Son derece sıcakkanlı bir adam. Kafası çalışan, mantıklı, ayağı yere basan, hedefleri olan ve iç dünyası zengin biri. İyi bir müzisyen. Ve ben size söyleyeyim, iyi bir sevgili. Bakın Sertab Erener’le 11 yıllık ilişkisini ne güzel anlatıyor. Birlikte yakaladıkları uyum müthiş. Ama Bodrum’da yaşayıp İstanbul’daki işlerine gitmelerine taktım. Şehirlerdeki koşuşturmacanın altında canı çıkan, kim bilir kaç kişinin hayalidir. İşte Demir Demirkan’la Sertab bunu gerçekleştirmiş. Bizi de özendiriyorlar!
Eviniz Bodrum’da, işiniz İstanbul’da. Bir süredir böyle yaşıyorsunuz. Nasıl bir hayat bu?
- Şahane. Allah herkesi kurtarsın. İstanbul’da Kavacık’ta oturuyorduk, plak şirketi ve menajerlik ofisi de Taksim’deydi. Evden işe 1.5 saatte gidiyordum, trafik varsa iki saat. Düşün, bir de dönüşü var. Şimdi durum şu: Bodrum’daki evden sabah çıkıyorum, tam 4 saat sonra Taksim’de işimdeyim. Hayatım kolaylaştı. Üstelik daha konforlu bir seyahat.
Nesi güzel? Kolaya kaçmayın bizi ikna edin...
- Hangisini sayayım? Evimiz Bodrum’un dışında. Müthiş bir manzarası var. Dağa bakıyor, yanından dere akıyor, zeytin ağaçları var... Sadece iki ev var, ev sahibimizinki ve bizimki. Otel gibi aslında. Çamaşır, temizlik onlara ait. Müthiş bir doğa ve sen.
Kurtlar inmiyor mu?
- Kurtlar değil ama domuzlar iniyor. 6-7 üyeli bir domuz ailesi var. Biz rahatsız değiliz. Sabahları da sincaplarla merhabalaşıyoruz. Kocaman gözlerle bize bakıyorlar. Kedimiz Fıstık ve köpeğimiz Can ile hep birlikte çok mutluyuz.
Gece gökyüzü...
- Ooooooo, o başka bir güzellik. Milyonlarca yıldız. Sıfır ışık kirliliği var. Şehirde bu kadar net bir gökyüzü göremiyorsun. Büyülü bir gökyüzü. Bir ben erken kalkarım, 6.30-7 gibi ayaktayım. Güneş öyle bir doğuyor ki, gücüm yetmez anlatamam. Renkten renge giriyor, her seferinde ağlamak istiyorum, o kadar duygulanıyorum. 35 yaşındayım böyle güneş doğuşu görmedim. Bu güneş hep mi böyle doğardı? Sonra hava ısınmaya başlıyor, bahçede tişörtle oturuyorsun. Açık hava ofisim orası, binlerce fikir, binlerce proje geliyor aklıma. Yeni besteler çıkıveriyor, hiç zorlanmadan.
Sürekli Bodrum’da yaşama kararını nasıl verdiniz?
- Bir proje üzerinde çalışıyorduk. Haziran başında gittik oraya, bu evi kiraladık. İki üç ay kaldıktan sonra geri dönecektik. Sonra baktık ki, işleri buradan da kotarıyoruz, ee o zaman niye dönelim? İstanbul’daki evi boşalttık. Ve Bodrumlu olduk.
Orada her türlü teknoloji var mı?
- Olmaz mı? Her şey var. Ofisteymişim gibi. Hayal ettiğimiz yeri bulduk. Doğanın ortasında her türlü konforumuz var. Şimdilik İstanbul’a dönmek istemiyoruz.
Peki İstanbul’dan neden sıkıldınız?
- Aslında hepimizin İstanbul’dan kaçma nedenleri ayrı. Şimdi tabii her gün işe giden birinin tabii ki bunu yapabilmesi mümkün değil. Ama benim işim öyle değil. Haftada iki geliş yetiyor, bazen ona bile gerek kalmıyor. Kavacık’taki evimiz de süperdi. Çok güzel bir bahçesi vardı, kuşlar cıvıl cıvıldı. Ama bir sokağa çıkıyorsun, şamar gibi trafiği suratına yiyorsun. Kötü bir şey bu. O kadar zamanı trafikte kaybetmek beni depresif yapıyor, enerjimi alıyor. Eve dönmek için de aynı şey: Saatlerce yoldasın, köprüleri filan aşacaksın. Bir an geliyor, "Yeter be!" diyorsun, gına geliyor. Bize öyle oldu. Bir de fikir üretmek, bir şeyler yazmak için konsantrasyon gerekiyor. Zihninin bir yere odaklanması icap ediyor. Onu da bu karmaşada yapmak zor. Sürekli kendine akvaryumlar yaratmak zorundasın. Radikal bir çözüm bulduk, Bodrum’a geldik.
Taş evde üşümüyor mu insan...
- Yok canım. Klimayla ısınıyoruz. Bir de şömine aldık. Tamamdır. İnanamazsın. Gündüz zaten ısınmaya gerek yok. Bahçede oturuyorum, güneş batıp da hava soğuyunca içeri girip şömineyi yakıyoruz. Ve ışıkları söndürüyoruz. Cennet bu...
Sertab’dan başka kimin yüzünü görüyorsunuz?
- En çok onun yüzünü görüyorum. Ama hiç şikayetim yok. Orada arkadaşlarımız da var. İstanbul’dan kaçma bir komünote var. Çok düzgün kişiler. İnsanlara karışmak istiyorsak karışıyoruz.
Uzun süre birbirinizle konuşmadığınız oluyor mu?
- Oluyor. Bir şeylere konsantre olmuşsak, kendimizi kaptırmışsak, konuşmadığımız da oluyor. Genellikle sabahları hayat üzerine felsefi sohbetler yapıyoruz. "Hadi biraz ruhsal takılalım" gibi değil ama kendiliğinden öyle oluyor. Ben de buna bayılıyorum. Birbirini anlayan aynı frekanstaki iki kişinin, doğru ilişki kurup konuşması kadar keyifli bir şey olamaz.
Bu hayat tarzı, ilişkinize çok iyi geldi yani...
- Sadece Bodrum ve bu hayat tarzı değil, uzun bir yoldan geldik biz. Birlikte üç ay süren bir Uzakdoğu seyahati yaptık mesela. Uzakdoğu felsefesi hakkında bütün görüşlerimiz değişti. Yoga dahil hiçbir şeyin bize Batı’nın pazarladığı şey olmadığını anladık. Sertab’la bir sürü şeyi birlikte keşfettik, birlikte geliştik.
Biraz yavaş, çok hızlı gidiyorsunuz...
- İnsanların birbiriyle iyi ilişki kurması... Öyle kolay olmuyor, ha deyince olmuyor. Zaman gerekiyor. Çünkü biz aslında kendimizle bile doğru dürüst ilişki kuramıyoruz. Daha bunu beceremeden, yanımızdakiyle nasıl ilişki kuracağız? Haliyle çatışıyoruz. Biz de çok çatıştık. Hatta bir yıl ayrıldık. Sonra baktık ki öyle de olmuyor, madem aşk duyuyoruz birbirimize dedik, karşımızdakini değiştirmeye çalışmadan, kendimiz de değişmeden bu ilişkiyi yürütmenin bir yolunu bulalım...
Buldunuz mu?
- Bulduk. Kendimize döndük. Bir başkasını tanıyabilmek için önce kendini daha iyi tanıman gerekiyor. Bunun için uğraştık. Tabii Bodrum da iyi geldi. Her kafadan bir ses çıkmıyor. Etrafta gürültü olmadığı için, kendi kafanın içindeki sesi duyabiliyorsun burada.
Ruhsal faydanın yanında başka neler var?
- Çok daha sağlıklıyım. Kilo verdim. Artık hasta olmuyorum. Burnum bile akmıyor. Bunda tabii vegan olmamın da etkisi var.
O hiçbir şeyi yemeyen vejetaryenlerden mı oldunuz?
- Evet. 29 Ekim’de Brüksel’de konserimiz vardı. Sertab bir kitap bulmuş, adı "Skinny Bitch". Çok meşhur. Onu okuyunca tuhaf olduk. Yediğimiz etlerin nasıl üretildiğini, hayvanların nasıl hormonla beslendiğini ve ne kadar acı çektiklerini öğrenince, zaten içinden et yemek gelmiyor. Ben hayvansal gıda da almıyorum. Süt görmeye de tahammülüm yok. Tereyağı da yemiyorum, tavuk da, yumurta da, balık da.
E ne yiyorsunuz!
- Tahıl, meyve, sebze. Proteini de soya ve mantardan alıyorum. Ve kendimi çok iyi hissediyorum.
Sertab’la teferruatsız bir ilişkimiz varSıkılmadınız mı 10 yıldır birbirinizi görmekten?
- 10 değil, 11 yıl. İnsan birbirinden değil, kendinden bile sıkılır. Ben de sıkılgan bir adamım. Elbette sıkıldığımız, tartıştığımız, kavga ettiğimiz, sonra tekrar barıştığımız olmuştur. Oluyor. İlişki de böyle bir şey zaten. İçe dönmeler, meditasyonlar, yogalar, ortak okuduğumuz kitaplar, bir sürü şeyi birbirimizle paylaşmaya yönlendirdi. Böylece de birlikte geliştik. Bence bir insanın hayatta karşılaşabileceği en acı şey, kafasındakileri paylaşacak bir "eş"inin olmaması. İstersen dünyanın en büyük kariyerini yapmış ol, yüz binlerce kişiye konser ver kaç yazar? Yüreğindekileri, aklındakileri paylaşabileceğin biri yoksa, sen bitmişsin. Bu anlamda, ruh ikizi kadar birbirini tamamlayın bir çiftiz. Zaman, lehimize işledi.
Vayyyyyy. Müthiş anlattınız. Sizinki yanılmıyorsam, kıskançlığın da kol gezmediği bir ilişki... Bunu nasıl beceriyorsunuz?
- O önemli, aşılması gereken bir konu. Çok uzun zamandır böyle bir şey hissetmediğim için çok mutluyum. Şuna inanıyorum: Kıskanç adam, sadece karısını değil herkesi kıskanır. Daha iyi bir seviyedeki iş arkadaşını, rakibini... Anlatabiliyor muyum? Kıskanç kadın da öyle. Kıskançlık, kişisel bir sorun. "Benim hatunu başkaları götürmeye çalışıyor" falan gibi bir şey değil yalnızca. Bence kıskançlık, kendi içinde eksikliği tamamlamak için, dışarıya bir tür tırnaklarını çıkarıp bir yerlere tutunma isteği...
Peki Sertab sizi kıskanmıyor mu?
- Başlangıçta kıskanıyordu. Artık öyle bir sorunumuz yok. Ha bak şimdi aklıma geldi, bir "İnsan seviyorsa kıskanır" denir, külliyen yalan! Yıkıcı ve yıpratıcı bir şey. Bunlar bize verilmiş roller, çözmemiz lazım. Tabii ki sevdiğim kadın, durduk yerde başka erkekle bir şey yaşarsa, bu bana acı verir. Kahrolurum. Ama bunun tezahürü bende kıskançlık değil.
Çocuk?
- Hiç düşünmedik, düşünmüyoruz. Hayat bize böyle yetiyor. Ben eksikliğini hissetmedim, Sertab da hissetmediğini söylüyor.
Sertab kaç yaşında?
- 1964’lü. Zaten aştı o. Kadınların bir yaşı vardır çocuk çocuk diye tuttururlar, orayı geçti. 5 kardeşiz, üçünün çocuğu var. Üzerimde soyadını devam ettirme baskısı da yok.
İlişkinizde başkalarına benzemeyen farklılık ne?
- Sadelik. Teferruatsız bir ilişki bizimki. Birbirimize sevgimizi göstermek için çiçekler, böcekler, yüzükler vesaireler olayına hiç girmedik.
Hiç mi yüzük almazsınız?..
- Yok ya. Alsam da Sertab yüzük mü takacak? Sertab takmaz, çok az makyaj yapar. Oraları geçmiş gibi geliyor. Bazen liseden kız arkadaşlarımı görüyorum. "Geçen gün bir yüzük gördüm, gittim ayırttım. Sevgilime söyleyeceğim alsın" diyor mesela. Bana Japonca gibi geliyor. Bizim ilişkimizde bu tür şeyler yok.
Yoksa ayakkabı, çanta falan da mı sevmez Sertab?
- Yok, ayakkabı sever...
Siz Roma’dayken filan alışveriş yapmaz mısınız mesela?
- En son Los Angeles ve New York’ta iki "outlet center"a gittik. Kafayı yedik. Senede iki kere bu tür alışverişler yapıyoruz. Banka soygunu gibi oluyor, iyi geliyor. Onun dışında alışveriş manyağı değiliz.
Kendinizden çok Sertab için ürettiniz sanki...
- Dışarıdan öyle algılanıyor. Çünkü Sertab’ın popülaritesi daha fazla. Sertab için yaptığım şarkıları da ben yaptım, Sertab söyledi. Onlar da benim şarkılarım. "Neden o söylüyor, ben söylemedim" tribine asla girmedim. Bir de aslına bakarsanız çok şanslı adamım. Elimde Sertab gibi bir enstrüman var. İtiraf ediyorum bir tek ilk albümüm çıktığında sinir oldum.
Hayırdır ne oldu?
- İlk albümün tanıtım partisinden telefonla konuşan bir gazeteciyi duydum. "Demir Demirkan’ın partisindeyim" dedi. Karşısındaki "O da kim?" diye sormuş olacak ki, "Ya işte Sertab’ın sevgilisi" dedi. Bu lafı duyduğumda acayip gıcık oldum. Ama sonra geçti. Aslına bakarsanız sadece bu değil, bir sürü arkadaşım bana "Abi sen ayrıl, yoksa onun gölgesinde kalırsın" dediler. Takmadım. İyi ki de takmamışım. Üst üste gelen başarılardan sonra, insanlar beni Demir Demirkan olarak kabul etti...