Paylaş
“A senin de hiçbir şeyden haberin yok! Muhafazakâr kesimin yeni fenomeni Fatih Güllüoğlu... Muhafazakâr kadınlar ona bayılıyor” dedi.
“Baklavacı mı?” dedim.
“Daha fazlası!” dedi. Uzun süre hesabında gezindim, çektiği filmlere, verdiği tariflere baktım, kadınların yorumlarını okudum. Orada, resmen küçük bir dünya kurmuşlar! Mutlu mesut yaşıyorlar...
Aman Allahım, yazan yazana...
Fatih Güllüoğlu’nun bazı fotoğraflarından da gözümü alamadım.
Bir erkek güzeliydi, gözleri, bakışları... Onunla tanışmaya büyük bir merakla gittim. Ben size bir şey söyleyeyim mi, bu adam çözmüş işi.
Hepimize külahları ters giydirir!
Karşımda üç dil bilen Galatasaray Lisesi mezunu genç bir adam vardı. Psikolojik danışmanlık okumuş ama tek hayali, 150 senelik bir firmanın geleneksel mirasını devralmak.
Bunun için de 11 yaşından beri çalışıyor, sosyal medyaya girmesinin sebebi de bu. Sosyal medya hesabını da bir sosyolog gibi yönetiyor.
Son derece erkeksi bir enerjisi olmasına rağmen aseksüel olarak algılanmasına bile aldırmayan biri...
Hatta özellikle öyle algılanmak isteyen biri... Ben etkilendim, yolu açık olsun...
(Röportajın tamamı buraya sığmadı, devam edecek...)
Muhafazakâr kadınlar üzerinde müthiş bir etkiniz var! YouTube kanalınız var, Instagram’da 250 bin takipçiniz var, sosyal medyada müthiş aktifsiniz. Instagram hesabınız bir kadınlar kulübüne dönmüş durumda. Herkes birbiriyle muhabbet ediyor, tarifler veriyor, herkes mutlu...
- (Gülüyor) Evet, yüzde 99’u kadınlardan oluşan bir kitle takip ediyor beni. O kitlenin de büyük bir çoğunluğu sizin belirttiğiniz gibi muhafazakâr. Beni tercih edip izledikleri için de çok mutluyum...
Nasıl böyle bir atmosfer yaratabildiniz?
- Valla ders çalıştım! Kadınlar bir araya geldiklerinde n’apıyorlar? Ne konuşuyorlar? Ne yiyorlar? Ne içiyorlar? Hangi dizileri izliyorlar? Nasıl Instagram kullanıyorlar, inceledim.
Özellikle ‘zararsız’ durmak istiyorum
Nasıl kullanıyorlarmış?
- Bu hanımefendilerin Instagram’ları genellikle açık, telefonlarını saklamıyorlar, orta yerde duruyor, yani takip ettikleri hesapları eşleri de görüyor, babaları da... Onların hoşuna gitmeyecek hesapları takip etmiyorlar. Ben de şöyle bir sonuca vardım: “Onlar takipçim olsun istiyorum. Çünkü hepsi potansiyel Güllüoğlu müşterisi. Ben yeni yaptığım tatlıları denesinler, mutfaklarında tatbik etsinler istiyorum. E demek ki beni takip etmeye devam etmeleri gerekiyor. Ama ben, eşleri karşısında onları rencide edecek fotoğraf koyarsam beni takip etmezler!” Çünkü muhafazakâr hanımlarda, karşısındaki erkeğe mahcup olma durumu var...
Vayyy... Siz de, onların eşlerinin sinir olmayacağı fotoğraflar mı koymaya başladınız?
- Elbette! Sosyal medyadaki pek çok erkek gibi maskülenliği, yani erkekliği birinci unsur olarak kullanmıyorum. “Ben yakışıklıyım” olgusunu empoze etmeye çalışmıyorum. Umurumda bile değil. Oysa genelde erkek profillerine baktığınız zaman, şunu görürsünüz: Kendi maskülen fikirlerini daha da katmerleştirme kaygısı. O güçle beraber, popülaritelerinin daha başka hanımefendilere de ulaşacağını varsayıyorlar. Bense tam tersine, daha cinsiyetsiz bir profil yaratarak, ilgilerini kendimden, yaptığım işe kaydırmak istiyorum. Derdim sadece o hanımefendileri değil, ailelerini de bizim kulübe dahil etmek!
Gayet zekice...
- Teşekkür ederim. Psikolojik danışmanlık okudum, belki bunun da faydasını görüyorum. Kısacası ben Instagram’da cinsiyetsizim, hatta aseksüelim, öyle de kalmak istiyorum. Cinsiyet belirttiğimde, o muhafazakâr hanımefendi, huzursuz olacak, sadece o değil, kocası da olacak...
Kadın günü formatı var
Peki siz aseksüel görünmekten rahatsız değil misiniz? Bir sürü erkeğin böyle bir derdi olur...
- Benim yok. Ne olduğumu biliyorum. Bence Instagram’da en pragmatik iş, hiç cinsiyet belirtmemek. Sizin anlayacağınız ben, özellikle ‘zararsız’ durmak istiyorum. Çünkü derdim, kendimi değil, yaptığım işleri göstermek. Kimse beni aile içerisindeki tehdit unsuru olarak görmesin. Tam tersine, koca, “Aa Fatih Bey ne güzel yemek yapmış, eşime göstereyim!” desin. Çoluk çocuk gelsinler yanıma. Karısı beni takip etsin ama koca da, karısına sürpriz yapmak için benimle selfie çektirsin. Tam da böyle oluyor şu anda...
Bu yoğun ilgi neyle açıklanabilir?
- Samimiyetle. Bir de insanların kaynaşmasını çok önemsiyorum ben. Kendi hesabımda her şeyin provokatörü benim. Geri bildirimi de önemsiyorum. Herkese telefondan yanıt yazamıyordum, gittim tablet aldım, klavyeyle yazmak daha kolay, böylelikle herkesle iletişim kurmaya başladım. Instagram’da insanların en önemsedikleri şeylerden biri, muhatap kabul edilmek. Ve sayfa sahibiyle direkt iletişim kurabilmek. Mesela bana Instagram’dan yazıyor: “Şu an, şu şu şubenizden sipariş verdim. Ama yemeğim geç kaldı.” “Aa öyle mi? Hemen ilgileniyorum” diyorum ve birazdan tekrar yazıyorum: “Müdür şu an size doğru yola çıktı...” Tabii çok hoşlarına gidiyor!
“Kadın günlerini inceledim” dediniz, onu nasıl yaptınız?
- ‘Kadın günü’ formatı diye bir şey var. Sosyolojik bir olgu. Kadınlar bir arada eğleniyor. Sohbet başlıkları, nedir, ne değildir bunları araştırdım. Ne konuşuyorlar, hangi müziklerde oynuyorlar... Çevremdeki kadınlardan yardım aldım. Sonra evlilik programlarına, kadınların izlediği dizilere baktım. Ve şunu fark ettim: Kadınların kendi hayatlarıyla beraber kurdukları hayal dünyası, sembolizasyona çok açık. İzledikleri dizi ya da program ne kadar gerçek hayatla benzeşiyorsa, o kadar bağlanıyorlar. Ben de bu başlıklarla sohbet açmaya başladım.
Nasıl sohbetler?
- “Bilmem ne dizisinin finali nasıldı sizce hanımlar?” diye ortaya bir soru attım mesela. Ya da fıstıklı, kaymaklı harika bir tatlı tarifi vermişim, herkesin ağzının suyu akıyor. “Ah ah, o ramazanlar...” diyorum. Herkes bir ramazan anısı anlatmaya başlıyor. Ya da mesela “Meraklı Melahat’ın yavuklusunun adı neydi?” diyorum, “Google da serbest” diye ekliyorum, gülme işareti koyuyorum. Biri, cevabı buluyor, yazıyor. Sonra bir başkası ona soruyor, ben geri çekiliyorum, onlar birbiriyle muhabbete dalıyor. Neticede insanlar şehirlerarası dostluklar kurmaya başladılar. Yurt- dışından gelenler oluyor. Bizim şubelerden birinde buluşuyorlar...
Bayağı sosyolog gibi çalışıyorsunuz! Sosyal medyaya ne münasebetle girmeye karar verdiniz?
- Büyük bir aileyiz. Bu markanın sahiplenici aile bireylerinin sayısı da hayli fazla. “Acaba ne yapsam ayrışırım?” dedim. Çünkü kendimi 150 senelik bir firmanın geleneksel mirasını devralmış olarak kabul ediyorum. Televizyona çıkmak yeterli değil, çıkıyorsunuz, görüşlerinizi belirtiyorsunuz, o kadar. Geçici bir zaman dilimi, ben insanlarla sürekli irtibatta olabilmek istedim. Birebir ilişki kurabilmek istedim. Güllüoğlu dedikleri zaman karşılarında bir insan figürü oluşturabilmek istedim. Bunun için uğraşıyorum.
Üç yaşımdan beri hayal ettiğim işi yapıyorum
Kendinizi yeni vâris olarak kabul ediyorsunuz yani...
- Evet, ediyorum. Ben altıncı jenerasyonum. Ve 3 yaşından beri hayal ettiğim işi yapıyorum. 11 yaşında bulaşık yıkayarak başladım bu mesleğe. Şu an 38 yaşındayım, 27 senedir hamur işi ve baklavayla uğraşıyorum. Eğitim hayatım da bunun etrafında şekillendi. Galatasaray Lisesi mezunuyum. Sonra psikolojik danışmanlık okudum ama hayalim hep bu işi yapmaktı. Aklımda hep baklava vardı...
Peki niye aşçılık okumadınız ya da yemekle ilgili bir şey?
- Kadıköy’deydi fabrikamız. Gece çalışıp, gündüz okuyacaktım. En yakın üniversite de Marmara Üniversitesi’ydi, ilgimi çeken bir bölüme girdim ama hedefte hep baklava vardı. Psikolojik danışmanlığın, baklavayı satarken ve kendi çalışanlarımızla konuşurken işime yarayacağını düşündüm. Ben mesleğimdeki bütün aşamaları tek tek pratik ettim. Bu süreç içinde bizim fabrika da gelişti, sadece baklava değil, poğaça ve pasta da üretmeye başladı. Ben hepsinin çıraklığını yaptım. Sonra ustalığa ulaştım. Neden aşçılık okumadığıma gelince, her gün fabrikada pratik ederek öğreneceğim yenilikler, başka okullardan alacağım o teorik bilgiden çok daha değerli geldi. Bir de istediğimiz zaman, dünya çapındaki şefleri fabrikamıza davet edip workshop’lar düzenleyebiliyoruz, reçeteleriyle ilgili bilgi sahibi olabiliyoruz.
Peki sosyal medyada fenomen olmanızın hikâyesi ne?
- Blogger’lara, hamur işleri üzerine yemek dersi veriyordum. Simit nasıl yapılır, poğaça nasıl yapılır. Fotoğraflar çekip yüklüyorlardı.Instagram nedir bilmiyorum henüz. Kullanmadığım bir aplikasyondu. Bizim halkla ilişkiler ajansı “Size de bir hesap açalım!” dedi. O hanımefendilerin blog’larını ve Instagram hesaplarını inceledim, görselliğin ve fotoğrafın çok önemli olduğunu fark ettim. Yüzlerce saat YouTube’dan videolar seyrettim. Sonra fotoğraf üzerine ders aldım, düzgün fotoğraf çekmeyi öğrendim. Tabii zaman içinde neyin en çok ilgi çektiğini öğreniyorsunuz. Mercimek köftesi tarifi mesela. Ben mercimek köftesi yayınladığım zaman, o akşam, Türkiye’nin pek çok yerinde mercimek köftesi yapılıyor. Çünkü insanların canı çekiyor!
Verdiğiniz tariflerle, sizden bahsedilince baklava dışında tatlılar da mı akla gelsin istiyorsunuz?
- Hayır! Bir baklava ustasının her şeyi yapabileceğini göstermeye çalışıyorum. Baklava o kadar zor bir hamur işi ki! En sert hamur. Dünyada hiçbir makine bunu yapamaz. 80 mikron kalınlığında açacaksınız. Dört senede öğrendim. Fakat bizim ailenin genetik bir yatkınlığı var. Elimiz bile tam baklava açmak üzere. Bakın dümdüz. Bu dünyanın en zor tatlısına ben de tutkuyla bağlıyım.
Elleriyle iş yapan adam
Sübliminal olarak kendimi, cinsiyet objesi değil de, işini elleriyle yapan adam olarak konumluyorum. Manuel iş yapabilmek, bence çekici bir unsur. Çünkü ben orada, bir patron simgesi olarak yokum. Hisse senedi filan da satmıyorum, patronluk da taslamıyorum. Sadece akşam yiyeceğiniz şeyi üretiyorum.
Siyasetten uzak duruyorum
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bir işadamının, şu anda bu ülkede, bırakın politik görüşünü, tuttuğu takımı bile açıklamasının tüketiciyi olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Sosyal medyada öyle reaksiyonlar oluşuyor ki, mesela Gezi olaylarında, x firma su vermedi diye bir dedikodu çıktı, adamın hayatı kaydı. O kadar derin bir kutuplaşma var ki, o yüzden de ben bu konulardan olabildiğim kadar uzak duruyorum.
Antepliyim biz hızla sıfırdan 100 kiloya çıkarız
Peki nasıl bu kadar fit kalabiliyorsunuz?
- Ah sormayın! Acı çekiyorum. Kendimi durdurmaya çalışıyorum. Ben Antepliyim, biz sıfırdan 100 kiloya çok hızlı çıkarız! 90 küsur kiloydum, zar zor 79’a indim. Ankara’daki dükkânda çok büyük bir restoranımız var, fıstıklı kebap pişiyor, kokusunu duyuyorum, ölüyorum. Ama yersem sonu yok. Gözümün önünden içliköfteler, çiğköfteler geçiyor.
Canım çekiyor tabii. Antepli olarak bütün sülalem bunlarla beslenmiş. Ama diyorum ki “Bana oradan bir tavukgöğsü ve biraz brüksellahanası!” Zor oluyor ama diyorum.
Keşke 5 vakit kılabilsem
5 vakit namaz kılabiliyor musunuz?
- Yok hayır. Kılıyorum diyemem, kılanlara haksızlık etmiş olurum. Keşke kılabilsem. Ama o ritüeli çok seviyorum. “Ben eğildim sana, ben zayıfım, her şeyi sen bana verdin!” olgusunu sık sık yaşamaya çalışıyorum.
Paylaş