Paylaş
Manyak değil, mühendis!
Pardon, cümleyi tekrar kuruyorum:
Meraklı bir mühendis.
Arif Ergin.
Namı diğer ‘Türk Dan Brown’.
O çok bayılmıyor bu tanıma ama öyle tanımlanıyor.
Bir endüstri mühendisi.
Beyoğlu, Galata, İstiklal âşığı.
Neredeyse oradaki tüm binaların hikâyelerini biliyor. Sonunda da oralarda geçen bir polisiye yazmış. İyi de yapmış. Onunla tabii ki Beyoğlu’nda buluştuk. Karşımda duran her binanın öyküsünü anlattı bana. Tanıdığıma çok memnun olduğum biri. ‘Tekvin’i okursanız siz de seveceksiniz...
‘TEKVİN’ OSMAN HAMDİ BEY’İN KAYIP TABLOSU
- Size “Dan Brown’ın Türkiye şubesi” diyorlar, öyle misiniz?
Aman Dan duymasın! Sanırım bunu iltifat etmek için söylüyorlar. Umarım öyledir. Ama yine de biri çıkar da “Umberto Eco’nun Türkiye şubesi” derse, ben teşekkür hakkımı ona saklayayım diyorum!
- Bir roman yazdınız. Ama siz hiçbirimizin tanımadığı bir adamsınız. Nereden çıktınız? Kimsiniz?
(Gülüyor) Gizemli şeylere ve sırlara ilgi duyan meraklı bir adamım. Bu romanı yazma fikri de tamamen meraktan doğdu! Bir internet sitesinde Osman Hamdi Bey’in kayıp tablolarından bahsediliyordu. Bazı tarihi evraklarda ve arşivlerde de ismi geçen ama neye benzedikleri hakkında en ufak bir fikrimizin bile olmadığı o meşhur tablolar... Haber ilgimi çekti. “Ne tuhaf iş!” dedim ve kendi kendime ve araştırmaya başladım. Ortaya “Tekvin” çıktı...
- Romanınız Osmanlı’nın ünlü ressamı Osman Hamdi’nin meşhur kayıp tablosu Tekvin’in ikizini merkez alıyor ve bize sıkı bir öykü sunuyor...
Evet. Gizem meraklısı bir adam olarak uzun zamandır büyük bir hayranlıkla Galata ve Beyoğlu bölgesinin tarihine ilgi duyuyor ve araştırıyordum. Mimarisini, yakın tarihini, gelmiş geçmiş insanlarını. Araştırırken Osman Hamdi Bey’in 1870’li yılların sonunda bugünkü Beyoğlu ve Galata bölgesinin belediye başkanı olduğunu öğrendim. Bu sokaklara, binalara şeklini, ruhunu verenler Osman Hamdi Bey ve çevresindeki bir avuç entelektüel insandı. Sonra o kayıp tabloları filan araştırınca gizem içinde gizem olduğunu hissederek tüm bunları bir polisiye haline getirmek ve insanlarla paylaşmak istedim. Doğru, roman aslında ‘Tekvin’i değil, ‘Tekvin’ tablosunun olası bir ikizini, bir kopyasını merkezine alıyor. Osman Hamdi Bey, ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ gibi bazı önemli eserlerinden bir değil, iki tane yapmış. Birbirine çok benzeyen, ikizi diyebileceğimiz tablolar bunlar. Bu ikilik hali de bir roman gizemi ve çekişmesi yaratmak için bana çok uygun geldi...
- Neden hiç sergilenmemiş o tablo Türkiye’de?
Tepkilerden çekinilmiş olabileceği söyleniyor. Ama tabii bilemeyiz...
- Gerçekten bir takım ‘Illuminati’ sembolleri filan mı var bu tabloda? Neden bazı kesimlerin tepkisini çekmiş?
‘Tekvin’ özel bir tablo. Google’a ‘Tekvin ve Osman Hamdi Bey’ yazınca tablonun neye benzediğini görüyorsunuz zaten. Bir cami mihrabının önünde rahle üstünde oturan bir kadın figürü bu. Bu yüzden de bazı kesimlerin tepkisini çekmiş. Osman Hamdi Bey’in diğer tablolarından kategorik olarak farklı olduğunu zaten ilk bakışta hissediyorsunuz. Gerçekten de tabloda bazı semboller var. ‘Tekvin’ ile ilgili yorumlara son yıllarda bir de tablonun ‘Illuminatici semboller’ falan taşıdığı iddiaları eklendi. Ben tüm bu iddiaları bir kenara bırakarak kendi mühendis kafamla, arifliğim ve erginliğimle tabloya bakmak istedim. Ve tablonun bu tartışmaların ötesinde bir şey anlattığını gördüm. Daha büyük bir gizem ve manaydı bu. Tabloda bu manaya yönelik birtakım semboller olduğu muhakkak. Ama romanın sürprizini kaçırmayalım şimdi...
SABETAYCILIK, ILLUMİNATİ, MEVLEVİLİK
- Din, matematik, genetik, Sabetaycılık, Illuminati, Mevlevilik... Bir sürü gizemli konu var kitapta. Bunca değişik konuyu nasıl yedirdiniz romana? Mühendis olmanın avantajı oldu mu?
Mühendislik bir tasarım işidir, evet. Ama her tasarım için önce bir temele ihtiyaç duyarsınız. Temel sağlamsa diğer parçaları üzerine inşa etmek daha kolay olur. Benim için temel, mekân oldu. Galata ve Beyoğlu’nu romanın temeli yapınca tüm bu saydığınız konular da kendiliğinden iç içe geçiyor aslında. Bu bölge inanılmaz bir bölge! İslam’ın, Museviliğin, Hıristiyanlığın, bilimin ve sanatın iç içe geçtiği ve hepsine aynı zamanda ev sahipliği yapabilen, müthiş büyülü bir yer. Batı ve Doğu’nun sınırı. Kavganın da aşkın da sıfır noktası. Dünyada eşi benzeri yok bunun. Camiler, sinagoglar, kiliseler, Mevlevihaneler... Sağda solda enfes mimari yapılar, tarihi eserler, müzeler, sanat galerileri var. Aralarında birçok eğitim ve bilim kurumu var. Benim kahramanlarım da bu sokakların, bu bölgenin insanları. Yüz yıl önce yaşamış Osman Hamdi Bey ve çevresi de öyle. Onlardan bahsedince zaten tüm bu saydığınız konular kendiliğinden işlenmiş oldu...
İSTİKLAL’İN ALTINDA TÜNELLER Mİ VAR?
GALATA’TAN KİLYOS’A KADAR YERİN ALTINDAN GİDİLİYOR MU?
- İstiklal Caddesi’nin altında gerçekten tüneller mi var? Galata’dan Kilyos’a kadar yer altından gitmek mümkün mü? İstanbul hakkında yeterince şey bilmiyor muyuz yoksa?
İstanbul’un üstü hakkında ne kadar az şey biliyorsak, altı hakkında da bir o kadar cahiliz aslında! Doğru, İstiklal Caddesi’nin altında cadde boyunca ilerleyen bir tünel var. Kocaman bir tünel hem de. Rahatlıkla yürüyüp bir uçtan diğer uca kadar gidilebilir. Galata ve Beyoğlu bölgesi tamamen tünellerle ve dehlizlerle dolu bir yer. Bunların birçoğu tesadüfen ortaya çıkmış, bir bina yıkılınca veya yerine yenisi yapılırken veya belediye işleri için kazılar yapılırken keşfedilmiş tüneller. Bu öyle bir şebeke ki İstanbul’un tüm tarihi semtlerinin bir de yeraltında izdüşümleri var diyebilirim. Biz pek meraklı bir toplum değiliz sanırım. Halbuki merak, bilimin de ilerlemenin de babasıdır. İstanbul hayatın çok hızlı aktığı ve giderek de daha hızla akmaya başladığı bir kent. Bu koşturmaca içinde kimsenin cadde ortasında durup, “Acaba aşağıda neler oluyor?” demeye vakti ve ilgisi yok sanırım. Halbuki İstanbul altı üstünden daha kalabalık bir şehir bence!
BU ROMANDA KATİL UŞAK DEĞİL!
- Kitaptaki başlıklarda rakamlar ve harfler var. Tuhaf bir şifre mi gizli bu kitapta? Okurlar şifreyi nasıl çözecek?
Gizemlerle dolu bir konuyu işlerken tekdüze bir anlatım yapmak istemedim. Kitaptaki her saat aynı zamanda bir sayıyı, her sayı da aynı zamanda bir metini ifade ediyor. Metin ve sembolleri iç içe geçecek şekilde kurguladım. ‘Tekvin’i okuyan her okur, bir diğer okurdan farklı bir roman okuyacak! Çünkü şifreleri çözdüğü oranda anlayacak ve yorumlayacak! Sonucu bile bir bilmeceyle verdim okura. Yani bu romanda katil, uşak değil!
TEK BİR BİNANIN TARİHİNİ ÖĞRENEBİLMEK İÇİN 6 AY UĞRAŞTIĞIM OLDU!
- Bu roman aynı zamanda İstanbul’un gizemli tarihi eserlerine, binalarına da bir selam çakıyor. Bu binaların öyküsünü nereden biliyorsunuz?
Vallahi, ders çalıştım! Merakımdan gittim öğrendim. Tek bir binanın tarihini öğrenebilmek için altı ay uğraştığım bile oldu. Aslında her binayla ilgili bilgi var ancak bunlar sağda solda, alakasız yerlerde parça parça bilgiler. Bu bilgileri bir araya getiren, araştırıp derleyen araştırmacı sayısı az olduğu için de elinizi nereye atsanız bir gizem, bir bilinmezlik çıkıyor ortaya. Sahaflarda, müzelerde, kütüphanelerde ve tabii internet başında günler, haftalar, aylar geçirdim ve tüm parçaları tek tek bulup birleştirdim. Belki bir gün bir roman değil de buraların tarihini anlatan bir araştırma kitabı da yazarım. Kim bilir!
GENÇLİK, AKLIN RUH İLE SAVAŞI
- İsminiz müstear gibi duruyor. Gerçek isminiz mi?
(Gülüyor) Evet, Arif Ergin gerçek ismim. Aynı zamanda dedemin ismi. Onun da dedesi Arif. Kuşaklardır süregelen bir aile ismi...
- Harika bir isim de... Soyadınızla birlikte ağırlık vermiyor mu size? Ne kadar “arif”, ne kadar “erginsin”iz?
Oooooo güzelmiş bu! Doğru, ikisi de çoook zaman ve emek isteyen kavramlar. Arif olmak aklın, ergin olmak ruhun zirvesi... Gençlik de aklın ve ruhun savaşı. Zaman geçip deneyimler arttıkça, akıl ve ruh uyumlu hareket etmeyi öğreniyor. Yaşım ilerledikçe bu uyumun sağlandığını kendi içimde hissetmeye başlıyorum. Umarım “Arif Ergin” olmaya, ismimin hakkını vermeye her geçen yıl biraz daha yaklaşırım...
Paylaş