Dün başlayan Zekeriya Beyaz röportajı bugün de devam ediyor. Ben aradan çekiliyorum, sizi Hoca'yla baş başa bırakıyorum.
Din alimi olmaya nasıl karar verdiniz?
- Rahmetli babam, çok dindardı. Haliyle, ben de o ortamın içinde yetiştim. Fakir bir aileydik. Beni mahalle mektebine gönderdiler. Gözümle ilgili sağlık sorunları yaşayınca ara verdim, kilimci çıraklığı yaptım. Sonra, tekrar mektebe devam ettim...
Normal ilkokul değil bu sözünü ettiğiniz...
- Yok, hayır değil. Ben 12 sene dini tahsil yaptım. Camilere, medreselere gittim. Omzumda yorgan il il dolaştığımı bilirim. Arapça’yı da Türkçe’yi de iyi bilen hoca peşinde... Hatta hiç unutmam, Diyarbakır Bismil’in bir köyüne gitmiştim, oradaki hocanın methini duymuşuz, hani belki bir şeyler kaparız diye. Hoca, cuma günü hutbe okudu. Hutbeyi Arapça okudu. Namazdan sonra yanına gittim, ‘Hocam’ dedim, ‘Siz Arapça okudunuz. Vatandaş hiçbir şey anlamadı. Biz burada bir iki kişi Türkçe konuşuyoruz, geri kalan herkes Kürtçe konuşuyor. Onlar sizin ne söylediğinizi anlamıyor.’ ‘Hayır efendim, Arapça okumak sünnettir!’ dedi; ‘Efendim nasıl olur, kimsenin ne söylediğiniz hakkında en ufak bir fikri yok!’ ‘Senin aklın ermez!’ dedi. Sustum. 15-16 yaşındaydım. O gün karar verdim: Ben şu hayatta öğrenebileceğim her şeyi öğrenecektim. Sadece dini eğitimle yetinmeyecektim...
Ve sonra, diplomaları dışarıdan almaya başladınız!
- Evet, çalıştım, kendi kendime okuma yazma öğrendim, ilkokul diploması aldım... Çalıştım, ortaokul diploması aldım... Ve lise... Derken, İlahiyat Fakültesi«ne girdim. O zamanlar adı İslam Enstitüsü idi. Yıl 1968«di. Talebe Federasyonu Başkanı oldum. Türkiye çapında konferanslara başladım. Sonra sosyolojide master yaptım, doktora yaptım. Doçentliğim yine sosyolojide oldu. İlahiyattan geldiğim için de din sosyolojisi profesörü olarak atandım...
BİZDE HER ŞEY ŞEKLE DÖNÜŞMÜŞ
Bugün İslamiyet bir şekilcilik haline dönüşmüştür. Ramazan«ın başından beri her sene bitmez tükenmez sorular gelir: ‘Sakız çiğnemek, orucu bozar mı?.. Ruj, orucu bozar mı?.. Ağzıma su kaçtı, orucum bozulur mu?.. Yanlışlıkla bir iki dakika önce yedim, orucum bozulur mu?..’’ Hepsi şekil. Bunların oruçla filan alakası yok. Din ve ibadet sayılara rakamlara boğulmuştur, özü adeta unutulmuştur. Hele biz Türkler, Allah huzurunda ne dua okuduğumuzu bilmiyoruz, bizde konsantrasyon olayı yok. Tamamen fiziki şekilleri yapmaktan öte gidemiyoruz. Bunlar yanlıştır! Namazın içinde bir manevi dünya olması lazım, huzur duymamız lazım, konsantre olmamız lazım. İnsanın içine bir manevi haz gelmesi lazım. Namaz müthiş bir hadise; ama yok, ne söylediğini bilmiyor. Neden eğildi, neden doğruldu, ne manası var hiçbir fikri yok. Her şey tamamen şekle dönüşmüş...
BEN ESKİDEN DE BÖYLEYDİM
Fikirlerim yadırganması yeni değil. Bu evvel eski böyleydi. Müftü olarak tayin edildim. Bolu’da kursa çağırdılar bizi. Gittik. Bütün kursa katılanlar bir aradayız, ben başladım Allah ne verdiyse anlatmaya: ‘Bu işlerin çoğu yanlış! İslamiyet adına bugün önümüze konan şeylerin çoğu abuk sabuk. Bunların bir kısmı tasfiye edilmeli, bir kısmı da yeniden yorumlanmalı.’ Yanımızdan da Diyanet’in başmüfettişlerinden biri geçiyormuş, dediler ki, ‘Efendim, bu adam diyor ki, dini bilgilerimizin çoğunu tasfiye etmemiz lazım. Bunları bu haliyle savunmak manasızdır. Siz ne diyorsunuz?’ Müfettiş tabii ‘Bu görüşler sapıklıktır!’ dedi. Baktım, iş kötüye gidiyor, hemen uzaklaştım oradan. Biraz sonra sınıfa çıktık. 200 müftü bir aradayız. Ayağa kalktım, ‘Hocam’ dedim, ‘Az evvel bana sapık dediniz. Şimdi size bir şeyler soracağım, lütfen bunları savunun.’ ‘Buyur’’ dedi. ‘Ben Vehbi Koç«um. 30 tane fabrikam var, bana zekat düşer mi?’ dedim. ‘Düşmez’ dedi. ‘Fabrikaların gelirine düşer.’ ‘Ben fabrikaların geliriyle yeni 31. fabrikamı yaptırıyorum, bana zekat düşer mi?’ dedim. ‘Düşmez!’ dedi... ‘Benim 100 tane dairem ve apartmanım var’ dedim, ‘Bunlara zekat düşer mi?’ ‘Düşmez’ dedi, ‘Gelirine düşer.’ ‘Peki geliriyle 101. apartmanı yaptırıyorum, inşaatlar devam ediyor, zekat düşer mi?’ ‘Düşmez’ dedi... ‘Ben Gazanfer Bilge«yim, 100 tane otobüsüm var, çalıştırıyorum, bana zekat düşer mi?’ ‘Düşmez’ dedi, ‘Gelirine düşer.’ ‘Geliriyle 101. otobüsü aldım, onun borcunu ödüyorum, bana zekat düşer mi?’ ‘Düşmez’ dedi... ‘Peki, bakkal Hasan Efendi’ye zekat düşer mi?’ ‘Düşer’ dedi. ‘Hadi o zaman savunun bunu dedim!’ Uğultu yükseldi, sınıf birbirine girdi...