Paylaş
Benim yerim, hep keskin çizgilerin kesiştiği “ara alanlar”dı.
Bir türlü “kategorik yazar” olamadım.
“Şu insan, şu sistem, şu parti, şu ideoloji kötüdür” diyemedim.
“İyi yanları da var, kötü yanları da” dedim.
Bir parti katıksız iyi ya da kötü olmaz.
İnsanlar da olamaz. Sadece zeki olamaz, sadece güvenli olamaz, sadece güzel olamaz. Kendimden pay biçtim. Kafamın bastığı zamanlar var, basmadığı zamanlar var. Kendimi güzel hissettiğim zamanlar var, çirkin hissettiğim zamanlar var. Kendime güvendiğim zamanlar var, güvensizlik denizlerinde yüzdüğüm zamanlar var...
AK Parti için de aynı şeyleri hissettim.
Ne sadece doğru ne sadece yanlış. İyi şeyler yaptıkları da oldu, kötü şeyler yaptıkları da.
İyi şeyler yaptıklarında destekledim.
İstanbul’dan pay biçtim, belediye olarak gayet düzgün işler yaptılar, yollar, tüneller...
AK Parti’ye oy vermedim ama Tayyip Erdoğan’ı Başbakan olarak beğendiğim zamanlar oldu, çıkışlarını, kendine güvenini, o kabadayı halini, geri adım atmayışını, eğilip bükülmemesini...
“Onlar öyle yaşıyor, ben de böyle” dedim, birlikte barış içinde yaşayabileceğimize inandım. Başbakan da her seçim kazandığında, balkon konuşmalarında vurguladı, ben de rahatladım. Ama nedense hep bir soru işareti asılı durdu kafamın içinde. Nereden kaynaklandığını bilemediğim bir kuşku. Bir his. Gerçi, yüzeye çıkmasını hep engelledim, bastırdım. Karanlıkta ıslık çalar gibi, “Sakin ol, korkulacak bir şey yok” dedim, buna kendimi inandırdım. Ve durmaksızın, onun sadece olumsuz yanlarını yazanları eleştirdim.
“Bu kadar da yüklenilmez ki!” dedim, “Bu mümkün değil ki. Bir insan sadece kötü olamaz ki!”
Ama zaman içinde, küçük küçük hamlelerle, onu eleştirenlerin, eleştirebilenlerin, hakkında olumsuz yazabilenlerin sayısı azalmaya başladı.
Ve bugün geldiğimiz noktada, neredeyse yok oldu.
* * *
Ve bugün, şu an... “Yoksa ben safdillik mi etmişim?” diyorum.
Çünkü grilerin, kızgın maşayla, hayatımızdan çekilip alındığı günlere geldik.
Bana da başka çare kalmadı, hayattaki duruşum itibariyle ben de kategorik olacağım.
Ben muhafazakâr bir hayat yaşamıyorum. Yaşamak da istemiyorum. Her geçen gün, birtakım muhafazakâr kuralların daha fazla dayatılmasına tahammül edemiyorum. Sesimi çıkarmak istiyorum. Ahlaksızlıkla suçlanmak da umurumda değil. İnsanların kürtaj oldukları için terbiyesizce suçlanmalarına da katlanmak istemiyorum.
İki gündür kürtaj üzerine yazdığım yazılardan sonra, posta kutuma şöyle bir mail düştü. Bir muhafazakâr beyefendi, bundan böyle bu ülkede maddeler halinde nasıl yaşanılması gerektiğinin tarifini yapmış.
1- Kadınların, sokakta alabildiğince kendilerini teşhir etmelerine karşıyız.
Ben değilim!
Bunu savunan insanların “teşhir”den ne anladığını bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Önümüz yaz, şortumu da giyerim, yırtmaçlı eteğimi de, askılı elbisemi de, bikinimi de, mayomu da...
Seksi ve güzel görünmenin ahlaksız bir davranış olduğunu düşünmüyorum. Ahlak da, benim ahlakım. Bir tek kocamı ilgilendirir, hiç kimseye laf düşmez.
Ama artık inanıyorum ki, giderek günün birinde ne giyeceğimize de karar verecekler!
2- Tıbbi gereklilik dışında kürtaja karşıyız.
Buyurmuş mail atan beyefendi...
Ben değilim.
18 yaşında kız hamile kalmışsa, o çocuğu doğurmama hakkı var.
“Hata” yapmış. Öyle ya da böyle sevişmiş sevgilisiyle ama hazır değil o çocuğu doğurmaya. Bunun adı “hata”dır, “cinayet” değil, bal gibi kürtaj olur.
Ve ben onun annesiysem, kızıma orospu muamelesi yapmam, ona yardımcı olurum, daha kendisi çocuk olan kızımı, o bebeği doğurmaya zorlamam.
Tecavüze uğrayan genç bir insana da, “Doğuracaksın!” demem.
Kendini hazır hissetmeyen hiçbir kadına demem.
Ve eğer hastaneye götüremeyeceksem, o zaman yasadışı bir şekilde muayenehaneye götürürüm, hiç de çekinmem. Beni yasak işler yapmaya mecbur ederseniz yaparım. Lanet ederim ama yaparım, çocuğum her şeyden değerli. Onu fişlemenizi de istemem, TC kimlik numarası da vermem.
Beyefendinin hayal ettiği Türkiye’ye bakar mısınız?
3- Usulüne göre cinsel eğitim verilmesi taraftarıyız. Ancak insanların cinsel dürtüleri tahrik edilmemeli. Yoksa gelecekte daha büyük felaketler bizi bekliyor olacak.
Usulüne göre cinsel eğitim nedir?
Kim belirliyor?
Kim karar veriyor?
Cinselliği siz mi icat ettiniz ki, düzenlemeye kalkıyorsunuz?
Herkes neden sizin kafanızdaki kurala uymak zorunda kalsın? Cinsellik neden sadece erkeğe hizmet etsin, kadınlar insan değil mi?
“Cinsel dürtü tahrik olmasın” ne demek?
Cinsel dürtünün sahibi erkek, insan değil mi? Kendini kontrol edemiyor mu? Karşımdakinin cinsel dürtüsü tahrik olmasın diye boynuma kadar kapalı mı giyineceğim?
Hayır efendim, ben istediğim gibi giyineceğim.
Bu ülkede yetişen genç kızlar da öyle.
Felaketin kaynağı asıl sizin yasaklarınız!
Düşün artık yakamızdan!
4- Ensest ilişkiler, homoseksüellik ve benzeri sapkınlıkların arka planı araştırılmalı, analiz edilmeli.
Evet, ensestin önüne geçilmeli.
Cezalar, yaptırımlar artırılmalı.
Ama unutulmamalı ki, o sizin söylediğiniz cinsel dürtülerini kontrol edemeyen adamlar, işte onlar ensestin birinci derecedeki failleri.
Cinsel dürtüsünü kontrol edebilse, insan kızına tecavüz edebilir mi?
Ve hangi akıl, homoseksüellikle ensesti bir tutabilir? Böyle bir şey olabilir mi? Artık bunların bile tartışılamayacağını anlıyorum. Bu ülkede bir kısım insan için “gay”ler “sapık.” Benim için değil. İki erkek de pekâlâ birbirine âşık olabilir. Onun doğası böyle, cinsel tercihi bu, kime ne, size ne?
5- Cinsel serbestlik, cinsel olgunluğu sağlamaz. Aksine çeşitli şekilde sapıklıklara köprü olur.
Buna da katılmıyorum. Benim çocuğum, seksi de yaşayacak.
Bundan daha doğal bir şey yok. Bunun için evlenmek zorunda olması da gerekmiyor.
Ve son olarak şu talep edilen hakka bakar mısınız:
6- Dini inancına göre yaşamaya çalışan bir erkek olarak, cinsiyetini teşhir eden kadınların tacizine uğradığıma inanıyorum. Bu da, benim haklarıma saygısızlık. Bizlerin de, “cinsel sükûn hakkımız”ın temin edilmesi lazım. Ben niye mesela otobüste karşıma oturan mini etekli bir bayanın cinsel ışınına maruz kalayım? Hemcinsiniz olan eşime karşı da haksızlık yapmış olmaz mıyım eğer fütursuzca ona bakarsam, ondan etkilenirsem?
O zaman siz şunu mu istiyorsunuz, “Karşımdaki mini etekli bir kadına benim bakma hakkım olmalı ama bakarsam eşime haksızlık yapmış olurum, o yüzden, o kadın mini etek giymesin!”
Beyefendinin talebi işte bu kadar absürd.
Oysa, çözümü çok kolay.
Bakma kardeşim!
İstemediğin televizyon programını seyretme!
Görmek istemediğin kadına bakma!
Demokrasi bu değil, özgürlük bu değil mi?
Artık inanıyorum ki, bütün o “ileri demokrasi” lafları doğru değil.
Nasıl yaşanacak, kurallar halinde hepimize dayatılacak.
Bakalım bundan sonraki seçimde Başbakanımız balkona çıkıp, herkesin yaşam tarzına saygı duyulacak, korunacak diyebilecek mi?
Dese de, biz artık inanacak mıyız?
Paylaş