Çirkinlik de insanı büyüler

"Bazen çok kırıcı oluyorsun" dedi sevgilim.

"Nasıl yani?" dedim.

"O kadar direkt söylüyorsun ki söyleyeceğini, hiçbir süzgeç yok beyninde..."

"Eee?"

"Yapılmaz öyle..."

"Dolandıracak mıyım yani lafı?"

"Hayır ama karşındakine kafa atmak yerine, onun yaptığı şeyin, hareketin/tavrın/konuşmanın sen de yarattığı etkiyi anlat. Kırıldım de, incindim de, üzüldüm, kızdım de neyse ne. Kimseyi suçlama, yargılama! Sadece kendi hissiyatından söz et.

* * *

Peki.

Atatürk Havalimanı’ndaki Türk Hava Yolları’nın CIP salonu, bende tarifi olmayan hisler uyandırıyor. Hiç değişmedi, her defasında, içeri adımımı attığımda, ilk tepki olarak "Aman Allah’ım!" diyorum.

Önce büyük bir "hayret" ve "şaşırma." İnsan bir mekánı tasarlarken, bu kadar farklı malzemeyi hangi hakla bir arada nasıl kullanabilir? Altın varaklar, aynalar, metal doğramalar, cam sehpalar, pleksi iskemleler, deri koltuklar, mermer tezgáhlar, duvarda gravürler, tahta laleler, daha neler neler.

Klasik ve modern bir arada. Aklınıza gelebilecek her şey orada. Bir sürü akım, bir sürü fikir, aynı mekánda. Tuvaletleri filan görmeniz lazım, evlere şenlik! Çirkinliği insanı büyülüyor. Böyle şey olur mu derseniz, olur. Sadece güzellik değil, çirkinlik de büyüler. Donar kalırsınız.

Sonra bir "utanma" duygusu geliyor. Bir yerlerden örtüler bulmak istiyorum, koşayım ve bütün o uyumsuz halin üzerine örteyim, kimse görmesin, kimse alay etmesin, kimse bu salonun haline bakıp gülmesin.

Bir sonraki aşama "acıma" duygusu. "Bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama bu kadar olmuş işte, yazık" diyorum. O kadar her şey birbiriyle alákasız ki, insanın içi eziliyor. Mimarlık fakültelerinde bu salonun fotoğrafını gösterip, "İşte uyumsuzluk budur!" denilebilir rahatlıkla.

Ve son olarak "kızgınlık." Bir sürü yere seyahat ettim bugüne kadar, pek çok CIP salonu, bekleme odası, lounge gördüm. Bu kadar felaketine dünyanın hiçbir yerinde rastlamadım. Gerçekten öyle.

Türk Hava Yolları... Orada kimse yok mu? O mekánı daha sade, daha sakin ve daha fonksiyonel bir hale çevirmek bu kadar zor mu?

Maraton romantizmi

Hayatım boyunca korktuğum bir şeydi koşmak.

"Hiç bana göre değil/ Zaten bence koşmak, spor bile değil/ Nesinden zevk alıyorlar/ Ben yapamam/ Edememem/ Şişerim/ Yarı yolda düşerim" derdim.

Dubai’de herkes koşuyor, kadın, erkek, genç, yaşlı. Onlar, yemyeşil parkların etrafında tempolu bir şekilde koşarken, ben yürümeyi tercih ettim. Sonra bir gün geldi, sevgilim de koşmaya merak saldı. Çok sinir oldum. Ayrı yerlere büyüyoruz gibi geldi. Koşmak düşmanımmış gibi. Aramıza giren bir kara kedi. O, havaya girdi, kendine koşucu şortları filan aldı. Bana uzun uzun işten ne kadar zevk aldığını anlattı. Her fırsatta "Koşmaya gidiyorum" dedi, saat tutup parkta turladı.

* * *

Ben de satırları yazarken, gururla madalyama bakıyorum! Hayatta ne oldum demeyeceksin ne olacağım diyeceksin. Artık ben de koşan bir kadınım. Hatta geçen gün Dubai Maratonu’una katıldım, madalya bile kazandım. Gerçi o madalyayı, katılıp tamamlayan herkese veriyorlar, olsun, 4 kilometreyi 28 dakikada bitirdim, kendi rekorumu kırdım.

Müthiş şenlikli bir gündü. Bir karnaval havası. Düşünün, 15 bin kişi katılmış maratona 9 bin erkek, 6 bin kadın. 40 km, 10 km ve 4 km koşabiliyorsunuz. Sevgilim, kendini 10 km’ye beni 4’e yazdırmış. Acayip tedirgindim, sınava girecekmiş gibi, hiçbir şekilde koşmak istemedim. Ama ne zaman oradaki festival-panayır-karnaval havasını gördüm içim rahatladı, "Korkacak bir şey yok" dedim. Çocuklarıyla katıldı insanlar, ikizleriyle, pusetleriyle. Kafalarında komik peruklarıyla. Çok eğlenceliydi.

Biz Yonca ile birlikte koştuk, asla yürümedik, tempolu bir şekilde koşup, yüzlerce insanı geride bıraktık, "finish"e geldiğimizde acayip mutluyduk. Bir sonraki maratonda 10 km’ye katılmayı düşünüyoruz. Hayatta bir korkumdan daha kurtuldum. Çok iyi hissediyorum kendimi.

Sevgilim de, "İstersen bundan böyle birlikte koşabiliriz" dedi. "Bayılırım" dedim, terfi etmiş gibi oldum, bir üst kademeye geçtim. Bu sabah birlikte 4 km koştuk. Bitirince, nefes nefese ve ter içinde, "Seninle iftihar ediyorum" dedi.

Çok romantikti.

Ah Cüneyt Koryürek

Nedir bu? Kader mi? Nedir bu? Başka bir ülkede gelir miydi başına? Karşıdan karşıya geçerken bir araba çarpar mıydı ona? Nedir bu? Ercan Bey’den sonra, benzer bir kaza daha. Kaza denir mi buna? Nasıl bir hızla geliyor bu insanlar? Nasıl araba kullanıyor? Ah Cüneyt Koryürek. Mekánın cennet olsun. Ailesine, kızına, dostlarına, arkadaşlarına, Hıncal Uluç’a ve bütün sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
Yazarın Tüm Yazıları