Paylaş
“Neeeeeeeeeeee?” dedim, “Futbolcularla sahaya çıkmak mı? Derbi maçında mı? 50 bin küsur kişinin önüne mi çıkacak Alya? Müthiş bir şey bu... Korkar mı acaba... Ürker mi... Heyecanlanmasın... Unutulmaz bir anı olacağı kesin ama ona bir sorayım, kendisinin karar vermesi gerekiyor...”
*
Tabii ki bir Türk anne olarak hemen babasını arıyorum...
Tek şartı var.
Fener formasıyla çıkacaksa neden olmasın!
*
Sıra Alya’da...
Tabii ki her şeyden bihaber...
Bir tek baba durumundan Fenerbahçeli olduğunu biliyor...
Ama maç nedir, derbinin kıymeti harbiyesi nedir, orada neler olur, neler biter, kaç kişi bir topun arkasından koşar, orada çocukların olmasının manası nedir bilmiyor.
Kendisini bilgilendiriyorum.
“İstiklal Marşı çalacak, sen de futbolcularla hazır olda duracaksın” diyorum, “Tabii istersen...”
Hazrolda dururken parmakların pozisyonunu öğretiyorum.
Babaçi de İstiklal Marşı’nın sözlerini bu vesileyle bir kere daha anlatıyor.
İki kıtayı, cümle cümle izah ediyor.
Evde internetten İstiklal Marşı çalarken, hepimiz hazır olda duruyoruz.
Hoşuna gidiyor, “Tamam” diyor.
*
Ve işte o müthiş gün geliyor!
Fenerbahçe stadının yolunu tutuyoruz.
Baba, yolda fırsatını yakalamışken kızına damardan Fenerbahçe kültürü aşılıyor. Kaç yaşında Fenerli olmuş, Fener uğruna neler yapmış, bu stada kaç kere gelmiş gitmiş, Fenerbahçeli olmak ne demek, Fenerbahçeli duruşu nedir...
Stadyuma yaklaştıkça derbi heyecanıyla Alya’nın sahaya çıkacak olmasının heyecanı birbirine karışıyor.
Sonunda geliyoruz.
Ülker’in locasına davetliyiz.
Murat Ülker ve bütün Ülker yöneticileri çok kibar, ikram süper, hiçbir şeyi esirgememişler, bir sürü de gazeteci var, Sedat Ergin, Eyüp Can, Şelale Kadak, Akif Beki, İsmail Küçükkaya...
Maç öncesi sevgilim metamorfozunu tamamlıyor, başka bir şeye, fanatik taraftara dönüşüyor...
Kilitlenip kalıyor...
Hiçbir şey yiyemiyor, hiçbir şey içemiyor...
O arada Alya’yı gelip alıyorlar diğer çocuklarla birlikte.
Beyaz giysiler giydiriyorlar hepsine, futbol maçına gelmiş astronotlar gibi duruyorlar.
Meğer çocuklar Fenerbahçe ya da Galatasaray forması giymiyormuş.
Allah’tan çok mutluydu giderken.
Karnına kramplar giren sadece bendim.
Sevgilim zaten Fener aşkıyla takallus etmiş vaziyetteydi...
*
Sevgilimin forması üzerinde...
Ben de İsmail Küçükkaya Beşiktaşlı olduğu için onun Fener formasını alıyorum, üzerime geçiriveriyorum, sağ olsun İsmail itiraz etmedi, verdi...
Aman Allah’ım, o astronotlardan biri benim kızım mı?
Evet.
Ama seçemiyorum, bayağı uzak.
Yoksa Alex’in elini tuttuğu Alya mı?
Sonradan öğreniyorum öyleymiş.
İstiklal Marşı okunuyor, bizimki put gibi duruyor, vazifeleri bitince, locaya geri dönüyor.
Artık baba zoruyla değil, hakiki Fenerli!
Bütün maç boyunca Alex’i anlattı durdu.
Onun elini tutmuş, Alex öyleymiş, Alex böyleymiş, Fenerbahçe antrenörü Aykut Kocaman’ı bile eleştirdi, neden onun Alex’ini oyundan aldı diye...
Almasaydı garanti bir gol daha atardı diyor Alya...
Bayıldı maça... Maç atmosferine... Derbiye, heyecanına...
“Her hafta gelebilir miyiz?” dedi...
Baba da, maaile maç izlediğimiz için, onun Fener tutkusunu paylaştığımız için çok mutluydu...
Ülker’e teşekkürler...
Müjde! Ayşe’nin evi döşendi
ARTIK Meryem’in, Ayşe’nin, bütün Yarım Kalan Hayatlar’ın ablasıyım.
Sihirli bir sözcük bu “abla”.
Güvenin, sırtını dayayacak biri olduğunun ifadesi.
Evi yanan, çocuklarıyla ortada kalan ve beyninde tümörle yaşayan, üst üste gelen felaketlerle artık arkadaş olan Ayşe Dağıstanlı için de öyleyim.
Heyecan içinde aradı demin.
“Evimi şimdi görmelisin Ayşe Abla” dedi, “Bambaşka bir yer oldu...”
Yataş’ın onun evine bazı eşyalar götüreceğini biliyordum ama...
Bütün evi döşeyeceğini baştan sona döşeyeceğini bilmiyordum.
O da bilmiyordu.
Düşünün her şeyin yanmış.
Kalmışsın dımdızlak.
Bir ev tutmuşsun, içinde hiçbir şey yok.
Bir komşuların verdiği somya ve yer minderi.
Öyle duruyorsun.
Kapı çalıyor.
Güleryüzlü 4 kişi geliyor, ellerinde bir sihirli değnek, sen gözlerini kapıyorsun, onlar değneklerini dokunduruyor...
Sen gözlerini açıyorsun...
Aman Allahım!
Bütün ev döşenmiş...
Ev, ev olmuş, yuva olmuş.
Bu işin masal tarafı, gerçekten Yataş kamyonla geliyor, daha önce denetlemeye geldikleri evin bütün odalarını bir bir döşüyorlar.
Çocuklar çılgına dönüyor mutluluktan.
Dile kolay artık çocuk odaları var.
İkisinin de gardırobu var.
Salonda yemek masaları var, etrafında sandalyeler.
Oturma odasında koltuklar, kanepeler...
Halılar, yorganlar, yastıklar.
O ruhsuz dört duvar oluyor, sıcacık bir yer.
4 kişilik Yataş ekibi orada çalışırken Ayşe Dağıstanlı bayılıyor. Önce anlamıyorlar, paniğe kapılıyorlar. Sonra ayılınca Ayşe onlara söylüyor, “Tümör yüzünden” diye.
Ayşe’yi ve çocukları çok seviyorlar.
Hallerine de üzülüyorlar.
Sabaha kadar evi yerleştiriyorlar.
Yataş için küçük bir şey olabilir.
Ama benim için, Ayşe Dağıstanlı için dev bir insanlık davranışı olduğu kesin.
Çok yaşa Yataş...
Paylaş