Paylaş
İşin içine Orhan Pamuk'un adı girmeseydi, adından bu kadar söz edilir miydi, orası meçhul. Ama şimdi gündemde olduğu, merak uyandırdığını, anlattıklarının tartışıldığı kesin. Ve işte bütün o tartışmalara Karolin Fişekçi’nin verdiği cevaplar...
BAZI ŞEYLERİ SÖYLEMEZSEM İÇİMDE KALIYOR
Aklınızda ne varsa, aynı anda ağzınızda. Net, açık, direkt ve sözünü sakınmayan bir 'formül'sünüz...
- Evet, ailede benim kadar direkt konuşan başka biri yok. Küçükken de böyleydim. Bazı şeyleri söylemezsem, içimde kalıyor. Bir yanımla hâlâ gördüğü şeyi direkt söyleyen bir çocuğum. Fakat ne yazık ki insanlar buna alışık değil. Bana göre içimdeki bu çocuğu korumak bir zenginlik. Ayrıca insanı daha yaratıcı kılıyor. Bence hem kendine hem diğerlerine karşı dürüst olmazsan, ne sanat olur ne de başka bir şey!
Peki içinizdeki çocuğun sanatınıza ne faydası oldu?
- Kendime ve başkalarına oyun kurmamı ve sansürsüz düşünebilmemi sağladı...
BABAM ESKİ YAZMA USTASI ANNEM TERZİ
Nasıl bir aile?
- İki çocuklu, ticaretle uğraşan, biraz da zanaatkâr bir Ermeni çekirdek ailesi. Kökenimiz Sivas. Çocuklarına en iyisini vermek isteyen fedakâr bir aile. Birbirine çok bağlı. Uzaktayken bile neredeyse her gün konuşuruz. Babam, eski yazma ustası; artık yapan kalmadı. Annem terziydi, hâlâ da yapacak bir şeyler buluyor. Benden küçük bir erkek kardeşim var, yeni askerden döndü. Ailen Ermeniyse, Hıristiyansın diye daha serbest olacağını zannediyorlar. Oysa alakası yok. Ermeniler küçük bir cemaat, o yüzden çok daha koruyucu, kollayıcılar. Ailem iyi eğitim alabilmem için elinden geleni yaptı ama çok korunaklı yetiştirildim. Arkadaşlarım arasında en zor izin kopartan hep bendim.
Alışveriş merkezine giderken bir erkekle fotoğrafınız yayınlandı, hayatınız değişti! Bu yaşadıklarınıza ne diyorsunuz?
- Önce şaşırdım, sonra “Olacağı varmış” dedim. Birlikte olduğum kişi yüzünden böyle riskler vardı zaten. Tuhaf olan şu, ikimiz de magazin figürü değildik. Beni araştırınca, topun üzerindeki kırmızı elbiseli fotoğraflarımı gördüler ve gerisi geldi.
Kopan gürültü karşısında aileniz ne dedi?
- Söyledikleri şuydu: “Sakın konuşma!” Ben konuşunca, aileye telefonlar geldi. Kimi destekledi, kimi atıp tuttu. Aileme gelince, ne düşündükleri benim için önemli ama bu da benim hayatım. Bu saatten sonra her ne olursa olsun saygı duyarlar.
Orhan Pamuk’la yaşadığınız ne?
- Umulmadık bir aşk. Tüm planları, programları değiştirecek bir tutku. Teslim edilen ve teslim alınan bir ilişki...
Birlikte fotoğraflarınızın yayınlamasından sonra medyaya konuştunuz. Eski sevgilisi Kiran Desai hakkında söylediklerinizde, kadın kıskançlığının payı ne kadar?
- Aslında o kadını, kadın olarak hiç kıskanmadım. Sevdiğim erkekle daha fazla vakit geçirmeme engel olmasına kızıyordum. Ayrıca düşünün, erkeğinizin zor gününde yanındasınız, onu siz güldürüyorsunuz. Fakat herkes bunu, başka birinin yaptığını sanıyor. Bu tarz şeylerden oldum olası hoşlanmam. Biraz araştırma yapılırsa, altını çizdiğim 'profesyonel ilişki'nin ne menem bir şey olduğu anlaşılır. Birinin söylemesi gerekiyordu, söyledim.
Yaptığınız neydi: Aşkınıza sahip çıkmak mı?
- Evet. “Röportajla aşka sahip mi çıkılır?” diyenler oldu. Fakat çıkılır. Bu, diğer kadına, “İmajın için başka birini bul” demek gibi bir şey. Erkek bunu söylemeye korkabilir ama ben dayanamadım, patladım.
Oooo bu konuda her kafadan bir ses çıktı. Sizi Orhan Pamuk’a yakıştıramayanlar da vardı... Ne diyorsunuz?
- Herkes dilediğini düşünebilir ama bu bir önyargı. Bazen insanlar birbirini tamamlar. Ona yakışan biri olmak için illa birkaç ödül mü almak lazım? Entelektüellik illa steril ve çok uslu bir şey değil. Bir taraf daha ele avuca sığmaz olur, bir taraf daha oturaklı, bu böyledir. Beni medyanın gösterdiği kadar tanıyor insanlar. Oysa karşılıklı konuştuğum kişiler beni daha iyi tanıma fırsatını buluyor. O zaman da Orhan'ın ne kadar şanslı olduğunu anlıyorlar.
Tanışmanıza neden olan 'boza' sizin için ne ifade ediyor?
- Yaptığım resimlerde kullandığım bir model ve malzemeydi. Oldukça muzır görünümlü resimlerim var. “Çok fesatsınız, o düşündüğünüz şey aslında boza!” demek istiyorum. Bir kızın odasında boza ve saleple oynaması ve resimler yapması insanlara pornografik geliyor. Oysa, benim için bir şeyleri başka şeylere dönüştürme, 'gibi gösterme' sanatın bir parçası.
Bu ilişkide konumunuz neydi: Gizli kadın, ikinci kadın, öteki kadın...
- Orhan bana hiç ikinci kadınmışım gibi hissettirmedi. O yüzden ikinci kadınlık söz konusu değil. Ama evet, gizli olma durumu vardı. Bu konuda ona 'ortalığa çıkalım' diye bir baskı da yapmadım. Bir sorun yoktu. Rahatsız olduğum, isminin başkasıyla anılmasıydı. Bir yerden sonra bir daha onunla ilgili haber çıkmayacağının sözünü vermişti fakat o ilişkinin bittiğini açıklamasını istiyordum. Ama Orhan bu tür şeyleri özellikle basınla konuşmayı pek sevmez. Zamanla ancak...
KİRLİLİKLERE KARŞI MÜCADELE ETTİM
Bir yerde diyorsunuz ki, “Ben teslim olanım” sonra da, “Aşkım için mücadele ettim...” Teslimiyet ve mücadele çelişki oluşturmuyor mu?
- Bu ilişkinin en başında kendimi teslim ettim. Çeşitli zorluklarla karşılaşınca da en çok kendimle mücadele ettim. Bazı şeylere kızıp bu teslimiyeti bozmak istemedim. Yaşadığımız aşkta, dışarıdan gelen kirliliklere karşı mücadele ettim.
Kızmayın ama bir şey sormak istiyorum: Teslim olansanız, neden susmayı tercih etmediniz...
- Evet, başta teslimiyeti seçmiştim. Ama sonra iş iki kişi arasındaki bir mesele olmaktan çıktı. O zaman birinin inisiyatifi ele alması gerekiyordu, ben de susmamayı seçtim. Bir yerden sonra erkeğin teslim olma sırası geliyor.
Ama sonuçta insanlar Orhan Pamuk’la ilişkinizi 'kullandığınızı' söylediler. Siz de, “Kullansaydım bunu daha önce yapardım” dediniz. Peki yaptığınız ne?
- Bir kere fotoğraflar çıktıktan sonra iş işten geçmişti. Fotoğrafları görmediğim için, ilk aradıklarında konuşunca aramızda bir şeyler olduğunu anlamışlardır. Fakat resmi açıklama yapmamıştım. Baktım yalan yanlış şeyler yazılıyor. Orhan da her şeyi bana bıraktı. Ben de konuştum. “Böyle bir şey var” dedim. Bir geçmişimiz olduğunu söylemek istedim. Normalde birtakım şeyleri saklamadan yaşamayı severim.
Bir ayrımınız da, 'Nobelli yazar Orhan'la, 'Sevgilim Orhan'... İkisi arasında ne fark var? Orhan Pamuk’un iki ayrı kişiliği mi var?
- Daha çok ikincisini görüyordum. Evde ya da dışarıda gözlerden ırak bir yerde, Nobel’in esamesi okunmaz. Nobelli Orhan’sa çok çalışan ve yazdıklarını bana okuyan biri. Ben, işin mutfağındaydım. Davetlere, yeni ödül törenlerine gitmedim.
Gizli ilişkinizin ortaya çıkmasından zarar gördünüz mü?
- Gördüm tabii. Başlarda anlamamıştım ama sonra giderek magazine çekildiğimi fark ettim. Şarkıcı ya da dizi oyuncusu değilim. Sanat dünyası biraz muhafazakâr. Böyle magazinel haberlerle çıkınca, takdir edersiniz ki sanatçı kimliğini etkiliyor. Sizi bilmeyen insanlar sizi yanlış tanıyor. Medyayı kullanma gibi bir durumumsa asla yok. Bunu bilmiyorum. Çok yeniyim, trafiğe yeni çıkmış acemi sürücü gibiyim. Düşünürseniz, yeni sergimin tanıtımı için bir şeyler mi yaptım? Hayır. Aksine şimdi bu olaylar sergiyi nasıl etkiler diye düşünüyorum. Fakat bir yandan da üreten yönümü göstermem lazım. Topun üzerine çıktığım performans, Türk büyüklerini öpmem, bunlar sanat eseri. Ciddi meseleleri olan şeyler. Fakat bunlar bir magazin haberin altına konunca olmuyor. Sanki eserleri o haber üstüne yapmışım gibi görünüyor. Bunlar da işlerime zarar veriyor. Ben sadece topun üzerindeki Karolin değilim.
Peki konuşmalarınızla Orhan Pamuk’a zarar verdiniz mi?
- Bazen ilk başta zarar gibi görünen şeyler, zarar değildir. Aslında anlattıklarım çok insani şeyler. Bir hakaret ya da arkasından konuşma değil. Saygınlıktan ve itibardan söz ediyorlar ama o evli bir adam değil ki. İstediği gibi yaşayabilir, yaşayabilmeli. Önemli olan medyanın beni nasıl gösterdiği, olduğumdan daha aşağı gösterirse, bu tabii ki her ikimize de zarar verir. Ona gelen en büyük zarar, benden sonra malûm bir haberin çıkması (Alman sevgiliden olduğu iddia edilen çocuğu kastediyor) ama o olayla hiçbir alakam yok. Basına duyuran da ben değilim. Ama belki benim açığa çıkmam, o haberi tetiklemiştir. Ona asıl zarar vermek isteyen, bunu açıklayan kadın. Tabii bir başka zarar da, Hindistan’da 'gözde çift' olmuşlardı. Bu yeni durum, kitap satışlarını etkileyebilir.
KENDİ OYUNUMU KENDİM YARATIRIM
Hiç pişmanlık duydunuz mu? “Çok yıpratıcı... Keşke bu aşkı yaşamasaydım” diye...
- Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim. Yaşanılan aşk zenginliktir, acısıyla tatlısıyla...
Peki, “Keşke konuşmasaydım. Her şey karanlıkta kalsaydı bir süre sonra unutulur giderdi” dediğiniz oldu mu?
- Yine hayır. Bir şeyleri karanlıkta bırakmayı sevmem, içim rahat etmez.
'Oyun' sözcüğünü sıkça kullanıyorsunuz. Yaşadıklarınızın hepsi bir 'oyun' mu?
- 'Oyun'u eskiden beri severdim. Fakat 'oyun' konusunda bilinçlenmem Johan Huizinga'nın 'Homo Ludens' adlı kitabından sonra oldu. Türkçesi: 'Oyun Oynayan İnsan.' İnsana ait her şeyin oyunla başladığını kanıtlayan kitap. Gerçekten de, insanı insan yapan temel özelliklerden biri oyun. Dışarıdan satın alınan oyunlar oynamam, kendi oyunumu kendim yaratırım.
Orhan Pamuk’un hiçbir zaman ortalığa dökülmeyen sağlıklı, kanlı canlı, ateşli erkek kimliği üzerindeki dokunulmazlığı kaldırdığınızı düşünüyor musunuz?
- Düşünüyorum, doğrudur, yapmışımdır. Onun da böyle duygular, tutkular yaşayabileceğini göstermişimdir. Fakat yine de Orhan dokunulmaz. Burada kendi faktörüm var. Herhangi bir kadın olmaz. Hâlâ dokunamazsınız yani!
Birçok kadının da Orhan Pamuk’a artık 'iyi aşık' gözüyle bakmaya başlayacağından çekinmiyor musunuz?
- Hayır, çekinmiyorum. Ayrıca 'iyi aşık' diye bir şey varsa, bunu olduran bir karşı taraf da var. Bunu ortaya çıkaran bir kadın ya da erkek var. Hem ben gurur duyarım sevgilimin beğenilmesinden, neden çekineyim?
İlişkide “Benim de iktidarım olmalı” gibi bir lafınız var. Nasıl bir iktidar bu? İktidar denen şeyi nasıl algılıyorsunuz?
- İktidarı seviyorum, bunu saklamam. Fakat gerçek bir iktidar istiyorsanız, vazgeçebilmeyi de bilmeniz gerekiyor. İktidardan da vazgeçebilecek kadar güçlü olmak gerekiyor. Bence gerçek iktidar bu.
ORHAN 'SOYKIRIM' GİBİ AĞIR BİR KELİME KULLANMADI BÖYLE BİR ŞEY DERSE, BENİ DE KARŞISINA ALIR
'Tatlı su Ermenisi' olmak sizin için iyi bir şey olabilir de, cemaatteki herkes için öyle mi? Dışlanmıyor musunuz?
- Açıkçası cemaat içinde değilim. Ayrıca cemaate göre yaşamayı ve konuşmayı seçmek, benim için küçük düşünmek. Benim için önce insani değerler geliyor. Kişisel vasıflarımdan dolayı kabul göreyim. Ermeniyim diye ne negatif ne pozitif ayrımcılık istiyorum. Kökenler insanları ayıran değil, zenginleştiren faktörler olmalı.
Orhan Pamuk’la Ermeni meselesi konusunda anlaşmazlıklarınız var mı?
- 'Soykırım' demiyorum. Bir kan davası haline gelsin istemiyorum. Gerçi bu konuları pek konuşmadık. Çekiniyor bu konuların açılmasından. Bir açıklaması vardı malûm. Fakat bu konuda kötü niyetini görmedim. 'Soykırım' gibi ağır bir kelime kullanmadı. Böyle bir şey derse, beni de karşısına alır. Hassas dönemdeyiz. Burada doğdum, burada kendimi var ettim. İstemem ülkemin zarar görmesini.
ERKEKLERİN GÖRMEK İSTEDİKLERİNİ VERİYORUM
Blogunuzun ilk cümlesi 'The most sexiest artist in the world' (Dünyanın en seksi sanatçısı) Gerçek düşünceniz mi, oyunlarınızdan biri mi?
- Aslında bu tanıtımın sahibi, rahmetli sanatçı Hüseyin Alptekin. Sanat dünyasında beni yabancı birilerine tanıştırırken böyle derdi. Mütevazılık yaptığımda da itiraz ederdi, “Böyle diyeceksin!” derdi. Dünyayı gezmiş biriydi, birçok uluslararası sergiye katılmıştır. Bu biraz da onun bana sanatçı olarak bir mirası. Bu unvanı çok yaşlansam da taşıyacağım. Bu fizikselin dışına çıktı artık benim için. Sanat bir yandan da çok mütevazılığa gelmez. Bir röportajımda “Sanki çok ünlü bir starmışım gibi davranıyorum” demiştim. Bazen o abartı eğlencelidir.
Piyasadaki yaygın anlayışa göre yetenek ve yaratıcılık güzellikle ters orantılı olmak zorunda mı?
- Resimlerimi gördükten sonra birçok iyi ressam, “Açıkçası senden böyle ustalıklı resimler beklemiyorduk!” dediler. “Güzel kızların fazla kafa çalıştırmaya, yeteneklerini geliştirmeye ihtiyaçları yok. İstediklerini güzellikleri sayesinde yaptırabilirler” kanısı mevcut. Fakat bence bu çok kolay, sığ ve geçici bir zafer. Güzellik de geçici bir şey sonuçta ve yaşım ilerledikçe bunalıma girmeye hiç niyetim yok!
Kendi ifadenizle, 'maço bir tarafınız' var. İktidarı da seviyorsunuz. İçinizde gizli bir erkek mi var yoksa bu, Freud’un sözünü ettiği, kadınlarda görülen penis kıskançlığı mı?
- Freud'u severim ama buna katılmıyorum ya da bende yok. Penise fiziken sahip olmasam da, zihnen sahibim. Birçok erkekten daha fazla hem de. Aslında erkeklerin iktidarı ortada, görünür. Fakat birçok erkeğin kulağına fısıldayan da bir kadın. Yani iktidar, sadece erkeklerin tekelinde değil.
Katıldığınız bir serginin adıydı... Arzunun eksik nesnesi nedir?
- Lacan'ın 'Objet Petit a' kavramından gelen bir sergi ismi 'Arzumun Eksik Nesnesi'. Sahip olmaya çalışıp da asla tam sahip olamadığınızdır biraz da. İmkansızdır, sizi esir eder ama bu imkansızlığı size yaşam enerjisi de verir. Kovaladıkça ve yakalayamadıkça bitmek tükenmek bilmez bir enerjiyle elde etmeye çalışırsınız. Açıkçası devamlı eksik bir hayat yaşamaktansa insanın arzusunun peşinden gitmesi çok daha insani...
“Kendi oyunumu oynamak için erkeklerin istediğini veriyorum.” Sizin oyununuz ne? Erkeklere verdiğiniz ne?
- Hayat sizi nesneleştirmek peşinde. Bunu önce kendim yapıyorum. O zaman birçok şeye hazırlıklı oluyorum. “Oyunum şu” demek yanlış olur. Oyunun kurallarını ben koymak istiyorum. Her şeyde, her yerde oyun var. Algılamanıza bağlı bu. Bir erkek bakışı var. Bunu iyi bilirim. Kendime de erkek gibi bakabiliyorum. Bazen erkeklerin görmek istediklerini veriyorum. Bu bilinçli bir şey ve kontrol bende...
ŞÜKRAN MORAL'INKİ KADIN CİNSEL ORGANLI BİR SANAT BENİM EKSENİM FARKLI
Şükran Moral’le kıyaslanmanıza neden sinirlendiniz?
- En son bir galeride bir kadınla seviştiği ya da ön sevişme yaptığı performansından dolayı benimle kıyasladılar. “Sen yapmadın, o yaptı!” dercesine. Oysa o kadar farklı bir yerdeyim ki. Birincisi, böyle performansları yarış haline getirmem. Yurtdışında, seneler önce çok daha cesurları yapılmış performansların sulandırılmış şekilleri, bizde vitrin galerilerine meze oluyor. Ve bu, cesur iş oluyor! Bence cesaret, kapalı galeri duvarları arasında yapılan performanslardan geçmiyor. 1960’larda ve 1970’lerde bunun çok iyi örnekleri Marina Abramovic, Carolee Schneemann, Ana Mendieta tarafından yapıldı. Şimdi mesele, kamusal alanlarda, sanal alemde ve sosyal medyadaki performanslarda. Ayrıca Şükran Moral’ınki daha çok kadın cinsel organlı bir sanat, benim eksenim tamamen farklı...
EDEPSİZ VE DOYUMSUZ!
Sanat performansım için Beşiktaş'taki Osmanlı topunun üzerine çıkıp oturdum. Oradaki amaç, bir savaş silahı olan topu, başka amaç için kullanmak, kadınlık içine alıp işlevsizleştirmekti. Topu bir savaş aracı gibi görmektense, başka bir şey yapıyorum. Ne var ki, araba fuarlarındaki mankenler gibi bir durum oldu. Bunu da bilerek yaptım. Topun orada durması çok erkek egemen bir sembol ve ben de bunu iyice insanların gözüne sokmak istedim. O zaman tabii, “Edepsiz ve doyumsuz! Koskoca topa binmiş” diyebiliyorlar. Önemi yok, ben de espriyle karşılık veriyorum.
HER DİNİN TÜM KUTSAL GÜNLERİ
İnsanların kutsallarıyla dalga geçmem. Bundan korktuğumdan değil; yapmak istemememden dolayı. Dini konulara girmem. Aslında her dinin tüm kutsal günlerini kutlarım...
ESKİDEN MUTLUYSAN YARATICI OLAMAZSIN SANIRDIM ÖYLE DEĞİLMİŞ
Özel hayatımda da günlük yaşamımda da doğal, sansürsüz olmaktan yanayım. Şöyle şeyler peşindeyim: Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi olmak. Türkiye’deki Ermenilerle geçmişten gelen sorunların hoş görüyle çözülmesine bir nebze de olsa katkı yapmak. Eserlerimin dünyada çok başarılı olması ve mutlu olmak. Mutlu olmak ayıp değil. Eskiden mutluysan yaratıcı olamazsın sanırdım. Öyle değilmiş.
Paylaş