Zihnimin kuytuluklarına girdim, moda dünyasının önemli markalarından sayılan Escada'ya dair gerçekten ne hissettiğimi önce kendime sonra sizlere, itiraf edebilmek için:- İğrenç!Evet, bendeki veri, bir hafta öncesine kadar, valla ayıptır söylemesi, feci ötesi ve iğrençti. Bir de tabii: - Korkunç! Ürkünç! Yangın anında değil sadece, her anda, her durumda, ele geçtiği zaman ilk fırsatta, yakılması, imha edilmesi, giyenlerden kati suretle uzak durulması gereken! şeklindeydi.Hatta hali hazır sevgilim bir kere, epey zaman önce, ‘‘Bak Escada artık parfüm de çıkarmış!’’ deyip en sevimli haliyle bana hediye ettiği, (demek istiyorum ki free-shop'tan kapıp getirdiği zaman), önce o şişeyi kafasına atmak istemiş, kendimi müthiş aşağılanmış hissetmiş sonra da ‘‘Adamla hayata bakışımız bile farklı! Soyumun geleceğini düşünüp acilen bundan ayrılmalıyım’’ demiştim.Başka bir zaman diliminde, sorun pekala free-shop'tan son anda bir şeylerin alınması olabilirdi. Biliyorsunuz, bazı erkeklerin vakitsizlikten, özensizlikten ve bitmez tükenmez sebeplerden ötürü free-shop'tan karılarına, sevgililerine, yani kendilerini hediye almaya zorunlu hissettikleri kişilere ‘‘son dakika hediyesi’’ almak gibi bir adetleri vardır.Ama ben elimde Escada şişesi donmuş kalmıştım.Bunu bile düşünecek halim yoktu. Bunu bir sonraki kavga konusu yapmayı uygun bulup, en küstah halimle:- Escada mı? Bana mı? Asla! dedim.*Ama ben halt ettim!Ve geçen hafta sonu, bu burnu büyüklüğüm yüzünden, renkten renge girdim.Çünkü Münih'te Escada'nın, fabrikasını gezdim, adamların çalışma, büyüme, yayılma ve kendini yenileme stratejilerine dair bilgiler edindim. En önemlisi ‘‘99 İlkbahar- Yaz Defilesi’’ni izledim.Benim ön yargım sanırım birkaç sebepten kaynaklanıyordu:1. Oldum olası Alman ırkının, yaratıcılık denilen o şeyden (annemi tenzih ederek söylüyorum valla o çok yaratıcı, bir kere babamla birlikte beni yaptı!) nasibini aldıklarını düşünmemem...2. Tansu Çiller, Escada giyiyordu, bilmem anlatabiliyor muyum?3. Çiller'den önemli olmasın ama başka bir kadın, sevgilimin eski karısı, Escada seviyordu.Anlayacağınız üzere benim kendimi doğrulayabilmem için, zaten Escada'yı sevmemem gerekiyordu.Ama ben hayatta tüm komplekslerimi yenmek istiyorum, nasıl desem, beni ürküten, korkutan şeylerle yüzyüze gelmek istiyorum. Bu yüzden bu ülkenin en hakiki, en samimi halka ilişkilerinden sorumlu hanımefendilerinden biriyle (o Deniz İnsel oluyor) Escada fobimi yenmek için Münih'e gittim.- Achso! Bir promosyon gezisi daha! dediğinizi duyar gibi oluyorum.Ve cevap hakkımı kullanıyorum:- Naturlisch! Naturlisch!*Aslında ben Almanca filan bilmem. Bugüne kadar doldurduğum iş başvuru formlarının hepsinde bildiğiniz yabancı diller kısmına Almancayı bir güzel eklerim eklemesine de... Bilmem!Demek istiyorum ki, işime gelirse öyle, gelmezse böyle.Zaten bugüne kadar (çocukluğum hariç) ‘‘Hadi şu amcalarla bir Almanca konuş da, duyalım!’’ diyen birine rastlamadım, dahası kapı gibi Alman vatandaşıyım aynı zamanda, pasaportum hep çantamda, hazırım uzaklara kaçmaya; bir de annem ‘‘Zikrullah’’ ismini söyleyemiyor, ‘‘dünürüm’’ diyeceğine ‘‘dürümüm'' diyor, bal gibi Alman işte o! Dolayısıyla o dili bilmem ama, yine de siz bana inanın, ‘‘Achso’’ (ahzooo okunur, mümkünse ‘‘o’’yu uzatın) ‘‘öyle mi?’’; ‘‘naturlisch’’ (natürliş) ise ‘‘gayet tabii’’ manasına gelir. Bir başka deyişle Türkçesi ‘‘Evet bu hafta sonu da bir promosyon gezisine gittim’’dir. Ama söz konusu Almanca kelimeleri bilmek için annenizin Alman olması değil, televizyondaki reklamları seyretmeniz yeterlidir.Burası biraz karışık oldu.Hemen geçiyorum.*Ve izninizle Wolfgang Ley adında bir adama değinmek istiyorum.Kendisi yirmi yıl önce, çok sevdiği dünyalar güzeli manken karısıyla (o kadın Margaretha Ley oluyor) Escada'yı kuruyor. Çünkü karısı bir türlü kendisine uygun kıyafetler bulamıyor, yakınıyor ve hep kocasına diyor ki:- Mutlaka benim gibi hisseden milyonlarca kadın var dünyada, gel bir şirket kuralım, dahası biz yeni bir marka yaratalım!Görüyorsunuz değil mi, ne kadınlar var...Evet bir marka yaratacaklar, evet çok çalışacaklar, işi büyütüp sonunda 44 ülkede 320 butiğe sahip olacaklar, yatay organize olmuş bir firma olacak, yani kendi tasarımları, kendi yönetecileri, desen tasarımcıları, desen üretim odaları, üretim, dağıtım ve satış ağları olacak, onlar için 4500 kişi çalışacak, ayrıca standartlarına uygun ürünler elde edilebilmesi için dünyanın dört bir yanında bir onbin kişi daha olacak...Peki iyi de...Bu firmanın adı ne olacak?İşte orada Almanların hayvan sevgisi devreye giriyor.Çünkü Margaretha Ley'in atının (doğru okudunuz, dört ayaklı) yani Escada'nın, ismi şirkete veriliyor. Ata ne olduğunu bilmiyoruz ama Margaretha Ley, ne yazık ki 92'de kanserden ölüyor. Bu arada hayattayken karı koca gerçekten eşek gibi çalışıp, Escada'yı bir yere getiriyor. Hatta koleksiyonları genel olarak dört bölümden oluşan Almanların bu dünya çapındaki markasının koleksiyonun adı Margaretha Ley oluyor.Mesela siz şimdi dermişsiniz ki, ‘‘Eee ne var bunda, biz bunları zaten biliyorduk! Yeni bir şeyler söyle, yeni bir şeyler!’’Ben de dermişim ki...Affedersiniz ama biraz bekleyemez misiniz, zahir aşağıdaki yıldızdan sonra okuyacağınız bölümlerde fikir olacak!*Öyle ya da böyle...Göstermelik ya da değil...Bir adamın ölmüş karısının ardından onun ismini devam ettirmesi, her fırsatta ondan söz etmesi, ‘‘Margaretha olmasaydı, Escada olmazdı!’’ demesi çok hoş biliyor musunuz.Belli ki, Wolfgang Ley için aile önemli.O yüzden olsa gerek, işini de dünya çapında büyük bir aile şirketine dönüştürmüş durumda. Sadece kavram olarak değil, fiilen de. Nitekim defile sırasında dünyanın bilmem neresindeki bayisinin ya da kumaş aldığı fabrika sahibinin torunlarını, çocuklarını tanıştırdı bizlere. Çünkü bu anlayış onun için çok önemli. Escada markası dünyanın her tarafında babadan oğula devrediyor: Giyenler için de, üretenler için de, satanlar için de...Biz de her zaman eksikliği duyulan bu değil midir?Birileri bir yerlere gelir, uzman olur, bilgiyle dolar, tecrübe edinir, ve sonra onca birikim onunla birlikte yok olur gider, kimseye devredilmez. (Bunları Güngör Uras'tan öğrendim, referansım sağlam!) Oysa Escada neredeyse hanedanlığa bağlamış işini. Ve bütün dünyada bir Escada cemaatı yaratmış. Bunu, karısını bu kadar sevmesine ve aile kavramına bu kadar düşkün olmasına borçlu.Bu kadar fikir yeter!*Şimdi çelişkileri çözmek gerekiyor. Nasıl oldu da, Escada'ya bu kadar laf eden ben bu defileden sonra Escada'ya övgüler düzüyorum?Şundan: Çünkü adam had safhada samimi. Olmaz böyle bir şey. Çıktı oraya, bu işi kurarken borç aldığı adamlara, iş yaptığı kadınlara teşekkür etti. Hepsini sahneye davet etti. Biz Türkiye'de böyle şeyler duymaya görmeye alışık değiliz. Etkilendim. Etkilendiğim başka bir şey daha vardı: Defileye katılan dünya çapındaki mankenlerin ‘‘tanıtım listesi’’. Her birinin yanında bir açıklama. Kim hangi futbolcunun sevgilisi, hangi şarkıcı bu sahnede gördüğümüz mankene takılıyor, hangisi dünyanın en uzun bacaklı kadını olarak Guinnes Rekorlar Kitabı'na girmiş, hepsi kayıtlı. Paris'teki ünlü Bain Douche'un sahibinin sevgilisi hangi manken, o bile...Ayıptır söylemesi babam Japon olsa ben nasıl olurdum diye düşünmeden de edemedim. Çünkü artık ikinci kuşak melez mankenler sarmış ortalığı: Japon-Alman karışımı, Japon-İtalyan karışımı gibi.Bu nasıl bir karışımsa, kim yaptıysa...İyi yapmış.İyi yapılan başka bir şey de, Escada'nın Yalan Rüzgarı'nı hatırlatan kıyafetlerinin artık çeşitlenmiş olması. Çok daha genç, çok daha dinamik ama kaliteli bir sürü farklı ‘‘line’’ı var artık. Benim favorim Escada Elements. Genç ve dinamik deyince Vahit İpekçi'den de söz etmemek mümkün değil. Türkiye Escada'nın genel müdürü kendisi. Defile boyunca enerjisini ve sevimliliğini hisset