Paylaş
Mustafa Alabora, Nurgül Yeşilçay, Yekta Kopan, Mehmet Turgut, Alper Kul, Nebil Özgentürk, Ayşegül Dinçkök, Sunay Akın, Derya Karadaş, Haki Biçici, Levent Üzümcü, Doğan-Güneş Duru, Kandemir Konduk, Keremcem, Seda Güven, Selim-Zeynep Atakan, Yüksel Aksu, ablam Suna Apa, yeğenim Ela Apa, ben ve bir sürü insan daha...
Cihangir’de Bahar Meyhanesi’nde sevgili Aydın Boysan’ın 94. yaşına kadeh kaldırdık.
Gece Banu Zeytinoğlu’nun davetiydi, Aydın Abi’si şerefine hepimizi bir araya topladı.
Bütün Aydın Boysan severleri... En komiği, dev rakı şişesi şeklinde tasarlanmış pastaydı.
Boysan da coşkusunu, “Ben bu pastaya kadeh kaldırırım yahu!” diye gösterdi.
O, 94 ama çoğumuzu cebinden çıkarır! Enerjisi ve yaşam sevinciyle... Daha nice senelere Aydın Boysan!
Muhteşem bir doğum günüyle 94. yaşınızı kutladınız. İnanılmaz kalabalıktı. İnsanların size bayılmasının sebebi sizce ne? Çok özgür ve cesur olmanız mı? Çok zeki ve renkli olmanız mı? Engin hayat bilginiz mi?...
Niçin bayıldıklarını inan bilmiyorum. Bu yaşıma kadar samimi yaşadım ben. Yani yürekten. Gizlenmeden, saklanmadan. Belki budur sebebi. Çocukluğumuzda böyle öğrendik biz. Vaktiyle Nejat Eczacıbaşı bana sormuştu, “Üstat, zatı âliniz Fransız terbiyesi mi aldınız, İngiliz terbiyesi mi?” Ben de ona cevap vermiştim: “Kenar mahalle terbiyesi efendim!” Hatta saymıştım, “Benim terbiye merkezlerim, Davutpaşa Çöp İskelesi, Davutpaşa Ispanak Viranesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası!” Kahkahalarla gülmüştü. Allah rahmet eylesin, çok iyi adamdı. Hepsi teker teker gitti. Bir ben kaldım...
1921 doğumlusunuz di mi?
Evet. Ben doğduğumda daha Cumhuriyet ilan edilmemişti. Fakir bir ülkeydik ama kültürlüydük. Narlıkapı Tiyatrosu’nda Sheakspeare oynardı, Moliere oynardı, düşün artık. Yani biz, başka türlü bir hayat yaşadık. Şimdiki gibi değil. Şimdi çok daha kuru, çok sığ. İstanbul, çakallarının gelip de zaptettiği bir şehir değildi o yıllarda. Görünüşte sanki daha güzelleşmiş gibi duruyor ama yalan! Ruhu bozuldu. Ben de böyle yaşlılar gibi konuşmayayım diyorum ama bu söylediklerim yüzde 100 gerçek!
SUZAN MAHALLENİN EN GÜZEL KIZIYDI BEN KAPTIM
Eşiniz Suzan Hanım da vardı dün gece ve çok güzeldi. Onun varlığı hayatınızı nasıl güzelleştiriyor?
Ooooooo! Sen ne diyorsun? Suzan, mahallenin en güzel kızıydı, ben kaptım. 1949’da evlendik. O günden bu yana birlikteliğimiz saygı ve sevgi esasına dayalı. Bir oğlumuz var. Oğlumuz bile ihtiyarladı artık! 60 oldu. Susan, bir hediyedir bana...
Peki karışıyor mu size, “İçme, etme!” diyor mu?
Karışıyor tabii. Ama bu, sözlerle olmuyor. Bakışlarla oluyor. İçkiyi biraz fazla kaçırdığım zamanlarda, Suzan’ın bana nasıl baktığını görmemek için başımı çeviriyorum. Tabii benim iyiliğim için yapıyor...
100’e girdiğim gece yine bir meyhanede buluşalım!
Sizce Aydın Boysan neyi temsil ediyor?
Sadece kendimi! Şimdiye kadar oturduğum mahalleleri, çevremdeki insanları, kapı komşularımı, mahallenin esnafını isim isim bilirim. Hayatta olanı, olmayanı hatırlarım. Mesela bizim Samatya’da, kapıdan çıktığımızda, sağımızda Aliş Usta otururdu. Kızı Hüsniye ve oğlu Hayrettin arkadaşımdı. Bu anlattığım 20’li yıllar haa! Onun yanında müezzin Osman Efendi Amca otururdu. Sert adamdı. Yaramazlık yapan çocukları döverdi. Benim de dayağını yemişliğim vardır! Yüksek sesle bağırarak tiyo verirdi biri mahalleye, “Osman Efendi Amca geliyor, kaçııın!” Bütün çocuklar toz olurdu. Onun yanında bir Ermeni ailesi. Biz hep iç içe yaşadık, onlar hiç Ermeni-Rum-Türk değildi, komşularımızdı. Ve sonra, dünya güzeli Taliha Hanım! Ben o zamanlar 15 yaşındaydım, o güzellik, bu yaşıma kadar aklımda çakılı kaldı. Onun haylaz bir oğlu vardı: Orhan Boran! Onun yanında Bülent’le Bedia vardı. Babaları subaydı. Onun yanında Mesaret ile Melahat. Mesaret esmer güzeli, Melahat de kıvırcıktı. Biz, eski İstanbul’da komşularımızla, daha önemlisi çevremizle birlikte yaşardık. Ramazanlarda, teravihe bütün komşular birlikte giderdik. Şimdi nerdeee? 40 senedir oturduğum bu evde, 12 daire sahibinin, 6’sının yüzünü daha hiç görmedim. Rastlaşsak birbirimizin kim olduğunu bilmiyoruz...
Biz sizden 100’ü devirmenizi bekliyoruz. Yapacaksınız di mi?
Sizi kırar mıyım? Sözleşelim isterseniz şimdiden. 100 yaşına girdiğim gece bir meyhanede buluşalım...
BEYİN YAVAŞLAMIYOR
94 olmak nasıl bir şey? İnsan ne hissediyor?
Bak söyleyeyim: Beyin yavaşlamıyor. Eski hızıyla çalışıyor ama eskisi kadar doğru çalışıyor mu çalışmıyor mu orası belli değildi. İnsanın yanlış düşünüp, doğru düşündüğünü sandığı da olabiliyor. Ama bedenin onun hızına yetişebilmesi mümkün değil. Yine de her şeye rağmen halime şükrediyorum.
RAKI RAKIDIR AYRAN DA AYRAN
Rakı şeklindeki pastanızı sevdiniz mi?
Sevmez miyim? Ben bir rakıseverim. Kim ne düşünürse düşünsün, olduğum gibi görünmekten hiçbir zaman vazgeçmedim. Yaşadığım hayatın kötü halleri de oldu, iyi halleri de. Örneğin 2 defa akciğer kanseri geçirdim. Biri 20 yıl, biri 15 yıl önce. Şaka değil. Dokunduğunu götürüyor ama ben direndim. Hiçbir zaman da ölüp gideceğim korkusuna kapılmadım. Gidersek gideriz, gitmezsek gitmeyiz, kalırız. Bu kadar! Kaldığın sürece de hayatın tadını çıkaracaksın, rakı da hayatın keyiflerinden biri...
Milli içkimiz “Yeni Ayran”ı nasıl buldunuz? Tadı güzel mi? Mezeyle iyi gider mi?
Her şey yerinde güzel. Rakı rakıdır, ayran da ayran. İkisi birbirine karışmaz, birbirine ikame etmez.
Bu memlekette sizi en çok ne üzüyor?
Demokrasi olmayışı! Biz demokrasinin dürüstünü, ciddisini yaşamıyoruz. Bu da beni üzmek ne kelime, kahrediyor!
4 yıl dayak yedim
Pertevniyal İlkokulu’nda 4 sene boyunca bir öğretmenim vardı. Sınıfa girdiğinde ilk önce beni döverdi. Neden? Annemdi o benim yahu! “Çocuğuna torpil yapıyor!” demesinler diye en ağır cezayı hep bana verirdi. Ama iyi ki öyle davranmış, bana yaptığım işi ciddiye almayı öğretti. Hâlâ yarı korkuyla yarı da sevgiyle hatırlıyorum canım annemi...
Paylaş