Evet gözümle gördüm kutuptaki buzullar eriyor!

“Alo ben Gülçin, Gülçin Şahin… Greenpeace Türkiye ofisinden...”

Haberin Devamı

-  Sizin için ne yapabilirim Gülçin Hanım?
“Biz sizin için bir şey yapmak istiyoruz. Sizi Kuzey Kutbu’na götürmek istiyoruz…

EVET GÖZÜMLE GÖRDÜM KUTUPTAKİ BUZULLAR ERİYOR! / WEB TV

SONSUZA KADAR KUZEYE

“Neeeeeeeeee!” diyorum, “Kuzey Kutbu mu? Gerçek Kuzey Kutbu? Şaka yapıyorsunuz! Yeryüzünde en görmek istediğim yer. Portakalın en en tepesi. Babam, o portakalın tepesinden şişi sokardı, bize dünyanın yuvarlaklığını anlatırdı. Oldum olası merak ettim. Kutuplar beni baştan çıkarıyor. Macera duygumu tetikliyor. Ben ve buzullar… Ben ve kutup ayıları… Donmuş denizin üzerinde yürüyorum. Ama oraya nasıl gidilir onu bile bilmiyorum…”
Gülüyor Gülçin, “Oslo üzerinden” diyor, “Sonra dört saat daha uçup Svalbard’a gidiyoruz. Oradan da Greenpeace gemisine binip daha kuzeye…”
“Vay be! Sonsuza kadar kuzeye. E tabii kolay değil en tepeye ulaşmak!”

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea874bf018fbb8f885e1e3

ALYA NE OLACAK?

Birden bir balon gibi bütün coşkumu söndüren bir şey söylüyor:
“Seyahatimiz 10 gün sürecek!”
“10 gün mü? Ben hayatımda 10 gün tatil bile yapmadım. Bu kadar süre yok olamam. Düşüneyim ama hiç zannetmiyorum. Bir de Alya var, bu kadar süre onu kime bırakacağım?”

KİM BİLİR GEMİ NE KONFORLUDUR

Kendi kendimle kaldığımda, kendimle konuşmaya başlıyorum:
“Neden ya! O aralar Ömer’in seyahati de yok, Alya’yla o ilgilenebilir. 10 gün dediğin çok da uzun bir süre değil. Greenpeace kocaman bir organizasyon, gazeteci çağırıyorlar, güzel ağırlayacaklardır, eminim gemi şahanedir, konforludur. 10 gün denize nazır keyif yap! Dinlen, düşün, hayatına şöyleee bir uzaktan bak! Bir de aile olmak şahane ama hep mıç-mıç bir aradayız. En son ne zaman kendi başıma bir yere gittim? Gittim mi? Hatırlamıyorum bile. Oysa ben bir bireyim. Gitmeliyim…”

TAKMA ADI ÇAMAŞIR MAKİNESİ

Geminin adı ‘Artcic Sunrise’.
İnternette fotoğraflarına bakıyorum, ‘buzkıran’ gemisiymiş, bizim gideceğimiz bölgeye öyle normal bir gemiyle gidilemiyormuş, bu arkadaş buzu yararak ilerliyormuş.
Ama bir de takma adı var: ‘Çamaşır Makinesi’.
Anlamıyorum neden…
“Biraz sallayabilir” diyorlar, ne kadar sallayabilir ki?
Gemiyi tanıtırken biraz ‘sallamış’ da olabilirler. Çarptığı, altı üstü buz…
Mideniz hassassa ilaç alın.. Mış…
Geçiniz! Ben Akdeniz çocuğuyum.
Bana komaz!

Haberin Devamı

KUZEY KUTBU’NU KURTAR KAMPANYASI

Boru değil…
Greenpeace’in ‘Kuzey Kutbu’nu kurtar’ kampanyasıyla, dünyanın en kuzeyine, en soğuğuna, en buzuluna gidiyoruz…
Çünkü o buzullar eriyor, son derece hızla eriyor.
30 yıl içinde Kuzey Kutbu’nda buzulların yüzde 75’ini kaybetmiş durumdayız.
Üstelik bu yıl, rekor erime görülmüş.
Bir de kutuplardaki canlıların durumu var; zordalar, yardıma ihtiyaçları var, buzullar eridiği için yemek bulamıyorlar. Bazen de dinlenebilmek için ihtiyaç duydukları buzul parçalarını bulamadıkları için boğuluyorlar. Yavrularıyla birlikte…
Biz de Greenpeace’le birlikte, “Uyumayın. Kuzey Kutbu elinizden gidiyor. Sahip çıkın!” demeye gidiyoruz…

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea874bf018fbb8f885e1e5

TAYFALIK YAPABİLİR RAPORU

Da…
Önce Karaköy’e.
Elini kolunu sallaya sallaya, “hadi bana eyvallah” diye kutba gidemiyorsun, Greenpeace gemisine binemiyorsun. Sağlık raporu istiyorlar. Taş gibi olduğunu kanıtlaman lazım, kan değerlerin, akciğer filmin, EKG’n, kulak ve göz muayenen, kısacısı komple bir sağlık taraması...
“Gemide tayfalık yapabilir raporu” bunun adı.
Hadi hayırlısı. Bu saatten sonra tayfa da olduk, bir diğer adı ‘gemi adamı’.
O da yetmiyor… Eksi 40’a dayanıklı kıyafetlerin var mı bakalım?
Dubai’de vardı da biz mi giymedik!
Karaköy’deki Kutup Ayısı mağazasından termal iç donlarımıza kadar gerekli her bir şeyi alıyoruz.

DÜNYADA JUDE LAW, BİZDE MURAT BOZ

Haberin Devamı

Artık hazırız! Kutuplara gidip erimeyi yerinde tespit edeceğiz.
Tabii ki gazeteciyiz ama aynı zamanda Greenpeace gönüllüsüyüz.
O gönüller arasında kimler yok ki…
Paul McCartney, Jude Law, Penelope Cruz… Hepsi bu kampanyaya destek veriyor, imza atıyor, yazı yazıyor, insanları bu kampanyaya katılmaya çağırıyor. Hatta kampanyanın seslendirmesi dünyada Jude Law’dan, bizde Murat Boz’dan...
Şuana kadar 2 milyondan fazla imza toplanmış. Bu yazıdan sonra çok daha fazla katılım olur diye umut ediyorum. Olsun lütfen.
Toplanan bütün bu imzalar, bir tüp içinde Kuzey Kutbu’nun tabanına yerleştirilecek. Sembolik olarak bütün dünyaya, “Mahvetmediğimiz, el değmemiş tek bölge burası. Lütfen bırakın temiz kalsın” diyebilmek için…
Amaç, Kuzey Buz Denizi’nde hiçbir ülkeye ait olmayan suların korunma altına alınması. Ve bu bölgenin petrol aramalarına ve endüstriyel balıkçılığa kapatılması…

Haberin Devamı

OSLO’DAN SONRA VER ELİNİ SVALBARD

Yaşasın maceraperest ruhum!
Fotoğrafçı arkadaşım Emre Yunusoğlu’yla birlikte uçağa biniyoruz, ver elini Oslo… Oslo’dan ver elini Svalbard…
Ve işte efsanevi Greenpeace gemisi.
Bu gemiye binebilmek için insanlar ne dümenler çeviriyor! Çünkü çok havalı bir şey bu. Greenpeace aktivistleriyle aynı gemide yol almak bir ayrıcalık.
Torunlarına anlatacak şeyin oluyor.
Toplam 25 kişiyiz, sadece altısı gazeteci, ikisi Meksika’dan, ikisi Arjantin’den, ikisi Türkiye’den…
Geri kalanlar Greenpeace gönüllüsü, bilim adamı, Greenpeace çalışanı ve mühendisler. Bir de kutup ayısı uzmanı…

Evet gözümle gördüm kutuptaki buzullar eriyor

ASKERİ KAMP GİBİ

Can yeleklerimizi giyip, zodiac’a biniyoruz, gemiye gidiyoruz.
Herkes atik, kıvrak, becerikli…
Ben hariç herkeste biraz Nasuh Mahruki havası seziyorum.
Diğer gazeteciler de belgeselci tipler.
Sportifler. 10 gün evimiz olacak gemiye yanaşıyoruz.
İlk şokumu yaşıyorum. Nerede bunun kapısı?
Yok.
Kapı mapı yok. Bir delik var, oradan bir ip sarkıtıyorlar.
Tırmanacaksın, gemiye gireceksin.
Kendimi Tarzan’ın kat kat giyinmiş Jane’i gibi hissediyorum.
Bedenimi zorla içeri devirmeyi başardığımda, daha büyük şokla karşılaşıyorum. Geminin ortası kocaman bir tamirhane.
Sanırsın oto sanayiideyiz
Can yelekleri çıkartılırken kurallar başlıyor, “Hoş geldiniz. 10 gün boyunca siz de bu geminin bir parçası olacaksınız. Her türlü işi, herkesle paylaşacaksınız!”
Nihayet kalacağım odaya ulaşıyorum.
Evlerin küçük tuvaletleri vardır ya, onun yarısı kadar.
Şaka gibi.
Tüm gemide iki duş, üç tuvalet var, onlar da ortak. Sabahları biri odana giriyor, seni uyandırıyor, kahvaltı ediyorsun, sonra temizlik.
İşler, listede asılı, bakıyorsun hangisi boşsa onu yapıyorsun, adını oraya yazıyorsun. Bulaşıkları kaldırabilirsin, çamaşırları yıkayabilirsin, duş ya da tuvalet temizleyebilirsin.
Tuvaletler sirkeyle temizleniyor.
Çünkü doğal olmayan hiçbir temizlik malzemesi kullanmıyor.
Oysa, neler hayal etmiştim.
Kafa dinleyecektim, buzullara bakıp hayal kuracaktım, ne gezer askeri kamp gibi burası…
Tek söyleyebileceğim, 18 yaşında sırt çantasıyla interrail yaparken bile bundan daha konforlu şartlarlaydım.

HER BABA YİĞİDİN HARCI DEĞİL

Fakat insanlar süper.
Acayip eğitimliler.
Hepsi gerçekten çevreci, ruhları, kalpleri öyle. Bu, parayla ya da para için yapılacak bir şey değil. İnanmıyorsan, kalbinden geçmiyorsa, buna katlanabilmen neredeyse imkansız.
Greenpeace’çi olmak her baba yiğidin harcı değil. Bedeli biraz ağır.
Çevrecilik de, artık bir siyasi duruş. Bütün bu insanları bir araya, buraya toplayan da doğaya duydukları aşk. Korumak istiyorlar. Doğada huzur buluyorlar. Yolda olmayı, denizde olmayı, seviyorlar. Kendilerine diğer insanlardan farklı başka bir dünya yaratmışlar. Ve herkesin buluştuğu bir hedef var, o da onların siyasi duruşları oluyor, bugün bu hedef Kuzey Kutbu’nu kurtarmak.
Bir sürü kadın var etrafta, tayfa olarak çalışıyorlar. İnanamayacağınız kadar ağır işler yapıyorlar. Kendileri kadın gibi, elleri erkek. Üzerlerinde tulumlar.
Üstelik kimsenin şikayet ettiği filan da yok, benim dışımda.
Ama zaten “Durdurun gemiyi inecek var!” demek de mümkün değil.

DOĞA BÜYÜDÜKÇE SEN KÜÇÜLÜYORSUN

Günde iki sefer keşif gezisine çıkılıyor. O meşhur delikten iplerle inip zodic’a kurulup buzul görmeye gidiliyor. Lahana gibi kat kat giyinmiş vaziyetteyiz.
Kendinizi, üç kar pantolonu üst üste giymiş hayal edin işte öyle bir şey.
Dondurucu soğuğa ve rüzgara karşı...
Kuzeye çıktıkça denizin dokusu değişiyor, suda buzlar yüzmeye başlıyor.
Şahane bir görüntü…
Müthiş bir sessizlik…
El değmemişlik…
Doğa bütün hücrelerinde…
Doğa büyüdükçe sen küçülüyorsun…
Ve işte karşımızda buzullar…
Nutkum tutuluyor!

/images/100/0x0/55ea874bf018fbb8f885e1e9

DALGALAR VE MİDEMLE BAŞ BAŞA

Heybetli bir güzellik. Yalnız bir güzellik. Biraz da hüzün verici bir güzellik. Anlatması zor bir ışık, insanın gözünü alan bir ışık. Pırıl pırıl parlayan bir mavi. Her şey bir masal dünyasından fırlamış gibi. Başka bir gezegende, başka bir boyuttaymış gibi.
Karaya çıkıyoruz.
Her an karşımıza bir ayı çıkabilir diye yanımızda silahlı bir rehber de var.
Kutup ayıları, dünyanın en güzel ama aynı zamanda en vahşi hayvanları…
Silah o yüzden.
Tamamen korunma amaçlı. Zaten Svalbard kanunları gereği silah taşımak zorunlu yoksa kutup ayısı vurmak gibi bir niyetimiz yok.
Dağ, tepe yürüyoruz, bakıyorum da benim kadar yorulan başka kimse yok, bu mürettebatın hepsi aynı zamanda dağcı!
Evet yorgunluk var ama günün sonunda aklımda kalan benzersiz bir güzellik.
Kuzeye doğru gittikçe deniz dalgalanıyor… Dalgaların boyu yükseldikçe, (30 metreye kadar çıkıyor) insanın midesi de yükseliyor…  Gemi doktoru da “Artık dilerseniz ilaç alabilirsiniz!” diyor.
Alıyorum.
Sanki biraz kafa yapıyor.
Bir salıncakta oturuyorum ve babam beni sallıyor, hoooop yükseliyorum, gülüyorum filan… Sonra yine hooooop iniyorum.
Nasıl şahane. Nasıl şahane.
Sekiz saat sonra ilacın etkisi geçiyor.
Dalgalarla ve midemle baş başa kalıyorum.
Ve işte o zaman anlıyorum, niye geminin adı ‘Çamaşır Makinesi’.
Yataktan iniyorum, iniyorum mu dedim, o kadar sallanıyor ki düşüyorum.
Midem ağzımdan çıkacak gibi.
Elimle duvarı tutuyorum.
“Geçecek, geçecek, geçecek” diyorum.
Ama geçmiyor. Midemden yükselenler, ağzımdan çıkıyor.
Korku içindeyim. Torbam nerede, torbam nerede? Çünkü lavaboya, tuvalete kusmak yasak. Sağ olsun Gülçin bana yardım ediyor.
Ve ben o küçük tuvaletin yarısı kadar odamı, ikinci gün terk ediyorum. Oturma odasındaki deri kanepeye taşınıyorum.

ÜÇ KUTUP AYISI GÖRÜYORUZ

Şimdi çok uzaklardayız.
Başka bir dünyada.
Zaman kavramı değişti.
Hatta ortadan kalktı.
Bugün günlerden ne, saat kaç anlamını kaybetti.
Gündelik hayatımızdaki anlamsız tartışmalar da.
Buranın hakimi doğa ve doğa kuralları…
Saygı duymak zorundasın, ona itaat etmek zorundasın.
Teknoloji nanay.
Twitter, Facebook, internet hiçbir şey yok.
Akıllısı, aptalı telefon da yok.
Bir an geliyor, “Buralarda kalacağım, kocama, kızıma kavuşamayacağım” duygusuna kapılıyorum.
Bu arada çevreci de oluyorum.
Bütün yüreğimle…
İnsanlarla kaynaşıyorum.
Hepsini seviyorum.
En sevdiğim şeyi yapıyorum, hikayelerini dinliyorum.
Kah Kuzey Buz Denizi’nin ortasında minicik bir adada mıntıka temizliği yapıyoruz (Rusya’dan atılmış konserve kutusu gördüğümde, durumun vehametini kavrıyorum, doğaya attığımız hiçbir şey kaybolmuyor) kah kutup bölgesi hayvanlarını inceliyoruz.
Ve çok şanslıyız ki, üç tane kutup ayısı görüyoruz.
Yanlış anlamayın birlikte değil…
Ursus Maritimus (deniz ayısı) tek tabanca yaşayan bir havyan.
Çocuklarını bile iki buçuk ay yanında tutuyor, sonra gönderiyor.
Çok estetik, çok güzel ama vahşi, genç olanları daha da tehlikeli.
İnsanlara da saldırıyorlar.
Doğadaki en büyük avcılardan biri.
Ama avlanırken siyah burnunu, karla, beyaza boyayacak kadar da zeki.
Normalde foklarla besleniyor ama şehre inenleri evlere girip şilte, yastık yemeğe de bayılıyor.
Sebebi onların doğasını mahvetmemiz…
Aç kalıyorlar, bize dadanıyorlar…

/images/100/0x0/55ea874bf018fbb8f885e1eb

TİTANİK’İN BATIŞ SESİ GİBİ

Gemimiz ilerledikçe, hayatın sesleri de değişmeye başladı.
Bir sabah, ‘gacırt’ sesiyle uyandık.
Titanik’in battığı andaki ses gibi.
Telaşla yukarı çıkıp baktığımızda, geminin denizde yüzdüğünü değil de buzların arasından ilerlediği gördük. Olağanüstü güzel bir görüntü. Hayat boyu aklımdan çıkmayacak kadar muhteşem bir fotoğraftı.
Demir attık. Yine can yelekleriyle yürüyüşe çıktık. Çok absürttü, okyanusun ortasında ayakta dikildik.
“Oh be!” dedim, “İyi ki varım, iyi ki yaşıyorum.”

ANAHTAR SÖZCÜK ‘TESLİMİYET’

Şehirde her şeyi kontrol etmeye, kontrol altında tutmaya o kadar alışmışız ki…
Başta, orada da aynı şeyi yapmaya çalıştım ve çuvalladım.
Ne zamanki doğaya, şartlara, dalgalara, buzullara, o farklı güzelliğine, o değişik teslim oldum, her şey düzene girdi.
Hayat sakinleşti.
Kolaylaştı.
Mide bulantım bile geçti!
Anahtar sözcük ‘teslimiyet’ti.
Greenpeace’e teşekkür ederim, hayatım boyuncu yaşadığım en güzel tecrübeydi.
İstanbul’a indiğimizde toprağı öptük o da ayrı..!
HAMİŞ: İrili ufaklı pek çok röportaj yaptım, onlar da salıya…


KUTUPTAKİ BUZULLAR ERİYOR

Sen de Kuzey Kutbu’nu kurtar

Bunu yapabilirsin, her şey senin elinde. Elindeki telefona GP yazacaksın, adını soyadını yazacaksın. Birleşik değil ayrı. 3172’ye SMS atacaksın. Sen de Kuzey Kutbu’nu kurtarmaya kararlı o iki milyona katılacaksın. Bilmelisin ki, buzulların bu kadar hızlı erimesinin nedeni iklim değişikliği. İklim değişikliğinin sebebi de kömür, petrol gibi fosil yakıtlar. Bunlar tarafından salınan karbon yüzünden küresel ısınma yaşanıyor. Buna bir “dur” demenin yolu yok mu? Var. Greenpeace’e vereceğin destekle, bu kampanyaya atacağın bir imzayla, sen de bu gidişata “dur” demiş olacaksın. Bu harekete katılmak için: SaveTheArctic.org/tr

NEDEN HAYATİ ÖNEMDE?

Kutuplardaki hızlı erime, dünya üzerinde yaşayan herkesi etkileyecek. Çünkü Kuzey Kutbu’nun gezegenimizi soğutma etkisi var. Buzların, güneşi yansıtma özelliği sayesinde... Bu bölgeye çarpan güneş enerjisinin çoğu, tekrar güvenli bir şekilde uzaya gönderiliyor. Açık okyanuslarsa koyu renk olduğu için güneş ışınlarının çoğunu emiyor. Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki buzlar bir ‘güneş şapkası’ gibi. Bunu kaybettiğimiz zaman, dünyamız daha hızlı ısınacak.

İŞTE GREENPEACE

Uluslararası bir organizasyon. Bağımsız, aktivist, bilimsel ve etkin bir kuruluş. Temel değerleri, finansal bağımsızlık, şiddetsizlik, tanıklık etmek, hedefe odaklılık, farklılık, çeşitlilik... Kâr amacı gütmüyor. 1971’de Kanada’da kuruldu. 41 yılda çevre mücadelesi içinde, inanılmaz güçlendi. Şirketlerden ve devletlerden hiçbir zaman para almıyor, sadece bireysel desteklerle ayakta kalıyor. Dünyanın her yerinde Greenpeace aktivisti var. Siz de olabilirsiniz. Olun. Greenpeace Türkiye 1995’te kuruldu. Özellikle son yıllarda gündeme getirdiği iki tartışmayla öne çıktı: 1) Gıda amaçlı GDO’ların ithalatının engellemesi. 2) Balık türlerinin yasal avlanma boylarının uzatılması. Hatırlayacaksınız, ‘Seninki kaç santim?’ kampanyası. Greenpeace sayesinde balık türlerinin yasal avlanma boylarını değişti.

Yazarın Tüm Yazıları