Paylaş
O, kadın hastalıkları doğum uzmanı, aynı zamanda da hamile eğitmeni...
Operatör Doktor Hakan Çoker.
5 yıldan beri annelere “doğal doğum”un önemini anlatıyor.
(www.dogaldogum.com www.dogumakademisi.com)
Sezaryen doğum izleyeceğimi yazdıktan hemen sonra kendisinden bir mail aldım:
“Yandık!” diye başlıyordu.
“Şimdi şöyle şeyler yazacaksınız. Muhteşem bir andı. Bebek tüm kutsallığıyla çıktı. İlk ağlaması odayı doldurdu. Anne ve baba önce bebeklerine, sonra birbirlerine baktılar sevgiyle... Bir can doğdu...”
Ben dün daha fazlasını yazdım!
Dr. Çoker, benim yazımın planlı sezaryeni özendireceğini düşünmüş.
Ve karşılığında o da bana doğal doğumun müthişliğini, planlı sezaryenin sevimsizliğini anlatmaya girişmiş...
“Huzurla içerde büyüyen bir bebek var. Hiçbir şeye hazır değil. Doğum başlamamış. Doğumun anneyi anne yapan, bebeği hayata hazırlayan hormonları henüz salgılanmamış.
Birdenbire bir pencere açılıyor, tutup çekiliyorsunuz. Ameliyat spotları gözünüzü yakıyor. Bebek daha o ilk andan itibaren kapatıyor gözlerini. Sonra ona güven veren kordon kesiliveriyor. Ve aldığı ilk nefesle baş başa kalıyor. Akciğerleri ilk kez havayla doluyor. ‘Annem nerede?’ diye düşünürken tanımadığı ellerde hayat macerası başlıyor. Bedeni onun için zımpara sayılabilecek örtülerle siliniyor. Boğazına hortumlar sokuluyor. Yine ışıklar altında. Odada sevinç adına gürültü var. Uzun bir süre annesizliği yaşıyor. Güvensizliği. Sonra annesine gösteriliyor. Bir hediye gibi 5 dakika belki tutuluyor ve yine yabancı ellerde yalnızlaşacağı kuvöze doğru yollanıyor.
Herkes mutlu, doktor mutlu, anne mutlu, doğru kararı verdiği düşünüyor ama bir tek kişiye fikri sorulmuyor...
O yeni doğan bebeğe!”
*
Ona göre “Hem anneler hem de doktorlar korkularının esiri... Zorunlu sezaryen mükemmel bir kurtarma ameliyatı ama ‘planlı sezaryen’ tıbbi açıdan bir hata... “
Bugün ve çarşamba günü, Doktor Çoker’le yaptığım röportajı okuyacaksınız...
- Siz nesiniz?
Ben bir hekimim. Operatörüm. Kadın doğumcuyum. Ama ‘Doğal doğum destekçisi’ olarak değerlendirenler de var beni. Bundan da şeref duyuyorum.
- “Doğal doğum” takıntınız neden?
Çünkü doğal doğum, doğumun ta kendisi! Doğum, bir hastalık değil. Hastalık olmayınca da, destek dışında bir ilaca ihtiyacınız yok. Tabii böyle söyleyince, beni ilaç kullanmayan, bilimin nimetlerinden yararlanmayan, hatta neredeyse hastanelere bile uğramak istemeyen biri zannediyorlar.
- Öyle misiniz?
Ne münasebet!
- Öyleyse doğrusu nedir, lütfen anlatın...
Gebeler günümüzde, zamansız olarak, erkenden doğurtulmaya çalışılıyor.
- Sezaryenden söz ediyorsunuz...
Evet ama “planlı sezaryen”den. “Zorunlu sezaryene” diyecek lafım yok. Ama “planlı sezaryen”de, doğumlar belli bir zaman sınırına sıkıştırılmaya çalışılıyor. İlaçlarla doğum müdahale ediliyor.
- Yani epidüral anestezi...
Doğru. Gerektiğinde yanındayım ama sadece gerekiyorsa. Oysa günümüzde bu olay bir çılgınlık halini aldı. Her kadına “prenses doğum”u gibi epidüralli doğum tavsiye ediliyor. Doğal doğumun vahşet bir şey olduğunu anlatılıyor.
- Peki, kadınların prenses gibi doğurmanın ne gibi bir sakıncası var?
Bakın, doğuma müdahale ettiğiniz zaman, doğumun kendi hormonlarını bozmaya başlıyorsunuz. Dahası kadın, kendini hasta gibi görmeye başlıyor. İçinde patlayacak olan o “kadın gücü” de yarıya iniyor. Halbuki bizler biliriz ki, en büyük zevkler, büyük mücadelelerden sonra kazanılan başarılarla gelir. Doğal doğumdan sonra kadına müthiş bir güç geliyor. O güçle zaten, uykusuz gecelerde bile, bebeğine bakabiliyor. Ama “planlı sezaryen”lerde bu söz konusu değil. Doğum açısından en kötüsü “planlı sezaryen.” Gerçekten daha kötüsü yok. Bütün çocuk doktorları da, “planlı sezaryen” sonrası, çocuklarda meydana gelen akciğer problemlerini bilir, alerjileri bilir....
- Neden anne-bebek dengesinde, bebeğe öncelik veriliyor? Annenin tercihi buysa ne olacak...
Annenin tercihi önemli. Ama hangi annenin? Korkutulmamış, doğuma tamamen normal ve fizyolojik bir şey olarak bakabilen annenin tercihi. Ne var ki, annelerimiz bu noktada değil. Korkudan tir tir titriyorlar. Bir grup, ağrı çekmekten korkuyor, bir grup bebeğine bir şey olacağından korkuyor, doğal doğum yaparsa, vajinasının zarar göreceğinden, genişleyeceğinden korkanlar bile var. Oysa bunun doğru olmadığını kanıta dayalı çalışmalar bize gösteriyor.
- “Epidüral normal doğum”, doğal doğum sayılmıyor mu?
Hayır. İngiltere istatistiklerine baktığınız zaman, kendi başlamayan, epidüral anestezi verilen, kesi yapılan ya da vakum takılan doğumlar, artık “doğal doğum” kategorisine alınmıyor. “Doğal doğum” mümkün olduğunca müdahale edilmeden gerçekleşen doğum.
- Ama hızlı olabilir, olmayabilir, saatlerce sürebilir, belirsizlik hat safhada yani. Anne adaylarının korkularını küçümsemek tuhaf değil mi?
Ben küçümsemiyorum, korkularını saygıyla karşılıyorum. Ama korkularının üzerine gidebileceklerini söylüyorum. Biz aynı zamanda eğitim de veriyoruz, bize eğitime gelen kadınların hemen hepsi iki günlük eğitimden sonra “Çekilin, ben kendi kendime doğurabilirim!” diye buradan çıkıyor. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Biraz da hastaneler, doktorlar ve ebeler aynı dili konuşup, annelere destek verebilsek, çok daha fazla anne, “doğal doğum”u tercih edecek. Ebelik kurumunu daha iyi kullanabilirsek de öyle olacak. Türkiye’de ebelik, görmesi gereken itibarı görmüyor. O yüzden doktorlar, hastalarının başında durmak zorunda kalıyor. E haliyle onlar da “planlı sezaryen”i tercih ediyor.
- Doktorların hepsi mi kolaya kaçıyor...
Hayır, asla böyle bir şey yok. Ben meslektaşlarımı da çok iyi anlıyorum. Bütün yük onların omzunda. En ufak bir terslikte, herkes, bakanlık, avukat, aile onları suçluyor, “Neden sezaryen yapmadın?” diye soruyor. Tepenizde böyle bir baskı varken de, size başka bir seçenek kalmıyor.
Ailemin bütün kadınları ebe
- Sizde bu “doğal doğum” tutkusu ne zaman başladı?
Üç nesil önce. Genetik bir geçişim var yani. Babaannem ebe, anneannem köy ebesi, annem üniversite mezunu ebe, teyzem ebe, ben de kadın doğumcuyum.
- Ne zaman bunu misyon hale getirdiniz?
Stajımı İngiltere’de yaptım. Gördüm ki doğum olgusuna orada bizden farklı bakıyorlar. Orada patron ebeler. Doktor, ebeye sormadan hiçbir şey yapamıyor. Kararları ebeler veriyor. Her odada müzik var, ki devlet hastanesiydi, eşler de anne adaylarının yayındaydı. “Neden bizde de olmasın?” diye düşündüm. Ama tabii bu alana girmem uzun senelerimi aldı. Bundan beş yıl önce ilk olarak Marmaris’te başladım. Laurence’la. Sonradan Türk vatandaşı olan Belçikalı bir arkadaşım. O, işin meditasyon ve nefes kısmını üstlendi. Hamilelere yoga eğitmeni oldu. Bir sürü insanı doğal yolla doğurttuk. O dönem 39 yaşındaydı, tüp bebekle ilk çocuğunu doğurdu, kendi evinde suda doğurmayı tercih etti, iki yıl sonra ikizlere hamile kaldı, onları da evde doğurttuk. Kendisi Türkiye’nin en iyi doğum koçlarından biridir. Sonra ben İstanbul’a gelmeye karar verdim, Neşe Karabekir’le ortak bir kurs açtık. Neşe hamile psikoloğu ve psikodrama eğitmeni. Şimdi birlikte annelere eğitim veriyoruz...
- E siz de bu alanda çalıyorsunuz, haliyle “doğal doğum”u öveceksiniz...
Ben gerçekten inandığım için bu işi yapıyorum. Dünyada hamile eğitimi ve doğum eğitimi veren kadın doğum uzmanı neredeyse yok gibi. Ben bir tane doğal doğum yaptırıncaya kadar, üç tane planlı sezaryen yapılabiliyor. Gerçekten emek istiyor, çok fazla zaman alıyor.
- Kaç kadını doğal yolla doğurmaya ikna etmişsinizdir...
Yüzlerce belki. Yakında bu eğitimlere girmeden doğum kabul etmemeye başlayacağım. Aynı dili konuşmak istiyoruz. Doğumda mutlaka bizim çalıştığımız ebeler ve doğum koçları hazır bulunsun istiyoruz. Doğumdan sonra hamile psikoloğunu şart koşuyorum. Doğru emzirme tekniklerini öğretmesi için de ebeyi eve yollamak istiyorum. Bu işler Avrupa’da öyle yapılıyor. Ayrıca “planlı sezaryen”lerde bebeğe yabancılaşma gözleniyor. Böyle bir boyutu da var bu işin...
ÇARŞAMBA: Peki kadın doğumcuların eşlerinin çoğu neden sezaryenle doğuruyor?
Paylaş