Kızımın anaokulu maceraları yüzünden, ortalıktaki 25-30 yıllık evlilikten sonra bol dedikodulu ayrılıkları kaçırdım. Arayı kapatmak için, derhal olaya balıklama atlıyorum...
Bir insanın, evinde çalıştırdığı yardımcısına áşık olmasına şaşırmadım. Ben asıl, "Bula bula evin hizmetçisini mi bulmuş?!" diyenlere şaşırdım.
Tabii ki insan dibindekine, yanındakine aşık olacak.
Ben de bunun uzaklarda aranmasını anlamıyorum.
İlla bir "dış mihrak" olacak, ne dış mihrakı?
Mihrak içeride, senin haberin yok...
Durum şu kadar basit aslında: Eşinizden şüpheleniyorsanız önce dibinize bakın. Gitmeyin öyle uzaklara. Sekreterler, asistanlar, ortaklar, mesai arkadaşları, bakıcılar, dadılar, yakın dostlar, en samimi çiftler, arkadaşlar, komşular ve eski sevgililer...
Her daim potansiyel tehlikelidir.
Ama normal.
Bu insanlarla bir şeyler paylaşılmış ve paylaşılıyor. Dış kapının dış mandalıyla, siz de takdir edersiniz ki, zor. Önce tanışacaksınız, yatırım yapacaksınız, bekleyeceksiniz, punduna getireceksiniz...
Ölme eşeğim ölme!
Yakınızdaki, her zaman daha kolay.
Kolayı, "ucuz" anlamında kullanmıyorum. Koşulların elverişliliğini anlatmak için söylüyorum. Eski veya yeni bir temel ilişkinin üzerine daha ileri seviyede bir şey inşa etmek çok daha kolay elbette. Ya da az sorunlu diyelim.
Peki yapacak bir şey var mı? Hayır. Adamın tepesine çökemezsiniz. "Sekreterini işten çıkar, onunla bununla da görüşme" diyemezsiniz.
Bana sorarsanız, yakışık almaz.
Kendi isteğiyle size gelmiyorsa, zaten sizin değildir.
Geliyorsa ne ala...
Yoksa...
Kör olsun Viagra!
Hop! Bir dakika.
Öyle hemen atlamayın, "Viagra yokken de, adamlar 20-30 yıl evlilikten sonra karılarını terk edip, genç kadınlara gidiyorlardı..." demeyin.
Doğru ama Viagra, belli bir yaşı aşmış erkeklere farklı bir güven verdi. Gittikleri o genç kadın karşısında, mahcup olmalarını engellendi.
Ve ortaya "Generation Viagra" (Viagra kuşağı) diye tanım çıktı.
Gerçi, yaşı genç olan adamların, bu konuda yazıp çizmesini biraz acımasız buluyorum.
"Bizim Viagra’ya ihtiyacımız yok. Onlar yaşlı, ancak Viagara’yla kendilerine güvenlerini sağlayabilirler!" demeye getiriyorlar. İçinde bir küçümseme, kibir ve "Ben kullanmıyorum" göndermesi var. Unutmamak gerekir ki, böyle düşünenlerin de Viagra kullanacağı yaşlar gelebilir!
Bir kadın olarak bana gelince, Vigara kullanmayı ne onaylıyorum ne de yargılıyorum. Herkesin hangi yaşında ne yapacağı, sadece kendilerini ilgilendirir. Ama yine de bir tespit olarak, şu aşağıdaki şıklardan hangisi, söz konusu evliliklerin yıkılmasına sebep olmuştur diye soracak olursanız: a-) Evlilikteki elektriğin bitmesi b-) Yeni kadının çok daha genç olması c-) Bir kadınla bir ömrün geçmemesi d-) Biraz nefes almak istiyorum gerekçesi e-) Ferrari’mi satmak istiyorum f-) Sağ olsun Viagra, artık kim tutar beni!
Bu tür şeyler genellemeye gelmez tabii...
Yine de kim ne derse desin, gerçeğe ne yakın şık, f şıkkı...
Gidenlerin bu kadar çoğalmasının nedeni, bence de o küçük hapların etkisi...
Alöööööööööööööööööö
"Alo" deyip geçmeyin.
Mühim meseledir. Bir şirketin, bir kurumun telefonunu çevirdiğiniz zaman karşınıza çıkan baygın, bayık alo’lar, aradığınız o yer hakkında, insana fevkalade önemli ip uçları verir. Sadece bir "alo" bile, ne tür bir zihniyetle, yaşam anlayışıyla karşı karşıya olduğunuzu gösteriverir.O yüzdendir ki, ilk "alo" benim için çok tayin edicidir...
* * *
Mesela Cem Ulusoy. Bizim Cem. Şahanedir. Beni gazeteden aradığınızda, karşınıza o çıkar. Tek bir "alo"su şunların hepsini içerir:
"Nasıl yardımcı olabilirim?"
"Sorununuzu nasıl çözebilirim"
"Siz yeter ki söyleyin, ben hallederim!"
Sizi bilmem ama ben enerjik "alo"ları severim. Genç, dinamik, meydan okuyan, ama küstah olmayan "alo"lar. Cem’inki öyledir. Ve hızlıdır. Vaktinizi çalmaz. Laf kalabalığı yapmaz. Sizi doğrudan sonuca ulaştırır.
* * *
İnsanların "telefondaki karşılama sesi" meselesini es geçmesini ya da önemsememesini kesinlikle anlamıyorum. Bazen birini, bir yeri arıyorsunuz, bir şirketi mesela. Uykudan henüz yeni kalkmış gibi bir ses cevap veriyor:
"Alöööööööööööööö"
Nasıl olabilir?
Sizin, o şirket hakkındaki izleniminiz ne olabilir?
Hayatı, telefonda iş halletmek olan biri için, can alıcı bir mesele bu. Tamamen o sese göre şekilleniyor ilişkiler, düşünceler...
Santralda çalışanlar, asistanlar, sekreterler... Bir şirketi, bir insanı temsilen oradalar. Temsilen dediysem söz gelişi değil, hakiki manada. İşleri bu. Hızlı, düzgün diksiyonlu, dinamik, ve pozitif olmalılar. Ben kendi evimi aradığım zaman bile pozitif bir "alo" duymak istiyorum. Hayat enerjisi olan bir "alo..."
* * *
Hürriyet’in santralı mesela, bu konuda olağanüstüdür.
Üstüne tanımam. Ne zaman ararsanız arayın, orada her derdinize koşan ve halleden kadınlar vardır. Hepsi son derece tecrübeli ve duruma hákimdir. Üstelik sesleri insana müthiş güven verir. Bir gün dahi o telefonu "Yeter artık aramayın!" havasında açtıklarına tanık olmadım. Bu vesileyle, onlara da teşekkür etmek istiyorum...
HAMİŞ: Bir de İngilizce meselesi var. Koskoca bir şirketin numarasını çeviriyorsunuz, karşınıza sesli bir mesaj çıkıyor. Önce Türkçe sonra İngilizce şöyle diyor: "Dahili numarayı biliyorsanız tuşlayın, bilmiyorsanız operatöre bağlanmayı bekleyin..." Ama felaket bir İngilizce ile söylüyor. Çok mu zordur bu sesli mesajlarda ya da çeşitli anonslarda iyi İngilizce konuşan insanların seslerini kullanmak?