Babam da öyleydi. Annem 27 yıl sonra, onun bir başka hayatı olduğunu öğrenince, sevmesine rağmen, boşandı.
DEVAMI SALIYA…
- Genç sevgiliden neden ayrıldı?
- Bir daha genç bir sevgiliylebirlikte olur mu?
- Genç erkeğin tılsımı,seks dışında nerede?
Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL
Paylaş