Paylaş
“Yüreğinde gölgelere yer yoktu. Gözleri ışıl ışıl parlardı, etrafına da ışık saçardı. Yoga hocasıydı. Derinliği olan bir insandı. Hiçbir rahatsızlığı yoktu. Sigara bile kullanmazdı. Ama küt diye akciğer kanseri oldu. Gözümüzün önünde eridi. Birkaç ay içinde de öldü...”
Gencecik hayatların beklenmedik anda, küt diye sona ermesi beni çok etkiliyor.
Sustum.
Devam etti...
“Ölürken yanındaydım. O hastane odasında, gözleri kapalı halde, birdenbire konuşmaya başladı: ‘Müthiş bir yerdeyim. İnanılmaz huzurluyum. Bir ışığa doğru gidiyorum. Bir kuş gibi uçuyorum. Hafifim, çok hafif. Aşağıda uçsuz bucaksız bir vadi var, yeşilliklerin üzerindeyim. Her yer mis gibi kokuyor. Hayatımda görmediğim kadar güzel çiçekler var. Ve ben hiç olamadığım kadar mutluyum. Oraya doğru gitmek istiyorum...”
Yanı başınızda biri ölürken böyle şeyler anlatıyorsa, kendini iyi hisseder, iyi bir yere gidiyor diye sevinirsiniz değil mi?
Hastane odasındaki arkadaşları biraz olsun teselli buluyorlar...
Ölümden korkmadığı, hatta ölümün kollarına koşmak istediği için...
Biraz sonra da son nefesini veriyor.
“O son nefes”i gözleriyle görüyorlar. Son kez ciğerlerine oksijen doluyor, vücutta dolaşıyor, sonra ağzından çıkıp gidiyor.
Ve her şey bitiyor.
İKİ FARKLI SON
Aynı arkadaşımın tanık olduğu başka bir ölüm de var.
“Zor bir kadındı, seveni de pek yoktu” diye tanımladığı bir akrabası. Ölürken onun da yanında...
Yoga hocası arkadaşının aksine diğeri, yaşarken insanları üzmüş biri.
“Kişiliği öyleydi” diyor.
“Hep önce kendi gelirdi” diyor, “Belki çok zor bir hayat yaşadığı için, o da sert bir insan olmuştu. Muhtemelen küçükken ona da kötü davranmışlardı. Taviz vermezdi. Kalp kırardı. Yürür giderdi. Geri döneyim, af dileyim filan yok. Kötü demeye dilim varmıyor ama kötülüğe meyilli biriydi...”
O ise ölmeden önce farklı şeyler anlatıyor, sayıklıyor...
“Karanlık. Nefes alamıyorum. Sıkışıyorum. Yılanlar üzerime geliyor. Çiyanlar, örümcekler... Gitmek istemiyorum, beni almaya geliyorlar, sürüklüyorlar, kollarımdan çekiyorlar...” türünden şeyler.
Bunların ne kadarı bilinçli, ne kadarı sayıklama bilemiyorum.
Ama arkadaşım, iki ölüme teslim olma anını, yaşadıkları hayatın sonucu olarak değerlendiriyor.
O öyle yorumluyor.
Kısacası, nasıl bir hayat yaşıyorsak, ölünce de öyle bir hayata yatay geçiş yapıyoruz.
Ne kadar ekmek, o kadar köfte gibi!
Sanırım ben de buna inanıyorum.
Murat Menteş, size övüp övüp bitiremediğim ‘Ruhi Mücerret’ romanında ‘cennete gitme formülü’nden bahsediyor.
Ona bu konuyla ilgili birkaç soru sordum.
Buyurun okuyun..
Bense şu anda, cehenneme gitmesi gerektiğini düşündüğüm bir adamın haberini yapmaya gidiyorum, beni derinden sarsan bir hikâye, pazar günü okuyabilirsiniz...
Garantili cennete gitme formülü
‘Ruhi Mücerret’te cennete gitme formülünden söz ediyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Cennete ya da cehenneme bu dünyada adım atarız...”
-Evet.
Hadi bize cenneti anlatın...
-Cennet ağaçlar, kuşlar, kelebekler, güllerle doludur. Aydınlık, temiz ve ferahtır. Orada bolluk, ikram, ödül ve yüceltme vardır. İnsanlar hoşnut, enerjik, neşeli ve sevinçlidir. Kimseden emir almazsın. Tasallut, esaret ve tahakkümden muafsındır. Sanat, bilgi, zarafet yürürlüktedir. Özgürlük ve aşkın sonsuzluğa ilişkin sırları görünür olur...
Peki ya cehennem?
-O tam tersi. Mahrumiyet, yoksulluk, azap vardır. Bir de umutsuzluk, utanç ve keder... Bilgiyi edinme ve uygulama yolu tıkalıdır. Orada sanatın s’sini bulamazsın. Cezai buyruk altındasındır. Zebanilerin başlıca vazifesi, sana cehennemde olduğunu unutturmamaktır!
Cenneti ve cehennemi anladık. Sizin oralara gitme formülünüz ne?
-Dünyada bir cennet inşa edersen, ölümle cennete yatay geçiş yaparsın. Formül bu. Asıl hayat, cennettedir. O yüzden de dünyada mümkün olduğunca yaşatmaya bakmak gerek.
Yaşatmak mı?
-Evet. Fidan dik, kuş besle, evlat büyüt, umut ve sevinç aşıla... İnsanlar, senin yanındayken kendilerini cennetteki gibi kınanmayan, yadırganmayan, dışlanmayan biri gibi hissetsinler kendilerini. Ödüllendirilen, yüceltilen, hoşnut edilen, ikramda bulunulan biri gibi. Onlar böyle özgür hissederlerse kendilerini, sen bulunduğun yeri cennete benzetmişsin demektir. Cennetin inşaatında, bir mühendis, mimar, usta, kalfa ya da işçi olarak çalışıyorsun demektir!
Çok güzelmiş. Peki ya tersi söz konusuysa...
-Eğer öldürürsen, yaşatmazsan, beslemezsen, yaşama azmi aşılamazsan; insanlar senin yanında kendilerini cehennemin dumanında boğulur gibi hissederler. Öyle sıkıntılı, üzgün, baskılanmış, boyunduruk altında, kısıtlanmış, suçlu, mahcup, rahatsız, cezalandırılmış, mahrum... Çevrende böyle insanlar varsa, sen kendine cehennem kurmuşsun demektir. Burada kendi ellerinle bina ettiğin cehennemden, öldüğün anda yatay geçişle, ahiret cehennemini boylarsın! Yani kimin cennete, kimin cehenneme gideceğine ilişkin karar, kalplerde verilir. Seni ahiret sevincine ya da hüznüne iletecek olan, başkalarının senin hakkındaki hissiyatı, sezgisi veya duasıdır...
Paylaş