Paylaş
Komedi Dükkânı kırdı geçirdi…
Tolga Çevik de yeni yıla en yüksek reytingle girdi.
Peki ertesi gün ne yaptı?
Sokağa çıkmadı!
Çünkü o, nefsini kontrol etmeye çalışan biri.
En büyük korkusu da şımarmak.
O yüzden de inanılmaz tevazu sahibi.
Ben ona çok gülenlerdenim.
“2.5 yıl aradan sonra, iyi ki Komedi Dükkânı’na yeniden başladı” diyenlerdenim.
Tolga’yı yakalayınca ‘Patron Mutlu Son İstiyor’ filmindeki o meşhur şortla poz verdik, ben de sordukça sordum
Film nasıl gidiyor? Patron mutlu mu?-Valla demin yanından kalktım, mutluydu! O mutlu, biz mutluyuz. Yaptığı en iyi filmlerden biri olduğunu düşünüyor.
Ne kadar izlendi? Nasıl tepkiler aldın?
-Şimdilik 1 milyon kişi. Daha devam eder.
Ferruh tiplemesi, senin yarattığın bir tip mi yoksa Yılmaz Erdoğan’ın mı?
-‘Patron’ vardı senaryoda. Ama kimi oynatacağımızı bilmiyorduk. Bir-iki kişiye sorduk, vakitleri uymadı, biz de çekime girmiş bulunduk. Patronun sahnelerine yaklaştıkça, baktık hâlâ bir patron yok. Kıvanç’a, “Ben oynayayım mı, ne dersin?” dedim. Fikri beğendi. “Bilmem ki” filan dese asla kalkışmazdım. Uygulayıcı yapımcımız Pelin Kaya da “Oscar’lı Macar makyözler tanıyorum” deyince böyle bir işe kalkıştık. Verdiğimiz donelerle bize bir tip yarattılar. Çok da hoşumuza gitti. Setin yüzde 99’u Ferruh’un ben olduğumu bilmiyordu…
Amaç insanları şaşırtmak mıydı?
-Yok. Gizli bir şey yapalım da bütün Türkiye’ye sürpriz olsun değildi. Fakat olay büyüyünce, mecburen Ferruh’a bir geçmiş yazmam icap etti. Nevşehirli, beyaz eşya satıcısı falan. Bayağı yalana gitti olay. Sonra daha da büyüdü, adama reklam ve dizi teklifleri gelmeye başladı. “Böyle olmayacak, açıklayalım” dedik, Beyaz Show’a çıktık…
Ferruh’un hikâyesini nasıl uydurdun?
-Biraz babamın hikâyesinden, biraz kafamdan. Babam da gençliğinde Mersin’e gitmiş, sabun fabrikasında çalışmış filan…
Beyaz eşya dükkânı ne alaka?
-Aaa bak onu severim! Kadıköy’de iskelenin orada eskiden beyaz eşya satan ‘Su Gazel’ diye bir yer vardı. Bütün evlerin buzdolapları oradan alınırdı. Beyaz eşya dükkânı, çocukluğumu hatırlattığı için Ferruh’a meslek olarak yakıştırdım.
Eski bir Türkçeyle konuşuyor…
-E tevellütü gereği mecbur!
Sen aşina mısın o dile?
-Evet. Peder avukat olduğu için biraz Farsi büyüdüm. Farsça kelimelere aşinayım. Mesela ‘Kötü adam’ denmezdi bizim evde, ‘Müptezel’ denirdi, ‘Bağımlı’ denmezdi, ‘Müptela’ denirdi. Güzel kelimedir. İlkokul birinci sınıfta babam beni aldı karşısına: “Nasıl başlarsan öyle devam eder. Belagatin güzel olmalı!” dedi. Eh konuşma kabiliyetim fena değildir! Ferruh’u babamdan öğrendiğim bu eski kelimelerle de donattım…
Baban hayatta mı?
-Evet, evet! “Her şeyi benden öğrendi!” diye hava atıyor.
Ezgi’yle aşkımızı torpido gözünde gizliyoruz!
Ezgi, güzeldi, şimdi daha da güzelleşti. Sen de daha çekici mi oldun nedir, haliyle insanlar “Bunlar aşk yaşıyor!” yakıştırmasını yapıyor…
-Allah Allaaah. Ezgi’yi anlarım da ben nasıl çekici olabilirim ki? Çıldırmış insanlar! Bu tür romantik yakıştırmaları seviyorlar. Onları üzmek istemem ama ben dünyanın en antiromantik adamıyım. Sıfır romantizm. Direkt konuşurum. Hiç romantik bakışlar falan yoktur bende. Bu dedikodu beni çok güldürdü.
Nereden uyduruldu öyle bir şey?
-Bunun makul bir açıklaması yok ki. Bir keresinde belimden bir ameliyat oldum, Özge’ye dedim ki, “Fotoğrafımı çeksene Instagram’a koyalım” Ameliyattan çıktıktan sonra çorba içerken diye yazdım. Akşamına haber çıktı, “Sahneden düştü, acil ameliyata alındı!” diye. Bazen ‘gerçek’in bir önemi olmuyor, kafalarına göre yazıyorlar…
Belki de gizliyorsunuzdur…
-Neyi Ezgi’yle aşkımızı mı? Evet, torpidoda gizliyoruz!
Karın Özge ne dedi bütün bu dedikodulara?
-“Ooo oğlum aşk filmi çekiyorsunuz, geç bile kaldılar böyle haber yapmakta!” dedi. Ne desin kız? Çocuk hasta diye galaya gelemedi, “Bizimki ateşlendi diye gelemiyorum” diye tweet atmak zorunda kaldı…
Çıkar o kadını kadrodan falan…
-Olur mu öyle şey! İlk Ezgi’yi, Komedi Dükkânı’na alacağımı Özge’ye söylediğimde, “Aa güzel hareketmiş, süper” dedi. Ezgi’yi tanır, sever, alakası yok yani. Ayrıca sadece bize yapılan bir ayıp değil, Ezgi’ye de ayıp ediliyor.
Bu haberlerin filme ya da oyuna bir yararı oldu mu?
-Yok ya! Bizi izleyen insanlar böyle bir şeye itibar etmezler, adımıza yapılmış bir reklam olduğunu düşünmezler. Biz böyle bir şey yapmadık. Böyle şey de yapılmaz zaten! Dedikodu çıkartalım da film izlensin, olur mu öyle şey! İki bekâr olursun belki yapılır ama evli, çoluk çocuk sahibi adamım. Böyle bir şeyin içine girer miyim pr yapacağım diye? Ben bildiğim şeyi yaptım gazetelere, “Arkadaşlar böyle bir şey yoktur. Asılsızdır. Arkadaşlığımız öyle sağlamdır ki bozulmaz” diye yazdım. Benim açımdan kapandı bu mesele…
Cem’le kim kimi geçti diye bir yarış içinde değiliz
Yılbaşı gecesi Cem Yılmaz’dan daha fazla izlenmen gurur mu yaptı, korku mu?
-Valla hiç öyle bir mukayese yapmadık. Ama şundan gurur duydum, hatta Cem’e mesaj da attım, “Ailecek kanalı kapatmışız!” diye. Yoksa ben onu geçtim, o beni diye bir şey olmaz. Bir kere büyüğümdür, yapmam.
Komedi Dükkânı’nın bu kadar izlenmesini neye bağlıyorsun?
-2.5 sene ara vermeme. İnsanlar yoruluyor. En sevdiklerinden bile. Araya bir tatil, iş seyahati, bir mesafe girmesi gerekiyor ki yeniden bir özlem olsun. Sevilmek yorucu bir şey. Yanlış anlaşılmasın, insanlar beni seviyor diye şikâyet etmiyorum. Ama insan, kendini kaptırıp şımarabilir. Şımarmamak için de en çok sevildiğin anda çekilmen lazım ki kendini kaybetmeyesin. Ben öyle yaptım…
Vay be!
-Ya öyle işte! İnsanın en zayıf anı, kendine en güvendiği andır. “Allah’ım bütün Türkiye bizi izliyor!” dediğin anda, o hafta mutlaka başına kötü bir şey gelir. Bunlar hayat dersleri…
Kimden öğrendin bu dersleri?
-Babamdan! Ama doğru bunlar. “Çok iyi gidiyoruz!” dersin, küt diye arabayı çarparsın.
O zaman fena, çünkü sen bu aralar gerçekten harika gidiyorsun…
-O yüzden de evden çıkmıyorum! Yılbaşının ertesi günü sokağa çıkmadım mesela. Çünkü insanız biz, “Dün gece 10 televizyonun sekizi beni seyretti şöyle bir çıkayım, dolaşayım” duygusu gelir insana. Ama yapmadım. Korkarım ben böyle şeylerden. En çok da şımarmaktan!
Senin hep böyle mütevazı bir halin var, rol icabı mı, yoksa gerçekten böyle misin?
-Sahne dışında rol yapmam. Tevazu, biraz da hayata karşı korkudan geliyor. “Çok acayip şeyler yapıyorum” derken, hayat öyle bir vurur ki adama, kendini şaşırırsın. İnsan, zayıf bir yaratık. Her şeyden, özellikle de güzel şeylerden çok çabuk etkileniyor. Ben de etkileniyorum. Dolasıyla korkuyorum. Bence, sahip olduğum en değerli kabiliyet, kendimi frenleyebilme kabiliyeti! Aman abi! Frenlerim! Çünkü sevilmek çok zaman alıyor ama nefret, bir programdaki tek cümleye bakıyor. 10 yılda sevip bir yere oturtabiliyor seni ama bir gece bir şey diyorsun, “Lanet olsun sana!” diyor. “10 yılda sevdin, niye bu kadar çabuk vazgeçtin!” diyemiyorsun…
İyi de bu korku risk almanı engellemez mi?
-Komedi Dükkânı’nda hep risk alıyorum. Üstüne daha ne risk alayım?
Sosyetik yıldız havaları sevmem!
Ezgi Mola hangi noktada dahil oldu?
-Ezgi ile çok eskiden, ta ‘Organize İşler’ zamanından tanışıyoruz. Çok severim. Film çekilirken aklıma geldi, “Komedi Dükkânı’na dahil olmaya ne dersin? Hep erkek var sahnede, bir de kadın olsun, taze kan olur” dedim. “Tamam” dedi. Ben onun yerinde olsam kabul etmezdim, sekiz yıldır devam eden bir konsepte dahil olmazdım. O daha cesur çıktı...
Ezgi’nin en çok hangi özelliğini seviyorsun?
-Oyunculuğu tabii ki çok iyi ama onun dışında çok pozitif ve uyumlu. İçinde bulunduğu karavanın camını siler mesela. Çöpünü boşaltır. Sete giriyoruz dediklerinde, “Bir dakika çöpü boşaltıp geliyorum!” der. Tam benim kafada. Disiplin manyağı, titiz, işine son derece bağlı biri. ‘Kulis insanı’ işte…
Ne demek ‘Kulis insanı’?
-Kuliste dedikodu yapmayacak. Kimseyi çekiştirmeyecek, geç kalmayacak. Her şeyi farkında olarak yaşayacak. Biz tiyatrocu olarak büyüklerimizden böyle öğrendik…
Turneye çıkınca nasıl bir sanatçı oluyorsun?
-Hiçbir özel isteğim olmaz. Sadece ekip halinde aynı arabada seyahat etmek, aynı yerde yemek yemek ve hep bir arada olmak isterim. Öyle sosyetik yıldız havaları sevmem, öyle yapanlara da gıcık olurum. Teknik ekip de bizimle aynı masada yer. Arkadaş ışığı açmazsa ben rezil olurum çünkü! Kimse benden aşağı değil…
Bütün bunları “Şımardı!” demesinler diye mi söylüyorsun?
-Şımardı demesinler isterim. Şımarık lafı benim için hayatta en büyük küfürdür. Ayrıca ailemden de böyle gördüm…
Paylaş