Paylaş
63 yaşındaki birine “yaşlıca” demek ayıp olabilir ama gemideki diğer herkes ya 20’lerinde ya 30’larındaydı.
Baktım, o da bizimle birlikte tuvalet temizliyor, paspas yapıyor, çamaşır yıkıyor.
Gayet uyumlu.
“Kim o?” diye sordum.
“Greenpeace destekçisi” dediler.
Greenpeace biliyorsunuz, hükümetlerden, şirketlerden filan para almayan bir organizasyon, kimseye eyvallahları yok, bu beyefendi gibi destekçilerden para alıyorlar sadece.
“Kaç para veriyordur acaba?” diye geçti aklımdan.
Ama o kadar mütevazı duruyordu ki...
“Çok bir şey değildir, 50 dolar filandır belki” diye düşündüm.
Sonra aklıma şu soru geldi: “Peki bu kadar zorsa bu gemiye alınmak, neden başka destekçi değil de bu beyefendi?”
Cevabını bulamadım, zaten sonradan da unuttum gitti.
SIRADAN İNSANLARIN SESİ GREENPEACE
Elimde teyp, gemideki insanlarla röportaj yaparken birden karşıma çıktı.
Onun da hikâyesini dinleyeyim dedim.
Avustralyalıymış. Mühendismiş. 20 yıldır Greenpeace destekçisiymiş.
“Beni de gemiye davet ettikleri için çok şanslıyım. Bu gençlere bayılıyorum” dedi.
Birden demesin mi, “Onları desteklemeye 50 dolarla başladım...”
Çok sevindim, miktarı doğru tahmin ettim diye!
Ama sonra demesin mi, “Zaman içinde gelirim arttı, onlara desteğim de. Yaptıkları şeylere yüzde yüz inanıyorum ve sadece para vererek bile olsa onları destekleyebildiğim için çok gururluyum! Müthiş gençler bunlar” dedi. “Küresel ısınma kimileri için çooook uzakta bir tehlike, oysa öyle değil” diye devam ederken...
Ben bu para meselesine kilitlendim kaldım.
Öleceğim meraktan.
“Yavaş yavaş artırdım diyorsunuz...” dedim.
“Evet, iş hayatında şanslıydım” dedi, “Doğru yatırımlar yaptım. 80’de kendi şirketimi kurduğumda 35 kişiydik. Şimdi 40 bin kişi olduk...”
“Dalga geçiyorsunuz!” dedim.
“Yooo hayır” dedi, “Gerçekten de çok hızlı büyüdük. Avustralya’nın en büyük şirketlerinden biri olduk. On sene direktörlük yaptım. Artık bana ihtiyaç yok. Her bölümün başında profesyonel yöneticiler var.”
“Peki ne kadar destekliyorsunuz Greenpeace’i?” dedim.
Sordum işte sorumu...
Biraz tereddüt etti, önce söylemek istemedi, ama diktim gözlerimi gözlerine, cevap bekliyorum...
Kısık bir sesle, “50 bin dolar” dedi.
“Yılda mı?” dedim.
“Hayır ayda!” dedi.
“Şaka yapıyorsunuz!” dedim.
“Hayır” dedi, “Şirketin değeri gittikçe arttı, müşterilerimiz de, e ben de daha fazla destekleyebilecek duruma geldim...”
“İyi de bu deli bir para! Ailenizden kimse, bizim de ihtiyacımız var demiyor mu? Çocuklarınız filan yok mu?” diyecek oldum...
“İki kızım var. Biri 16 yaşında vefat etti” dedi, “Diğeri 35 yaşında, psikolog olarak çalışıyor. Bir yıl önce evlendi, onlara güzel bir düğün hediyemiz oldu. Ama daha fazla ne olsun? Bizim kültürümüzde daha fazlası olmaz. Kızım da kabul etmez, kocasını incitmiş olurum!” dedi.
Çok şaşırdım...
Hatta dumura uğradım!
Ayda 50 bin dolar! Yılda 600 bin dolar!
Ve yıllardır bu şekilde destek oluyor.
Vayyyy be!
Sonra da geliyor burada tuvalet temizliyor!
Ve halinden çok memnun. Demesin mi?
“Sadece Greenpeace’e değil, Sınır Tanımaz Doktorları da destekliyorum. Sonra yelken meraklısıyım, engelli yelkencileri de destekliyorum...”
“Beni de destekleyin!” diyecektim, demedim.
“Artık emekli misiniz?” dedim.
“Öyle de sayılabilir işe part-time gidiyorum” dedi, “Bir an geliyor, gençlere devretmeniz gerekiyor. Zaten çalışmaktan daha ilginç şeyler var hayatta. Greenpeace gemisinde olmak gibi! Bu insanların şiddet kullanmadan protesto etmelerine, eylem yapma biçimlerine bayılıyorum. İmza topluyorlar, resmen hükümetleri bile etkiliyorlar. O yüzden Greenpeace’e imza vermek çok önemli. Sıradan insanların sesi Greenpeace...”
Dayanamadım...
“Yine şu kızınıza yaptığınız hediye meselesine dönmek istiyorum” dedim, “Ev filan mı aldınız?”
“Yooo. Olmaz. Bizim kültürümüzde damada hakaret etmiş gibi olursunuz. Onlar kendi evlerini kendileri alırlar. Ama benden borç istediler, verdim, geri ödeyeceklerini söylediler...” dedi.
“Nasıl yani?” dedim, “Neden geri ödesin ki, siz onun babasısınız!”
“Elbette ama insanlar hayatlarını kendileri kurmalı. Ayrıca Greenpeace’e her ay verdiğim para, insanlık için faydalı. O başka bir şey. Kızım da zaten ona havadan bir ev ya da tekne almamı istemez...”
Dedi.
Bana bir “hayat dersi” verdi!
Ama ben yine de imkânım olursa, kızıma ev alırım.
Ama Greenpeace’i hep desteklerim, o ayrı.
Ayda 50 bin dolar olamasa da!...
Yoksa hâlâ atmadınız mı? HADİ SİZ DE BİR MESAJ ATIN
Hey siz! Hâlâ yapmadıysanız yapın. Şimdi mutlaka yapın. Cep telefonunuzdaki mesajlar bölümünü açın. Önce GP yazın. Greenpeace’in baş harfleri. Sonra adınızı ve soyadınızı. Adınız ve soyadınız arasında boşluk bırakmayı unutmayın. Nereye mi göndereceksiniz? 3172’ye. Böylece Kuzey Kutbu’nun kurtarılmasına siz de katkıda bulunmuş olacaksınız.
Bu imzalarla birlikte Greenpeace, Birleşmiş Milletler’e başvuracak ve Kuzey Kutbu’nu korumak için küresel bir anlaşma yapılmasını talep edecek.
Greenpeace gönüllüsü ya da aktivisti olmak için ne yapacaksınız?
Ben size söyleyeyim...
Asmalımescit’e gideceksiniz, ofisleri orada, Kallavi Sokak’ta. 1 numara 5. kat. Zaten bu Greenpeace’çilerin hepsi cool insanlar. Son derece cana yakınlar. Herkese kapıları açık. İsterseniz siz, yine de önce Gülçin’i arayın, 0212 292 76 19 ve bir randevu alın.
İnternet sayfasından “gönüllü formu” doldurup yollamak da mümkün.
Ama ben sizin yerinizde olsam bu insanlarla gidip bizzat tanışırım.
Ve o ofiste çalışırım.
Araştırma yapabilirsiniz, çeviri yapabilirsiniz, onlar için tasarım yapabilirsiniz, fotoğraf çekebilirsiniz, kampanyalarda çalışabilirsiniz, eylemlerde yer alabilirsiniz.
Artık elinizden ne gelirse, yüreğinizden ne geçerse...
Emre Yunusoğlu!
Bugün, burada sona eriyor Kuzey Kutbu macerası! Bana kalsa günlerce daha sürdüreceğim. Ama her şeyin bir sonu var. Huzurlarınızdan ayrılmadan, 10 günü benimle birlikte geçirme başarısı gösteren 26 yaşındaki fotoğrafçı arkadaşım Emre Yunusoğlu’na teşekkür etmek istiyorum.
Bir kere olağanüstü güzel fotoğraflar çekti.
Ve çok güzel bir film yaptı. Çok çok yetenekli Emre.
Bir de inanılmaz sosyal. Sonra vicdanlı ve empati yeteneği tavan yapmış durumda.
O gemideki herkes, Emre’ye âşık oldu.
Hem kişiliğine hem yeteneğine.
Fakat bu gazetecilik meşakkatli iş, başlarda pek çok konuda sabırlı olman gerekiyor, inşallah olur, inşallah bizler de onun kıymetini biliriz ve onun gibi bir yeteneği kaybetmeyiz.
Ayrıca benim gibi zor bir kadına tahammül edip, idare ettiği için de ona bravo!
Yemin ederim bu da özel bir sabır gerektirir.
Daha bir sürü güzel işlere Emre’yle imza atabilmek dileğiyle...
Bu ülkede en ağır ‘ceza’ kadın olmak
NE diyeceğimi bilemiyorum...
“Lanet olsun!” desem kesmiyor.
“Allah kahretsin!” desem yetmiyor, içimi soğutmuyor.
“Yuh olsun!” size desem hırsım geçmiyor.
Bu nasıl bir barbarlık, nasıl bir ilkellik.
Kadınlara karşı akla gelebilecek en vahşi suçlar işleniyor, ceza yok, adamlar salıveriliyor.
Kadını kesenler, bıçaklayanlar, vuranlar, doğrayanlar, “Pişmanım” dedikleri anda akan sular duruyor. “Güle güle paşam” deniyor, adam elini kolunu sallaya sallaya başka kadınları kesmek üzere sokaklarda dolaşıyor. Şu Kahramanmaraş’ta yaşananlara bakın, yan sütunda haberini okuyacaksınız.
Bu nasıl bir hukuk, nasıl bir adalet anlayışı?
Anayasada, “Erkekler her halükârda haklıdır” diye bir madde var da bizim haberimiz mi yok? Ya da kanunlarda, “Erkekler ne yapsa yeridir” mi yazıyor?
Olacak şey değil.
Yazıklar olsun!
Böyle hukuk olmaz olsun!
Acaba bu iğrenç mahluku salıverenler, biraz olsun vicdan azabı çekiyorlar mıdır?
Gerçekten merak ediyorum...
Paylaş