Paylaş
Umarım daha güzel bir Türkiye’de yaşarız, huzur ve barış içinde... Hukukun olduğu bir ülkede, medyanın susturulmadığı, gazetecilerin dövülmediği, basın hürriyetine müdahale edilmediği, herkesin fikrini özgürce ifade edebildiği bir ülkede...
Kadınların zulüm görmediği, katledilmediği bir ülkede...
Nasıl olacak bilmiyorum, hep birlikte yaşayıp göreceğiz, ülkemize sahip çıkacağız.
Bugün seçim sonuçlarını beklerken, sizi bambaşka bir dünyaya götürmek istedim.
Afrika’ya safariye.
Setur’un 50’nci yılıydı, kalabalık bir gazeteci grubu, Sedventure macera turuyla Tanzanya Serengeti’ye gittik.
Hürriyet’ten ben ve Saffet Emre Tonguç vardı.
Gelecek pazara Hürriyet Seyahat’te, safari maceralarımızı daha ayrıntılı okuyacaksınız.
Dünyanın en güzel şeyi safari, imkân varsa ölmeden mutlaka bir kere gitmeli, başka şeylerden feragat etmeli ama o toprakları, o güzel hayvanları görmeli...
Beni dünyada etkileyen birkaç yer oldu, Peru mesela aklımı başımdan almıştı, kutuplar da öyleydi, aslında umre de büyüledi... Tanzanya, Serengeti de etkilendiğim yerlerden biriydi.
Kendime dönmemi sağladı.
Doğanın karşısında ne kadar küçük ve zavallı olduğumu gördüm.
Benim için seyahat, galiba zamanın durması, o süre zarfında her şeyi unutabilmek...
Safaride öyle oluyorsunuz.
Doğanın ve doğal hayatın gücünü bütün hücrelerinizde hissediyorsunuz.
Uçsuz bucaksız milli parklarda tanık olduğunuz vahşi yaşamdan büyüleniyorsunuz.
Üstelik Serengeti’de göç dönemiydi. Süha Derbent liderliğinde çok şanslı bir gruptuk, 30 kadar farklı hayvanı görme şansımız oldu.THY ile 7.5 saatte Darüsselam’a uçtuk, sonra minik bir pırpırla, Serengeti Milli Parkı’na indik...Ve macera başladı.
Tek kelimeyle şahaneydi!
Sedventure, kişiye özel turlar yapıyor ve başında bu konuda müthiş tecrübeli bir isim var: Bu ülkenin en tanınmış, en bilgili yaban hayat fotoğrafçısı Süha Derbent. Bugün sizi Süha ile yaptığım röportajla baş başa bırakıyorum, haftaya Seyahat ilavesinde bilahare maceralarımızı yazarım...
Sen bu ülkenin en tanınan vahşi doğa fotoğrafçısısın. Dünyadaki yedi büyük kediyi çeken yeryüzündeki sekizinci insansın ve ilk Türk’sün. Nereden sardın bu işe?
- Küçükken kendime bir söz verdim: “Sevmediğim hiçbir işi yapmayacağım” diye. Gerçekten de yapmadım. Sevmediğim işleri eleye eleye, sevdiğim işi buldum: Fotoğrafçılık. Oradan da en sevdiğim fotoğraf türü olan, yaban hayat fotoğrafçılığına kaydım. İnsanlarla iletişimi beceremiyorum ben. Zorlanıyorum. Oysa hayvanlar basitler. Olduğu gibiler, rol yapmıyorlar. Onları anlamak, insanları anlamaktan çok daha kolay. Belki de bu yüzden vahşi doğa fotoğrafçılığı diye tutturdum.
Böyle hisseden başkaları da olabilir. Ama onlar değil, sen bu konuda marka oldun. Nasıl oldun?
- Kafayı taktım çünkü! Kafayı taktım ve birtakım bedeller ödedim. Evet, benden çok daha iyi fotoğrafçılar vardı. Ama cesaret edip bu alana girmediler. Bense pes etmeden, emek verdim, yıllarımı verdim. 25 yıl! Haliyle inanılmaz bir birikim oluştu.
İnsanların tepkisi ne oluyordu?
- En başlarda mı? Herkes dalga geçiyordu. “Sen Türksün! Vahşi hayat fotoğrafçılığı nere, sen nereee!” diye. Bense onlara kulağımı tıkadım, işe odaklandım. Fotoğrafçılığa yeni başlayanlara da hep aynı şeyi öneriyorum. O her şeyi çektiğin ilk alışma sürecinden sonra, bir an evvel odaklan, ne çekmek istediğine karar ver ve uzmanlaş. Mümkünse seçtiğin alan, hiç kimsenin bulaşmadığı bir alan olsun. Çok basit bir örnek olacak ama her gün aynı şeyi çekersen, ayda en az bir tane iyi fotoğrafın olur, yıl sonunda da 12 tane bitmiş kusursuz fotoğrafın! Ama her şeyi bir arada yapmaya kalkarsan böyle bir sonuca ulaşman zor...
Peki senin için dönüm noktası ne zamandı?
- 1997 yılıydı. National Geographic’in fotoğrafçısı bir anne kaplanı, ağzında bir yavruyla çekmişti. Kapaktı. Yeryüzünde yaşayan 2500 kaplandan biriydi. Çok güzeldi. Baktım ve âşık oldum. Sita’ydı adı, “Ben de Sita’yı yavrusuyla çekeceğim!” dedim.
Eee?
- E’si çok uğraştım. Ben de aynı yere gittim, aynı rehbere ulaştım. Adam deli bir adam, paraya ihtiyacı yok, kaplan âşığı. Gerçekten kaplanlara âşık olduğuna ikna olursa, seni onlara götürüyor. Yoksa kaç para verirsen ver, umurunda değil. İkna ettim. Ama tabii bu da yeterli olmadı, Sita’yı görüntüleyebilmem aylarımı aldı.
Neden?
- Çünkü kaplanlar seni hazır beklemiyor. Bazen şansın yaver gidiyor, bazen gitmiyor. Her Allah’ın günü rehberle dolaşmaya çıkıyorduk, yolda rastladığımız yerliler “Geçen ay şurada gördük!”, “Ağaçtan atladı, şuraya döndü!” falan diyorlardı, biz bir türlü göremiyorduk. Kampa dönüyoruz, her yerde kaplan resimleri var, yemekte herkes kaplan hikâyeleri anlatıyor. Çadıra gidiyorsun, battaniye örtüyorsun, üstünde kaplan resmi var. Rüyanda kaplan görüyorsun ama kaplanı bir türlü bulamıyorsun! Bir süre sonra herkes yalan söylüyor gibi gelmeye başladı. Bir psikolojik savaş da var yani. Ama ikinci ayın sonunda gördüm. Üstelik enteresan bir şekilde yedi kez gördüm. Hiçbir görüşümün süresi iki dakikayı geçmedi. Çünkü utangaç bir hayvan, yanında uzun süre kalmana izin vermiyor, bakışıyorsun ve bir süre sonra gidiyor.
O seni görüyor mu orada?
- Tabii tabii. Fillerin üstüne binersen dibine kadar giriyorsun.
Peki dokunamıyorsun ya, sadece bakışıyorsun, bu yetiyor mu?
- Bu da bir eğitim aslında. Doğa, bir şeylere dokunmadan da sevebilmeyi öğretiyor sana. Bir sürü insan, kendi uzmanlık alanıyla ilgili hayatı boyunca eğitim alıyor, master yapıyor, doktora yapıyor. Benim de uzmanlığımı dağda bayırda elde ettiğim söylenebilir. Şehir hayatında öğrenemediğim birçok şeyi hayvanlardan öğrendim.
Bir kadını bile bir kedi kadar heyecanla izlemedim
Neleri mesela?
- Sabretmeyi kaplanlardan öğrendim mesela. Kaç kere ümitle yola çıkıp kaç kere hayal kırıklığına uğradığımı ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Ama yeniden ümit edebilmeyi de, sınırlarımı zorlamayı da onlardan öğrendim. Strateji geliştirmeyi aslanlardan öğrendim. Hız ve performansı nasıl doğru kullanabileceğimi ise çitalardan. Bizim sahip olmaya çalıştığımız yetilerin hepsi, mükemmellik derecesinde hayvanlarda var. Otomobillerin 0-100 kilometre hızlanma sürecini minimum yakıt tüketimiyle yapabilmesi için insanlar Ar-Ge’ye milyon dolarlar harcıyor ama çita bunu her gün üç saniyede 75, her 10 saniyede ise 127 kilometreye çıkarak yapıyor. Halterci, kendinden ağır bir şeyi kaldırabilmek için bu spora hayatını adıyor ama leopar, her gün birkaç kez kendinden ağır bir avı ağaca çıkarabiliyor. Ne yapmak istiyorsak mükemmel örneği zaten doğada var, hem de çok basit şekilde...
Senin takıntın vahşi kediler mi?
- Evet. Çocukluğumdan beri bütün kedileri çok seviyorum. Hareketleri bana estetik geliyor. Bizden daha güzel olduklarına inanıyorum. Bir kadını bile bir kediyi izlediğim kadar heyecanla izlemedim. Öyle hayranım. 38 tür kedi var yeryüzünde. Literatürde yedisi büyük kedi olarak geçiyor. Ben onları fotoğraflamayı hedefledim. Bunlar; aslan, kaplan, leopar, çita, kar leoparı, puma kaplanı ve jaguar... 2007’de yedi kediyi tamamlayan dünyadaki sekizinci kişi oldum. ‘7 kedi’ diye bir sergi yapmıştım o zaman...
Hayatın durduğu an!
Peki bu işin orgazmı nerede? Üç saat ya da üç ay bekleyip birkaç dakikalığına görmek... Ya da benzersiz bir görüntü elde etmek... Bu mu?
- Evet öyle. İşin ilginci, belli bir doygunluktan sonra artık onun fotoğrafını çekmesem de oluyor. Benim için onu görmek, izlemek, onunla göz göze gelmek, o ana tanıklık etmek her şeyden değerli. Ben ilk fotoğrafa başladığımda, fotoğraf çekmek için seyahat etmek zorunda olan biriydim. Şimdi öyle değil. Fotoğraf beni o hayvanlara ulaştıran bir ulaşım aracından başka hiçbir şey değil. Çünkü ben orada mutlu oluyorum. Nihayetinde hepimiz mutlu olmak için yaşıyoruz. Benim de mutlu olduğum, kendimi ait hissettiğim yer orası.
Bunca zaman vahşi hayvanlarla iç içe olmak sana felsefi olarak ne öğretti?
- Ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu. Bana hep sorarlar, “Aylarca kaplan peşinde koşmaya değer mi?” Bu kadar ıstıraba, sıcak havaya, sineklere filan... Değmez olur mu? Benim için hayatın durduğu an. Ben ilk kez bir kaplan gördüğümde, iki metreden göz göze gelmiştik, ağladım. Öyle büyülü bir andı. Fotoğraf çekmek aklıma bile gelmedi. Benim için o tanışma önemliydi, çünkü onun gözünde çok önemsizdim, bir hiçtim. Onun bakışıyla, ben de değiştiğimi hissettim. Doğa karşısında insanın ne kadar küçük, ne kadar önemsiz olduğunu kavradım. Doğal hayat, egoların, kibirlerin, bencilliğin, kendini beğenmişliklerin sıfırlandığı bir yer.
Sen, “Tutku duyduğun işi yap”ın örneğisin ama sen bir loser da olabilirdin!
- Kesinlikle! Zor bir iş çünkü. Hayatımın ikinci dönüm noktası Mustafa Koç’la tanışmam. “Madem böyle bir iş, bu kalitede yapılabiliyor, biz de misafirlerimize bu hizmeti sunalım” dedi. Bu işe destek verdi ve kurumsallaşmasını sağladı. Adını koyan da o: Sedventure.
Birlikte Afrika’ya mı gittiniz?
- Evet, iki-üç seyahatimiz oldu ama onun dışında Mustafa Bey kendi başına da gitti. Hem hayvanları hem doğayı hem de yoksulluğu görsün diye bazı seyahatlerine çocuklarını da götürdü. Çektiği fotoğraflardan sergi yaptı, kitap da. Ortak bir sergi de yaptık iki yıl önce.
Sen şimdi hangi ülkelerdeki vahşi hayatın uzmanı oldun?
- Uzman demeyelim de, tecrübeli olduğum alanlar var. Hindistan’da kaplan, Ruanda’da dağ gorili gösterme, Brezilya’da jaguar bulma konusunda çok tecrübe edindim. Kenya Masai Mara, Tanzanya Serengeti ve Güney Afrika da çok çok iyi bildiğim yerler. Bu söylediğim yerlere, son 10 yıldır, ayda minimum bir kere gidiyorum, ister istemez tecrübe sahibi oluyorum.
Hayvanlara göre daha kalleşiz
Ben istersem kendim de giderim, sana neden ihtiyacım olsun? Sen n’apıyorsun da insanların hayatını kolaylaştırıyorsun?
- Çok basit: Benimle risk almıyorsun! Sonuçta Afrika’dan söz ediyoruz. Dünyanın en iyi acenteleriyle çalışıyoruz, bir sürü ara uçuş yapman gerekiyor. Nasıl güveneceksin, kime güveneceksin? Nasıl rehberlerle işbirliği yapacaksın? Ben, karşılaşabileceğin pek çok sorunu baştan çözmüş oluyorum. Sana özel, eşsiz bir tur hazırlıyorum. Ayrıca kaldığın kısa süre içerisinde maksimum hayvan görüyorsun, diğer insanların göremeyeceği yakınlıktan görüyorsun ve kaliteli koşullarda kalıyorsun.
Peki insanlar neler talep ediyorlar?
- Çok yoğun çalışan şehir insanları, koşuşturmacadan kaçmak, hayatı durdurmak istiyorlar. Doktorlar, narkozitörler, öğretim üyeleri, avukatlar, dizi oyuncuları... Kadın müşterim de çok. Bazıları tek geliyor, bazıları grup halinde. Bazen özel olarak tek bir hayvanı görmek isteyenler çıkıyor. Mesela filleri ya da leoparları... Afrika’da güneşin doğuşunu ya da sabah toprağın kokusunu duymak isteyenler de var. Afrika’nın bazı yerlerinde sabahları lavanta kokusu oluyor. Ruanda’daki dağ gorillerini görmek için gelenler de oluyor. 240 kiloluk kocaman cüsseleriyle bizden daha iyi kalpli canlılar onlar...
Biz kötü huylu muyuz?
- Hayvanlara göre daha kalleşiz! Zaten safariye gelen insanları etkileyen de bu, o hayvanların masumiyetini görmek. Bence insanların doğaya ve özellikle televizyonda belgesel izlemeye bu kadar yönelmelerinin altında yatan sebep de bu: Biz gündelik hayatımızda o kadar çok kirleniyoruz ki aslında saf ve doğal olan şeyi izleyerek yıkandığımızı hissediyoruz. 30 yaş üstü geliyor genelde bize. Bütün tatil planlarını iptal edip, “Senede bir kere olsun ama iyi bir şey olsun!” diyorlar. Yüzde 50’si fotoğraf amaçlı. Biz onlara ekipman da sağlıyoruz. Dönüşte sergilerini yapıyoruz. Ama hepsinin ortak noktası, bir süreliğine geride bıraktıkları hayattan kopmak, doğayı hissedebilmek ve özlerine dönebilmek.
Peki pahalı değil mi?
- Elbette, safari dünyanın en pahalı turizmi. Tarihi de şöyle: 1900’lü yılların başlarına kadar Beyaz Adam, sömürgesi olan o ülkelerde av turizmi yapıyor. Sonra yine o akıllı Beyaz Adam fark ediyor ki hayvanların dirisini göstererek daha çok para kazanabilir. O yüzden de 1900’lü yılların başında ‘ekoturizm’i icat ediyor, tabii kaliteli konaklama da sunuyor.
Ama şöyle eleştiriler de geliyor: Doğanın ortasına oteller yaptılar, hayvanları rahatsızettiler...
- Bunlar, oraları görmemiş insanların uydurması. Milli parkların varlığını koruyabilmelerinin yegâne sebebi o parkların içinde ekoturizm yapılması. Bu gelir oraya gelmezse, asıl felaket o zaman yaşanır. İşte o zaman oralara fabrikalar kurulur, madenler aranır ve bu hayvanların yaşam alanı tamamen yok olur. Bugüne kadar gelebildilerse, eko turizm sayesinde geldiler. Ayrıca safariden elde edilen gelirin bir kısmı o hayvanlara gidiyor. Mesela Ruanda’da dağ gorili gördüğünde, farkında olmadan ona yardım ediyorsun. Kişi ve saat başına 750 dolar veriyorsun. Direkt gorillere ödediğin para bu. Araştırma grupları var, onlar kullanıyor bu parayı.
Aslanların renkli cinsel hayatı
Cinsellikle ilgili her şey, insanlara öğretilmiş bilgi. Oysa hayvanlarda, cinsellik de dahil her şeyi, hissettiğin anda, hissettiğin yerde yapmaya dayalı içgüdüsel bir durum var. Birisi çiftleşmek istediği zaman bunun için bir yere gitmesi, yatağa yatması gerekmiyor. Nerede isterse orada. Aslında doğal davranıyorlar. Doğal olmayan bizim davranışımız. Mesela çiftleşmek isteyen aslan çift, gruptan ayrılıp, 5-6 gün, bazen bir hafta, hiçbir şey yiyip içmeden sadece sevişiyor ve bunu 15’er dakika arayla sürekli yapıyor.
Yaşlanınca ne oluyor?
- O çok trajik. Yaşlı erkek aslanlar mesela, gitgide güçten düşüyorlar. Sonunda kirpi yemeye başlıyorlar. Yüzlerinde kirpi dikenlerinden çizgiler oluşuyor. Kirpi yoksa da açlıktan ölüyorlar. Ya da sırtlanlara yem oluyorlar. Genç aslanlar yemek vermiyor. Sistem tamamen güce dayalı. Gücünü kaybeden silinip gidiyor. Mesela lider erkek aslan, önceki lider erkek aslanı öldürdüğünde ilk iş onun yavrularını da öldürür ki kendisinden güçlü birileri olmasın.
FİL
Cenaze töreni yapıyorlar
Çok özel hayvanlar. Naif ve çok duyarlılar. Ölünün etrafında dönerek, cenaze töreni düzenliyorlar. Hep birlikte ailece yaşıyorlar. Yavrularını çok iyi koruyorlar. Sürüye bir araç yaklaştığında hemen yavruyu ortalarına alır, saklarlar. Fildişi avcılığı illegal olarak halen sürdüğü için sayıları azalıyor. Sadece 600 bin tane kaldı.
Çita
Hızdan başka silahı yok
Herkes çitanın karadaki en hızlı hayvan olduğunu bilir ama aslında güçlü bir hayvan değildir. Hızdan başka silahı yoktur. Avlanırken, doğru zamanda koşmaya başlamazsa, avını elinden kaçırır, aç kalır. Çünkü 20-30 saniye müthiş bir hızla koşar ama sonra kesilir, nefesinin normale dönmesi için beklemesi gerekir.O arada avını kaçırabilir.
Goril
Yaşlılığa saygı
Bir silverback goril liderse, ömrü boyunca lider kalır, yaşlansa bile diğer gençler ona saygıda kusur etmez. Gruptaki dişiler, artık yaşlı olan silverback’le çiftleşmek istemezler çünkü o yaşlıdır. Gençlerle çiftleşmek isterler. Ama genç olan silverback’ler, dişiyi alıp yaşlı olan lidere götürürler.
Aslan
Strateji deyince
‘Strateji nedir’in örneği bir aslan ailesinin avlanmasıdır. Gençler, avın arka tarafına dolanıp, yetişkin aslanlara doğru yönelirler. Onlar da avın ayaklarına gelmesini bekler, sonra saldırırlar.
Kaplan
Doğanın başyapıtı
Yeryüzünde üstüne en çok söz söylenmiş, kitap yazılmış, film çevrilmiş vahşi kedi. Leonardo da Vinci de onlar için “Doğanın başyapıtı!” diyor. İnanılmaz güzellikte bir
canlı. Aynı zamanda en büyük kedi. Onların da en büyüğü Sibirya kaplanı, 330 kiloluk, doğadaki en büyük kedi.
Leopar
Bir canlı bu kadar karizmatik olur
Güçlü bir lider nasıl olunur’un örneği. Aşırı karizmatik ve estetik. Eşsiz bir avcı. Yakaladığı avını ağaca asıyor, güneşte kurutup öyle yiyor.
ZEBRA
Risk yönetimi sorumlusu
Çapraz durur kafaları.
Bu, bir güvenlik duruşudur. Risk yönetimi yapmayı öğrenirsin zebraları izleyerek.
İki tarafı kontrol etmek için öyle çapraz dururlar. Bir sürü hayvanın mönüsünde olduğu için hep kendini kollaması gerekir.
Kim, nereye gitmeli?
Hayatında ilk defa safariye gidecek birine nereye gitmesini önerirsin?
- Kenya’ya Masai Mara’ya gitmesini öneririm. En çok hayvanı, en yakın mesafeden ve en uygun bütçeyle görebileceği yer Kenya.
Balayına giden romantik bir çifte...
- Güney Afrika’da safariye gitmelerini öneririm. Müthiş güzel manzaralarda keyifli anlar yaşayabilirler.
Peki manyak tempoyla çalışan, şehir hayatı yılgınlarına...
- Kesinlikle Ruanda’ya gitmelerini ve dağ gorillerini görmelerini tavsiye ederim. Başka bir dünya. O brokoli ağaçlarının altından içeri güneş hiç girmez. Büyüleyici bir doğadır. Dağ gorilleriyle DNA’mız yüzde 97 aynı. Davranışları aynı biz. Sadece konuşmuyorlar...
Paylaş