Şaşırtıcı çünkü ben öyle değilim.
O kadar şişman değilim.
Değilim.
Kafamı kızdırmayın, değilim.
Bu kötülüğün faili kim?
Asla meçhul kalmayacak.
Onu bulacağım.
O ben olsam bile...
O fotoğraf nasıl oradan yüz binlerce gözün önüne çıktı?
Bu ne biçim bir sırt dekoltesi?
Korkunç.
Felaket.
Dekolte olması sorun değil, sorun o dekoltenin insanın üstüne üstüne geliyor olması.
Hata 1.
Elbise dandik
Yanlış.
Teknik olarak yani.
Arkadan bağlanıyor.
İnsanın bilimun sırt ve yan etlerini toplayıp toplayıp, okurun gözüne sokuyor.
Markayı dava edeceğim.
Belki vazgeçerim ama şimdilik kesin öyle düşünüyorum.
Nasıl olur?
Nasıl olur?
500 kiloymuş gibi duruyorum.
Azrail, Azrail...
Ölmek istiyorum.
*
Annem arıyor:
"Röportaj pek güzel olmuş, eline sağlık" diyor.
Onu dinlemiyorum bile.
Hiçbir şey umurumda değil.
O sırtın fotoğrafı gözümün önünden gitmiyor.
Kai Diekman yerine George Bush’la ben röportaj yapmış olsam bile...
Tebrikleri kabul edecek durumda olamazdım. Üzerimde arkası pörtleyen elbisem olduğu müddetçe...
Nasıl giydim onu?
Hangi akla hizmet giydim?
Bir daha...
Azrail, Azrail...
Ölmek istiyorum.
Annem -biraz sever- konuşmayı sürdürüyor: "Adam Bakan ayol! Ama karşında sanki enişten oturuyor. Senin röportajlarında soru sorduğun insanlarla bir şeyler oluyor. Bakanlığı, siyasetçiliği kalmıyor. Bütün sıfatlarından arınıyor, sadece insan olarak konuşuyor. Sanki sen bizi entim, gizli bir sohbetin içine çekiyorsun. Siz ikiniz özel bir konuşma yapmışsınız da, o kazara gazetede yayınlanıyormuş gibi. Nasıl bu kadar doğal olabiliyorsun anlayamıyorum. Annen olmama rağmen anlayamıyorum. Aslında anlamasam da olur, seninle gurur duyuyorum..."
Ama....
Burada bitiyor zannediyorsanız, yanılıyorsunuz...
Bu gaza getirici cümlelerin ardından, öyle bir şey söylüyor ki...
O biraz fazla etli gözüken sırtıma bıçağı saplayıveriyor:
"Röportaj iyiydi fakat giydiğin elbise felaketti!"
"Felaket ha? O kadar mı?" diyorum.
"O kadar" diyor, "Bildiğim sıfatlar arasında bir de korkunç var!"
Ve Allah’ım Allah’ım bir de o lafı etmez mi:
"Kilo almadın değil mi sen?"
Hayııııııııııııırııııııııııııııııııııııı!
Doğrudan kafa daha iyi olurdu!
*
Annemle yaptığım bitirici telefon konuşması üzerine bütün hırsımı çıkarmak üzere sevgilime yöneliyorum.
"Allah Allah niye kabak yine benim başıma patlıyor? Benim ne suçum var?" diyor.
"E ben sana o sabah 4 tane elbise gösterdim. Sen gittin en kötüsünü seçtin. Tek sorumlu sensin. Neden beni uyarmadın? Sırtın et et duruyor, çıkar o elbiseyi demedin. Neden görmedin? Bilinçli mi yaptın? Özellikle mi söylemedin? Bana kastın mı var? Önümü mü kesmek istiyorsun? Ben sevdiğin kadınım. Sevdiğin kadın fotoğrafta katana gibi duruyor. Hiç dert etmiyorsun. Üstelik kilo verdim. Haksızlık bu. Bakar mısın, şu resme. Kim inanır bana? Mami bile kilo mu aldın diye soruyor..."
"Allah aşkına bu fotoğraf bu kadar önemli mi? Sen gazetecisin, manken değil. "
"Öyle mi? Ama ben önce kadınım. Var mı?"
"İyi ama gerçekte öyle görünmüyorsun ki. Hem beni suçlamaktan da vazgeç. O sabah toplantım vardı. Ne diyecektim? Toplantıya gelemiyorum. Nasıl bir mazeret bildirecektim? Karımın röportajı var fotoğraf çekmem gerekiyor. Mu? Benim mesleğimin de bir ciddiyeti var seninki kadar!"
"Seni affetmeyeceğim. Beni artık rüyanda görürsün. İşte küsüyorum: Bir, iki, üç, tıp..."
"Tamam, lacivert elbisen daha iyi olabilirdi. Ama sabahın köründe ben uyku sersemiydim. Yatakta tepemde dikiliyorsun, ’Gözünü aç ve söyle hangisi iyi söyle?’ diyorsun. Bana da acı. Lacivert’in göğüs dekoltesi var gibi geldi. Laf etmesinler diye seni korumak istedim."
"Şişko demesinler de ne laf ederlerse etsinler..."
"Valla yeter artık senden çektiğim. Fotoğraflarını kotarıyorum, şoförlüğünü yapıyorum, röportaja giyilecek kıyafetleri seçiyorum. Uçak biletlerini alıyorum, telefon paralarını ödüyorum. Sonra röportaj yayınlanıyor, bir de üstüne gerginliğini çekiyorum. Gazoz kapağından madalya beklerken, geçmiş karşıma beni suçluyorsun!"
*
Ne tuhaf.
Bunca zaman hep akıllı görülebilmek için kendimi paraladım.
Çünkü bize öyle öğretildi.
"Akıl, güzellikten önemlidir" dendi.
"Güzellik geçicidir..."
O yüzden güzel olmak için fazlaca uğraşanlar, üstüne başına ayakkabısına, çantasına, makyajına, saçına normalden biraz daha fazla vakit ya da çaba harcayanlar, kompleks sahibi olacak kadar küçümsendi...
Her halde şu fısıltıyı duymak hoş değildi, değil mi:
"Güzel ama biraz boş galiba..."
Bunca zaman bu ölçüyü ciddiye aldıktan sonra...
Fark ediyorum ki "Hayır efendim, doğru değil!"
Bir kadının doğasına aykırı.
Her hafta iyi bir iş yapmak için uğraşıyorsun, kendince yapıyorsun da, ama sonra bir bakıyorsun ki bir küçük ayrıntı, bir küçük fazlalık, bir fotoğraftaki sıkıntı ruhunu daraltıyor.
Seni mutsuz ediyor.
Akıllı gibi durman bile umurunda olmuyor.
"Keşke, şu fotoğraf da iyi olsaydı da ben biraz daha aptal dursaydım!" oluyorsun.
Demek ki, sadece akıllı görünmek filan da palavra.
Başka kadınları bilmem ama ben her şeyi bir arada istiyorum:
Akıllı olmak.
Güzel olmak.
İyi anne olmak.
İyi gazeteci olmak.
Seksi olmak.
Şirin olmak.
Hem bir adama ait olmak.
Hem başkaları tarafından arzulanmak.
O yüzden geçen haftaki görüntümü tekzip ediyorum ne olur ne olmaz.
Hepinize akıllı ve güzel günler diliyorum.