Paylaş
Çok açık bir şekilde, 1977’de 34 kişinin öldüğü bir yerde işçiler bayramlarını kutlamak istiyorlar.
Taksim inşaatı çukuru filan bahane.
Bu hükümet için bir gövde gösterisi sadece.
Başbakan’a Gazze’ye gitmeyeceksin dendiğinde haykırıyor, “Hayır efendim gideceğim!” diye.
Başbakan inatlaşınca şahane...
İşçiler inatlaşınca bas gazı, bas gazı!
Öyle görüntülere şahit olduk ki, Suriye’den farkı yoktu.
Çok çok kötü bir şey yaşadık.
Utanç vericiydi.
İnşallah bir daha benzeri bir şey yaşamak zorunda kalmayız.
ENGELLİYSEN, AKIL SAĞLIĞIN YERİNDE DEĞİLSE PARAN DA YOKSA...
BİR yerden bulmuş telefonumu, aradı.
Yaşadıklarını anlattı.
Okuyacaksınız aşağıda.
Ve ben ona ayıp ettim, “Senin durumunda pek çok insan var, yapacak bir şey yok!” dedim.
Yıllardır, yüzde yüz engelli çocuğu Oğulcan’la birlikte çaresizce kıvranan Tijen Güden’den söz ettim.
“Bu ülke ne engellilerine sahip çıkıyor ne akıl hastalarına...” dedim.
“Biz Norveç’te yaşamıyoruz” dedim.
“Yok çaresi!” dedim.
Sonra da çok utandım.
Neler diyorum diye.
Resmen, “Kaderine razı ol!” demeye getiriyordum.
İyi de neden kaderlerine razı olsunlar?
Neden bir çare bulunamasın?
Neden bu insanlar, bunca yükle boğuşmak zorunda kalıyor?
“Gelişmiş ülke” olmakla övünmeyi biliyoruz, ama zor durumdaki insanlarımıza yardım edemiyoruz.
“Anlat bana” dedim, “Belki derdinle ilgilenen birileri çıkar, sana ve senin durumundaki insanlara bir çözüm yolu gösterebilir...”
Bu ülkenin bilinmeyen odalarında, akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar yaşıyor; bir şekilde aileler kabulleniyor, onları yaşatmaya çalışıyor, tabii parası olanlar...
Olmayanlar onları iplere bağlıyor, kendilerine ve başkalarına zarar vermesinler diye...
Sonra da, “üçüncü sayfa” haberi oluyorlar.
İyi de bu konuda, bu ülkenin gerçeği ne?
Yokuşa sürme şampiyonu
Akıl sağlığı sorunlu insanlarla yaşayan aileler, çocuklarını, yakınlarını hastaneye götürdüklerinde hemen bakıma mı alınıyorlar? İnsani şartlarda yaşamalarına olanak mı sağlanıyor? Yoksa biz, “işleri yokuşa sürme şampiyonu” muyuz?
Engelliysen, akıl sağlığın yerinde değilse, paran da yoksa ölüp gidecek misin bu ülkede?
Aşağıdaki hikâyeyi okuyun, siz karar verin...
Aylin K.’nın hikâyesi
8 yaşındayken öğrendim, öğrettiler...
“Sessiz kal. Kimseye bir şey söyleme. Çeneni tut!”
Ben de söyleneni yaptım.
Sustum, bugüne kadar sustum.
*
Bugün artık dayanacak gücüm kalmadı.
Sebebi, iki şizofren kardeşim.
Evet, onlar benim canım ama hastalar.
Onlara bir şey olmasından korkuyorum, yardım istiyorum.
Üçümüz de aynı yerden, aynı bataklıktan, aynı fakirlikten geldik. Birbirimize bile anlatamadığımız şeyler yaşadık.
Bir tek annem bildi, o da hiçbir zaman inanmak istemedi.
Ev tımarhane oldu
Çocuklarına hastalık konduramadı. Onlara şizofren yaftasının yapıştırılma ihtimalini kaldıramadı. Kaçmayı tercih etti.
Kardeşlerim hayata tutunamadılar, ben tutunabildim, çalışmaya, onlara bakmaya başladım.
“Tam her şey yoluna giriyor” diye düşünmeye başlayacakken...
Ablamın hastalığı arttı.
Derken Hakkâri’de dağda askerliğini yapan kardeşim eve hastalığı ilerlemiş döndü.
O günden beri ev, tımarhane...
Kendi kendilerine konuşuyorlar, sebepsiz gülüyorlar, göbek atıyorlar, birbirlerine şiddet uyguluyorlar, kafalarını oraya buraya vuruyorlar, evden kaçıyorlar, otobana çıkıyorlar, hayatları tehlikede, farkında bile değiller...
Ben peşlerinden koşuyorum, hep öyle yaptım, hıçkırarak, yalvararak eve geri götürmeye çalıştım.
Kaç kere hastaneye müracaat ettim, “Yerimiz yok!” diye, bir iğne vurup, bizi başlarından savdılar.
Plakaları kaydediyordu
Bir süre sonra annemde de hastalık emareleri başladı. Zar zor doktora götürmeye ikna ettim ama ilaçlarını içiremedim. Doktor, “Suyuna, çayına filan at” dedi, elimden geldiği kadar yaptım. Annem, sürekli yoldan geçen arabaların plakalarını bir yerlere yazıyor, karşı komşunun bizi öldüreceğinden şüpheleniyor, kapıyı bizden başka kimseye açmıyor. İşin kötüsü de, kardeşlerime bakan o, bazen ilaçlarını bile vermiyor, “Benim çocuklarımın bir şeyi yok, onlar hasta değil, birileri bizimle uğraşıyor!” diyor.
Kardeşlerim bir türlü sağlıklarına kavuşamıyor.
Bir gün kız kardeşimle, bir yakınımızı ziyaretine gidiyorduk, Boğaz Köprüsü’nden geçerken, taksiden çığlıklar atarak, üstünü başını yırtarak indi. Arkasından koştum, “N’olur yapma” diye, bir taraftan köprüden atlamasın diye onu tutuyordum, bir taraftan çıplaklığını örtmeye çalışıyordum.
Ben onunla cebelleşirken, o bana yalvarıyordu, “Bırak beni ölmek istiyorum!” diye.
Başa çıkamayınca, “Tamam, o zaman birlikte ölelim” dedim, etraftakilerin yardımıyla onu ikna ettik.
Akıl sağlığı yerinde olmayan biriyle yaşamayan bilmez, mümkün değil onları zapt edebilmek!
Erkek kardeşime gelince, durumu daha da vahim, çünkü daha güçlü kuvvetli. Krize girdiğinde hastaneye götürmek büyük işkence, ya polis zoruyla ya dayak yiyerek ya da kandırarak...
Yine de Allah bir şekilde dayanma gücü veriyor. Bütün bunlar olurken, ben bir şekilde işimde başarılı oldum, iş yerinde birine âşık oldum, evlendim.
Dünyalar güzeli bir de oğlum oldu.
Ne var ki, benim hayatım iyiye doğru giderken, aileminki giderek kötüleşti.
Onların yanındayken her şeye müdahale edebiliyordum. Ama ben evden ayrılınca, iyice birbirlerine girdiler. Gece yarıları ablam, “Beni kurtar” diye arıyor, erkek kardeşim kendinde değil, şiddet uyguluyor, sonra üzülüyor, kendine zarar veriyor, kolunu ısırıyor, balkondan atlamaya kalkışıyor.
Çektiğim çileler bitecek gibi değil...
Yetkililer Allah’a havale ettiler
Bir de SGK meselesi var.
Bakırköy gibi tam teşekküllü bir hastanenin raporunu kabul etmiyorlar, bizi zora sokup, bir de Çapa’dan rapor istiyorlar. Ben bu insanları zaten hastaneye zor götürüyorum, kurula nasıl götüreyim?
Erkek kardeşime “ret” verdiler, çünkü onun sigortasını ben düzenli olarak ödüyorum. Bana dediler ki, “Dava açmazsan bu hakkı alamazsın!”
Ben zaten elimdekini avucumdakini onlara veriyorum, peki ya bana bir şey olursa ne olacak, onlara kim bakacak?
SGK reddediyor ama erkek kardeşim şu anda Bakırköy’de, sürekli ısırdığı için kolu paramparça, yatıyor.
Çıkarsak bir türlü, çıkarmasak bir türlü...
Ben n’apayım, soruyorum size...
Size bu mektubu yazmamın sebebi, benim ve benim durumumdaki insanlara yapılan haksızlığı duyurabilmek...
Derdimi kime anlatmaya çalıştıysam yetkili olarak, “Allah yardımcınız olsun” dediler o kadar.
“Üçüncü sayfa haberi” olmama ramak kaldı.
Kendime ait bir hayattan vazgeçtim, oğlumla da ilgilenemiyorum.
Bizim durumumuzdaki insanlara yardım edin.
Tamam anladım, benim ailem hasta...
Peki ama devletin nesi var?
O da mı hasta?
(Aylin K.)
Paylaş