Göle bakan bir site. Annem, ablam ve kardeşim yan yana yaşıyor, hepsi müstakil evlerde. Yemyeşil çim, bahçeleri birbirine bağlıyor. Annem buraya yeni taşındı, ben de ilk defa göreceğim. Yolda başımıza komik bir şey geliyor, komşunun golden retriever’ı, Alya’nın terliğini kapıveriyor. Bizimkinde bir telaş bir telaş, tek ayağı çıplak, bana doğru hızla koşuyor, onu koruyayım diye. “Korkma” diyorum, “O sana bir şey yapmaz! Dünyanın en güzel hayvanlarından biri...” Ve sakinleştikten sonra Mami’nin evine giriyoruz, sağ ayağımızla...
Tek başına yaşıyor. Beyaz, kıvır kıvır, tatlı terrier Kuki ile. Aralarında hır çıkmasın diye, Alya peşinen terliğini uzatıyor. Oyuncak buldum diye sevinen Kuki, Alya’yı rahat bırakıyor. Gözlerim hemen evin içini tarıyor. İşte babamla annemin fotoğrafları. Baş köşede. Ne tuhaf! Nasıl bir hayatları olursa olsun, insan annesiyle babasını birlikte görmek, anımsamak istiyor. Aralarının iyi olduğunu düşünmek istiyor, biri artık hayatta olmasa bile. Anne-baba söz konusu olduğunda, bizler hep çocuğuz, kaç yaşında olursak olalım. İşte ablamın ailesi, Keko, Ela ve Lara. Ve kardeşim Nevzat’ın ailesi. Eşi Yeliz’le bebekleri karnının içinde... Bir an endişeleniyorum, benim fotoğraflarım? Ben yok muyum? Ömer yok mu, Alya yok mu? Hah işte orada duruyormuş! Korktum bir an. İnsan, annesinin çocukları konusunda bir denge gözetmesini bekliyor. Gerçi annemle ilişkimizde bir dengesizlik var. Benim lehime bir haksızlık. Ben uzakta olanım, sevgili konumundaki. Hiç kavga etmeyiz annemle, aramız çok iyidir. Ama ablam, kardeşim, gündelik hayatın yüklerini çekenler. Onlar evli konumundalar annemle, mecburen bazen atışıyorlar. Annemin her şeyiyle onlar ilgilendikleri için, bana kalan suçluluk duygusu oluyor. Ama yapacak da bir şey yok. Huzurlu, neşeli, güzel bir ev. Alman evleri gibi. “Şömineyi kendim yakabiliyorum” diyor. Gülümsüyorum. Sallanan koltuk, televizyonun hemen dibinde, belli ki buradan seyrediyor, “Çok yakın değil mi?” diyorum. Bu defa o gülümsüyor. “Yaşlanınca seni de göreceğiz!” diyor.
Ve şimdi kardeşim Nevzat’ın evine gidiyoruz. Alya artık yalınayak. Nevzat’ın eşi Yeliz hamile, 5 aylık, bir oğulları olacak, Mehmet, babamın adını taşıyacak. Diyorum ki, “Ben ona Memo” diyeceğim, “Sağlıklı doğsun da, sen ne dersen de” diyorlar. Onların evi de göle bakıyor. Evleri şahane ama en ben çok Memo’nun giysilerine bayılıyorum. Hepsi minicik. Şimdiden Yeliz mis gibi hazırlamış, yıkamış, ütülemiş. Alya beni dürtüyor, “Biz ne aldık Memo’ya?” “Daha bir şey almadık, alacağız” diyorum. Kahve içiyoruz.
Veeee ablamın evine gidiyoruz. Burası Adana. Burada sürekli bir şeyler yeniyor. Ya kütür kütür erikler, kafam kadar, ye ve öl, o kadar lezzetli, ya ev kurabiyeleri ya baklava ya tatlı. Durmak yok. O kadar şahane, o kadar güzel bir şey ki, ne zaman bir misafiri olduğunu öğrenseler ablama tepsi tepsi tatlı gönderiyorlar. Adana böyledir. Küçük yeğenim Lara, acayip kilo vermiş, fıstık halinde. Elinde cep telefonu, yemeği düşündüğü her şeyin kalorisine bakıyor önce. Deli gibi de spor yapıyor. Bir hareket bir hareket. Üç kuzen, Ela, Lara ve Alya sürekli birlikteler, yapışık kardeşler gibi, ya oyun oynuyorlar ya film izliyorlar ya boğuşuyorlar, Alya bu eve bayılıyor, “Hiç gitmeyelim” diyor. Mami akşam için telaşlı. Aslında hepimiz telaşlıyız. Çünkü bu akşam resital var.
Resitalin sunucusu Yeliz. Sahnede, içinde top varmış gibi duran karnıyla çok şeker. Gösteride 14 değişik dans var. Mami seneler içinde acayip geliştirdi kendini, hiçbir dans, insanı öldürmüyor, uzayan, sarkan, bayıltan bir şey yok. Hepsi tadında. Veeee başlıyor. Betûl Hanım’la yan yana oturuyoruz. Önce okulöncesi minikler çıkıyor, çok tatlılar. Yaşlar büyüdükçe, iş daha profesyonelleşiyor, güzelleşiyor. Mustafa yine var, hani annemin saçını fönletirken tanıştığı genç kuaför, dansa ilgisini öğrenince, “Gel bizim okula bir bakalım” diyor. Ve Mustafa artık çok iyi bir dansçı. Şu anda bir okulda dans hocası, o da kendi öğrencilerini bir yarışma için San Remo’ya götürdü, üçüncülük ödülü aldı. Bir sürü böyle güzel hikâye var annemin bale okulunda. Ne var ki, erkek hâlâ az. O yüzden bu sene Sirtakileri kızlara yaptırmış, erkek kılığındaki kızlara. Sirtaki’yi izlerken ablama dönüp diyorum ki, “Bütün Adana annem sayesinde dans etmeyi öğrendi, bir biz nasibimizi alamadık. Ne vardı Sirtaki filan öğrenseydik, sarhoş gecelerde acayip hava atardık Sirtaki biliyoruz diye!” Sonra Sarı Gelin başlıyor. Mustafa padişah, cariyelerden birini seçecek, hepsi tek tek önünde dans ediyor. O kadar güzel ve hüzünlü bir müzik ki. Arkada da metrelerce tül var, pek güzel duruyor. Kardeşim Nevzat’ın düğününden kalan tülleri bu resitalde kullanmış Mami. Zaten ben hatırlıyorum yıllar önce ilk resitale de evden eşyalar taşımıştık dekor niyetine. Gülümsüyorum. Gözlerim Alya’yı arıyor, bakıyorum kardeşim Nevzat’ın kucağında uyuyakalmış. Kan kan başlıyor, ortalık yıkılıyor, kızlar, kıyafetler, müzik, annemin koreografisi müthiş, Alya bana mısın demiyor. O, Dubai saatine ayarlı.
Resital bitiyor. Annem sahnede. Benim güzel Mamim. 67 yaşında olduğuna kim inanır, fıstık gibi duruyor. Zarif bir şekilde selam veriyor. Coşkuyla onu alkışlarken ağlıyorum. Düşünmeden edemiyorum, babam da mutlaka buralarda bir yerdedir diye. Yukarı bakıyorum ve “Bu kadar erken gidecek ne vardı?” diyorum.