Erkekler için böyle denir mi bilmiyorum ama ilik gibi.
Bakıyorsun, kalıyorsun.
Kafanı çeviremiyorsun.
Hatta ona ayıp oluyor ama sen bakmaya devam ediyorsun.
Ancak biri seni dürterse kafanı çeviriyorsun.
“Allah neler yaratmış!” diyorsun.
Bedeninin her milimini inceliyorsun.
Ama adam sana diyor ki, “Ben ormanda yaşıyorum.”
Şok oluyorsun, kalıyorsun!
Nasıl yani, nasıl oluyor yani!
Adam Prada’nın, Hermes’in, Ferre’nin, Gaultier’in, Kenzo’nun, Ungaro’nun yüzü olmuş, İngiliz GQ dahil bir sürü dergiye kapak olmuş, para oluk gibi akıyor...
Adam parayı alıyor, ormana akıyor...
Şaka değil mi?
Değil. Patrick Petitjean böyle biri.
O öyle seviyor, cep telefonu yok, laptop, internet, pardon ne dediniz, hak getire, bir nevi münzevi...
Modelliğini yaptığı markalarla alakası olmayan bir münzevi.
Ama yine de erkek modellerin en başarılı olanlarından biri.
Bu yıl onu sık sık göreceğiz, çünkü geçen sene olduğu gibi bu yıl da Network’ün erkek yüzü. Beni Patrik’le Mehmet Acar tanıştırdı.
Mehmet, Network&Que Erkek Tasarım Direktörü.
Dünyanın en eğlenceli, en tatlı adamlarından biri.
Huzurlarınızdan ayrılmadan önce, şunu da söyleyeyim, Patrick gerçekten samimi, ellerine bakınca anlıyorsunuz, elleriyle çalışan insanın eli, mankenden çok marangoz eli gibi.
Ve çekim biter bitmez, kendini büyük şehrin içinde bir uzaylı gibi hissediyor, hemen köyüne kaçmak istiyor...
Nerede yaşıyorsunuz?- Fransa’da bir köyde.
Nasıl yani?- Sadece 160 kişi yaşıyor.
Şaka yapıyorsunuz!- Neye şaşırdınız? Köyde yaşamama mı, nüfusun 160 kişi olmasına mı?
İkisine de. Nasıl bir hayat?- Bak, dur dinle, bu şehir ne kadar gürültülü (Londra’dan söz ediyor) benim yaşadığım yer böyle değil, sakin, huzurlu. Bizim orada, doğanın sesini duyarsın, bir de kendi iç sesini. Ailem yakınımda. Ormanım da var, daha ne isterim?
Annenizle, babanız ne işle meşguller?- Babam artık melek, ne yaptığını tam bilmiyorum.
Çok özür dilerim.- Önemi yok, epey oldu kaybedeli. Annem emekli. Üç kız kardeşim var. Ben en küçüğüm.
Ailedeki herkes sizin gibi güzel mi?- Fena değiller.
Bu gözlerin gerçek sahibi... Kimden almışsınız gözlerinizi?- Dedemden.
Bütün köy, ona aşık mıymış?- Nereden biliyorsunuz?
Bilmiyorum, uyduruyorum...- Gerçekten öyleymiş. O derin okyanus gözlere bakan, bir daha gözünü alamazmış, mıknatıs gibi çekermiş.
Sizinki de öyle. Çocukken hayalleriniz neydi?- Çocukluğum yalnız geçti. Annemle babam bir restoranda çalışıyordu, hep çok meşgullerdi, hep çok işleri vardı. Ben kendimi oyalamayı çok erken yaşta öğrendim. Yalnızlığı severim. Kalabalıkları sevmem.
İyi de sebebi ne?- Siz neden bu kadar meraklısınız mesela... Kişilik değil mi? Benimki de böyle bir kişilik. Yaratılışım diyelim. Doğayı ve doğal olanı seviyorum.
Beni şaşırtan, dünyanın en havalı ve en pahalı mankenlerinden birinin, böyle Crocodile Dandy gibi konuşması!
- Niye şaşırıyorsunuz ki? Benim dinim doğa. Zaten hayatta gerçek olan tek şey doğa. Başka ne realite var ki? Doğum, ölüm, doğa. Kendimi doğada buluyorum; en çok, doğada yaşadığımı hissediyorum.
Eğitim?- Okudum bir miktar...
Herkes büyük şehirlere kapağı atıp, üniversite filan okumak ister. Görmek ister, gelişmek ister, öğrenmek ister. Yanılıyor muyum?- Biraz. Ben de dünyaya gezmek istedim. Macera yaşamak istedim. Harita üzerinde parmaklarımla dokunduğum ülkeleri, adaları keşfetmek istedim...
Edebildiniz mi?- Edebildiğim kadar ettim. Gemilerde çalıştım. Karayipler’de yaşadım. 25 yaşına kadar. Serseri zamanlar... Sonra ülkeme döndüm askerliğimi yaptım, bir restoranda çalışıyordum...
Peki bu modellik işi nereden çıktı?
- Kız kardeşimin marifeti. “Modellik yapmalısın, çok para kazanırsın!” dedi. Her şey onun başının altından çıktı. Fotoğraflarımı yollamış, Milano’da bir ajansa.
O zaman sizi bir manken avcısı yollarda durdurmadı? Genelde öyle oluyor mankenlerin keşfedilmeleri...- 160 kişinin yaşadığı bir yerde, kim kimi durduracak?
İtiraf etmeliyim ki, anlattıklarınıza inanmak kolay değil. Fere, Ungaro, JP Gaultier, Prada, Hermes, Kenzo neredeyse bütün ünlü markaların yüzü olmuşsunuz. Dünyanın en rağbet gören, en çok aranan erkek modellerinden birisiniz. Şöhretin, paranın, kadınların, parıltı bir hayatın tadını çıkarma zamanı... İnzivaya çekilmek de nereden çıktı?- İyi ama benim için önemli olan bunlar değil ki. İşimi düzgün, kusursuz yapıyorum. İşim bittiği andan itibaren de, fotoğraflardaki o model değilim ki ben artık. O bir imaj.
Peki nasıl olur da, ünle, güçle filan alakanız olmaz...
- Meşhur olmak özgürlüğünüzü vermek demek. Ben bunu istemiyorum. Para kazanmak için bu çekimleri yapıyorum, sonra paramı alıp, köyüme dönüyorum. Orada basit ama iyi bir hayatım var. İnsan görmek istediğim zaman da pazarda antika satıyorum.
Antika dükkanınız mı var?- Yok, hayır. Tezgahta satıyorum. Küçük bir hayat, küçük bir tezgah, küçük bir orman. Ama çok yürürüm...
Odun da keser misiniz?- Tabii, gerekiyor çünkü. Doğada yaşıyorum neticede. Bir de bitkileri seviyorum. Farklı farklı bitkiler yetiştiriyorum. Onlara gözüm gibi bakıyorum. Özen ister, incelik ister. Bitkiler, onu seveni bilir...
Öyle bir anlatıyorsunuz ki, sanki modellikle filan da alakanız yok.- Yok zaten. Ben manken değilim, yürümeyi filan bilmem, herhangi bir eğitim almadım. Duruyorum zaten, “Oraya, buraya bak” diyorlar, bakıyorum, “Şunu bunu yap” diyorlar, yapıyorum. Hepsi o kadar.
Peki kazandığınız parayla ne yapıyorsunuz? Londra’da, Paris’te daire almak gibi niyetiniz yok mu?- Allah korusun! Ben şehirden kaçıyorum. Alsam alsam, ormanımın yanında yeni toprak alırım.
Kendi fotoğraflarınızı basılmış olarak görünce ne hissediyorsunuz?
- Hiçbir şey. Başarı değil ki bu.
Ne peki?- Bilmiyorum.
Bütün o kapak olduğunuz dergileri ne yapıyorsunuz?- Ben hiçbir şey yapmıyorum. Annem saklıyor, arkadaşlarına gösterip hava atıyor.
Modelliğini yaptığınız bu ünlü markaların ürünlerini kullanmak istemiyor musunuz hiç?- Benim böyle şeylerle alakam yok.
Peki bu anlattıklarınız biraz garip. Sizin gibi insanlar yok bu yüzyılda. Bizim dünyamızı ait değilsiniz. Uzaydan gelmiş gibi?- Bu dünya, tüketim dünyası, modern dünya... Tamam, anlıyorum, saygı da duyuyorum ama ben almayayım. Ben bu dünyanın parçası değilim, olmak da istemiyorum. O yüzden kendimi koruyorum.
BEBEK YAPMAK İSTİYORUM
Gelecek planlarınız?- Kafama uyacak bir kadın arıyorum. Aşık olup bebek yapmak istiyorum. Bir ya da iki. Gerçek şeyler yaşamak istiyorum.
Yaşadığınız yerde sizin için özel olan ne?- Kökü olmayan ağaç kurur, benim köklerim orada.
Kız kardeşleriniz de hayata sizin gibi mi bakıyor?- Yok, hayır. Onlar benim gibi akıllarını kaçırmış durumda değiller. Bir kere onlar daha sosyal; giysi, araba, eşya seviyorlar. Böyle şeyler benim derdim değil, 40 yıl aynı paltoyu giyebilirim.
Ailenize maddi olarak destek oluyor musunuz?- Olmaya çalışıyorum.
Sizin aslında bu kafayla ‘loser’ (kaybeden) olmanız gerekiyordu. Nasıl oldu da böyle oldu?- Dedem sağ olsun, ondan ödünç aldığım gözlerle hayatım kurtuldu. Sizin anladığınız anlamda. Kendimi bu yüzden şanslı hissediyorum. Ama ben bütün bunlar başıma gelmeden de ormanımda mutluydum. Odun kırıyor olabilirdim ama hayat bu, ünlü markaların yüzü oldum.
Dalilah bir gece ansızın saçınızı kesiverse, Samson gibi bütün gücünüzü kaybeder misiniz?- Galiba.
Size, “Saçını uzat daha vahşi bir güzelliğin olur” diyen kim?- Altı yıl kısa saçla modellik yaptım. Sakalım da yoktu. Bir gün kafama esti, modelliği bıraktım, beş yıl yapmadım. Sonra bir moda stilisti beni tekrar başlamaya ikna etti, saçımı uzatmamı da istedi. Kırmadım, herkesin hoşuna gitti, benim de. Bu saçlar ruhumu da yansıtıyor.
TERİM TENİMİN KOZMETİĞİ
Bu endüstri sizden sıkılıp, sizi bir kenara atınca ne hissedeceksiniz? Hep yeni yüzler yeni bedenler arıyorlar?- Hayat uzun bir yolculuk, öğrenecek çok şey var. Modellik yolu biter, benim kendi kişisel yolum devam eder?
Size İsa’ya ya da Che Guevare’ya benzediğinizi söyleyen oldu mu?- Onlar özel insanlar, ben onlar gibi değilim. Basit, sıradan bir köylüyüm.
Sizi hiç reddeden bir kadın oldu mu?- Bütün erkekler reddedilir. Benim de onlardan bir farkım yok.
İlişkileriniz uzun sürer mi?
- Ortalama 3-4 yıl. Ama bir sonraki ilişkimin sonsuza kadar sürmesini istiyorum. Bunu gerçekten arzuluyorum.
Şehirli kadınlarla birlikte olabilir misiniz?- Benimle o hayatı yaşamayı sevecek biri olmalı.
En vazgeçemeyeceğiniz şey...
- Altı kedim var, müthişler, bana aşıklar, ben de onlara...
Gerçekten mi cep telefonunuz yok?- Yok. Üzerimi arayabilirsiniz.
iPad, laptop...- Yok. Yaşadığım yerde bir faks var oraya faks çekiyorlar, ben de geri dönüyorum.
Bir ay filan alıyormuş haberleşmek sizinle, doğru mu?
- Niye şaşırdığınızı anlamıyorum, cep telefonu kaç yıldır hayatımızda var ki, teknolojiyi de bu kadar hayatımıza sokmak iyi mi? Ben halimden memnunum.
Bütün bunlar bir imaj mı yoksa? Sizi ilginç yapmak için mi size böyle bir imaj çizdiler?- İmaj-mimaj yok. Bu benim; gerçek ben. Ha, ama şu var, benim hikâyemi insanlar sevdi. Aslına bakarsan, işi daha da ileri götürüp Aborjinler gibi yaşamak isterdim. Belki ileride bir gün o da olur...
O zaman bu soruyu sormaktan vazgeçeyim: Yüzünüze krem filan sürüyor musunuz diyecektim...- Dalga mı geçiyorsunuz? Terim, tenimin doğal kozmetiği!