2006, Haziran...
Hollanda’dan Türkiye’ye karayolu üzerinden yaz tatili için gelen bir Türk aile, Filibe yakınlarında kaza yapıyor.
Tam da memlekete varmak üzereyken.
Anne-baba-çocuk oracıkta vefat ediyor.
Minik; 10 aylık bir bebek hayatta kalıyor.
Şans eseri...
Bulgar polisi, arabadan fırladığı için toprağın üzerinde ağlayan bebeği tesadüfen buluyor, hastaneye götürüyor.
Hemen Türk Konsolosluğu’na haber veriyorlar...
Filibe Türkiye Başkonsolosu Ümit Yalçın, derhal kolları sıvayıp, olaya müdahale ediyor.
Vefat edenlerin Hollanda’daki yakınlarını haberdar ediyor.
Ertesi gün ölen babanın erkek kardeşi Filibe’ye geliyor.
Elinde, rahmetli abisinin pasaportu Ümit Yalçın’ın odasına giriyor.
“Abimi hatırladınız mı Konsolos Bey?” diyor.
O PASAPORTU VEREREK HAYATINI MI DEĞİŞTİRDİM ÖLÜMÜNE Mİ SEBEP OLDUMKonsolos Bey şaşırıyor.
“Hani yıllar önce Rotterdam’da sizin sayenizde sınır dışı edilmekten kurtulmuştu!”
Ümit Yalçın, bir duruyor, önce hatırlamıyor, sonra pasaportu istiyor, fotoğrafı inceliyor ve gözlerinin önünde bir kare canlanıyor...
Yıl 1992, Rotterdam...
Karşısındaki genç adama, askerliğini erteleyebilmesi için, altı aylık pasaportunu teslim ediyor.
Ve merhumun kardeşi sözlerini tamamlıyor:
“Abim, Hollanda’da kaçaktı. Halbuki iş bulmuştu. Pasaportu olsa, oturum izni alabilecekti. Ancak askerliğini yapmadığı için pasaport alamıyordu. Siz, durumunu düzeltebilsin diye, kısa süreli pasaport verdiniz ona. O gün siz o pasaportu vermeseydiniz, Hollanda Göçmen Bürosu, abimi sınır dışı edecekti ve Hollanda hayali sona erecekti. Oysa o pasaportla oturma hakkı alabildi. Bulduğu işte, bu zamana kadar mutlu mesut çalıştı, askerliğini yaptı, sevdiği kızla evlendi, iki de çocuğu oldu...”
Karşısındaki olan biteni hızla hızlı anlatırken, bir fikir, Ümit Yalçın’ın beynine saplanıyor.
“Ben o pasaportu vermeseydim...”
Ve birden, kendini şunları söylerken buluyor:
“İyi de, o gün o pasaportu vermeseydim, sınır dışı edilseydi, Türkiye’ye dönseydi, dün abin Hollanda-Türkiye arasında bu seyahati yapmayacak ve bu kazayı geçirip ölmeyecekti!”
Üzüntülü kardeş şaşırıyor ve hemen itiraz ediyor:
“Öyle demeyin Konsolos Bey! O zaman da belki işsiz, mutsuz bir hayat sürdürecek ve belki de Türkiye’de bir yerde bir kazaya kurban gidecekti. Halbuki 14 yıl çok mutlu bir hayat yaşadı ve sizi hep ‘Hayatını değiştiren kişi’ olarak hatırladı...”
O İKİ YEŞİL GÖZÜ ASLA UNUTMUYORÜmit Yalçın, aklında ‘birinin hayatını değiştiren kişi’ tanımlaması, zihninde karışık düşünceler ve boğazında düğümlenmiş yumrukla...
Hastaneye, annesini-babasını-abisini kaybeden, bir mucize eseri hayatta kalan o 10 aylık bebeği görmeye gidiyor.
Ve hastanede olaylardan habersiz, ona pırıl pırıl bakan, o iki yeşil gözü asla unutmuyor...
GECENİN İKİSİNDE KAPIYI RAHİP ÇALIYOR1995, Ekim...
Birleşmiş Milletler ambargosu altında nefes almaya çalışan Bağdat’ta gecenin ikisi.
Kapı çalınıyor.
Ümit Yalçın, endişeyle kapıyı açıyor.
Karşında bir rahip!
“Çok özür dilerim” diyor utana sıkıla, “Ben Vatikan Büyükelçiliği’nde görevliyim. Kilisemizin, Kimsesizler Yurdu’ndaki bir hasta çocuk için acil aşıya ve süt tozuna ihtiyacımız var. Yarın sizin Ürdün’e kurye olarak gideceğinizi öğrendik, oradan gelirken bu isteklerimizi getirebilir misiniz lütfen?”
“Tabii” diyor Ümit Yalçın, gerekli bilgileri not ediyor.
Ambargo yüzünden, başta ilaç olmak üzere, neredeyse hiçbir şeyin bulunmadığı Bağdat’tan, her ay 1100 kilometre ötedeki Ürdün’e gidiyorlar ve Büyükelçiliğin ihtiyaçlarını temin edip dönüyorlar.
Gerçekten de ertesi gün, söz verdiği gibi, süt tozunu ve aşıyı getiriyor ve Vatikan sefaretine teslim ediyor Ümit Yalçın.
Bir gün sonra da, bir davetiye alıyor.
Eşi Gül’le birlikte Vatikan Sefareti’nin içindeki Katolik Kilisesi’nde pazar ayinine çağrılıyorlar.
Biraz da merakla, kalkıp gidiyorlar.
Bir rahip yardımlaşmadan, dayanışmadan bahseden bir konuşma yapmaya başlıyor.
Sonra sözü Ümit Yalçın’a getirip Ürdün’den ulaştırdığı aşı ve süt tozu için salondaki cemaatin huzurunda ona teşekkür ediyor.
Ümit Yalçın, acayip mahcup oluyor.
Saklanacak yer arıyor.
Bu yetmezmiş gibi, bir de kilisenin Kimsesizler Yurdu’ndan bir çocuk korosu çıkıp, bir ilahiyle şükranlarını bildiriyor.
Kilisenin atmosferinden mi, mahcubiyetten mi, o çocukların duyarlılığından mı, ilahinin güzelliği mi...
Kimse bilmiyor sebebini...
Ama Ümit Yalçın’ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başlıyor.
ÜMİT YALÇIN DUBAİ’DE TANIDIĞIM EN MÜTHİŞ İNSANLARDAN BİRİ
Dubai’de tanıdığım en müthiş insanlardan biri Dubai Başkonsolosu Ümit Yalçın.
(Ve tabii ki eşi Gül, bir de minik oğulları Can Ümit.)
Defalarca milli maç izledik birlikte, yemeklere gittik, muhteşem 23 Nisan’lar düzenledik. Eşiyle birlikte Türkleri her fırsatta bir araya getirmiştir. Ve sıkı bir edebiyat meraklısıdır. Muazzam bir kütüphanesi vardır, okumadığı kitap, izlemediği film yoktur. Havasını atmaz ama sıkı entelektüeldir. Ve çok iyi babadır. Minik oğlunun taklidini de şahane yapar. Aynı zamanda çok ‘insan’dır. Gittiği her yerde, insana dokunmayı bilir, kendini karşısındakini yerine koymasını bilir. Yıllar içinde, biriktirdiği o kadar güzel hikayeler var ki. Ben de onu dinlemeye doyamam. Dubai’den ayrılırken, özleyeceğim insanlardan biri de o...