Türkiye’nin en ünlü adamlarından biriyle, Beyaz’la çıkmaya başlayınca gündemin tepesine oturdu.
Ve bu arada uzunca bir süre de Acun’la birlikte çalıştığını öğrendik.
Ama Tanem Sivar’ı bu iki olayla tanımlamak mümkün değil.
Kız, daha fazlası.
Birilerinin bir şeyi olmanın üzerine yatacak biri değil.
Anladınız, onu sevdim.
Çünkü kabak çiceği gibi açılmadı.
İsteseydi her dergiye kapak olurdu, şimdiye kadar üç-beş dizide oynamış olurdu, reklamlarda sık sık karşımıza çıkardı...
Tercih etmedi.
Onunla konuşunca anlıyorsunuz ki, arkasında fevkalade sıkı bir aile geçmişi var...
Merak ettiyseniz, sayfaya buyurun...Biz, sizi Beyaz’ın sevgilisi olarak tanıdık. Ve Acun’la çalışan kız... Ama kimsiniz nesiniz bilmiyoruz. Hikâyeniz nerede, nasıl başlıyor...- Evlere şenlik bir aileden geliyorum. Çılgın hepsi. Müthiş tipler. Çok tatlı ve komikler. Dedem rahmetli, Haluk Özbudun. Robert Kolej’de okuyor, ardından Yale’e gidiyor, Birleşmiş Milletler’de genel sekreter danışmanı. Tam 40 yıl. Bir ömür New York’ta yaşıyor. Sıkı entelektüel. Yapılı, uzun boylu, yakışıklı. İnanılmaz ince zevkleri olan biri. Cebinde mendili, tam bir İstanbul beyefendisi. Türkiye’ye de çok âşık. Sizli bizli konuşan, nezaket kurallarına aşırı önem veren biri. Yemeğin en güzeli yenilecek, içkinin en güzeli içilecek, sofra adabı bilinecek, çünkü yemek bir şölen. Sofrada kim nerede oturur, önce kim oturur, çatal bıçak nasıl konur bunlar bilinecek! Tuzluk dediğin, öyle elden ele dolaşmayacak. Ah, bir de ney çalardı. Ailecek oturur, dinlerdik. Çıt çıkaran olursa küser, hemen bırakırdı. Canım dedem, hayatta en bağlı olduğum akrabam. Onunla hep hava attım, ömrümce de atacağım...
Nasıl bir kadınla evli bu şahane adam...- Anneannem mi? (Gülüyor) O, bambaşka. Özgür ruh! Herkesten bohem!
Aynı zamanda da Bodrum’daki meşhur Ship a hoy’un sahibi...- Evet bir de o var. Şu anda da Meksika’da Marquez’in peşinde...
Hayırdır inşallah!- Anneannem öyledir, aklına koymayagörsün, Meksika’ya seyahate gitti, 70 küsur yaşında, pardon pardon bunu atalım, onun yaşı yok, diyor ki “Buraya kadar gelmişim, Marquez’in kapısına dayanacağım, o adamı çok seviyorum, onunla tanışmadan dönmem...” Hiç şüphem yok, yapar da...
Süleyman Seba’ya âşıktı değil mi...- Evet, evet. Üsküdar Amerikan’da okuyor, Süleyman Seba da ilk aşkı. Ondan sonra dedemle tanışıyor. Dedem, anneannemi görüyor, bayılıyor, bir hafta boyunca her gün istemeye geliyor. Çok da iyi bir aile, adam da şahane, “Tamam” diyorlar. Fakat aslında aşktan çok mantık evliliği. Anneannem, dedemin kişiliğinden ve ailesinden etkileniyor. Benzer background’lar ama aşk yok.
Nasıl yani?- “Süleyman Seba’ya âşıktım ama dedenle evlendim! Öyle gerekti” diyor, öyle açıklıyor. Kafasına göre... Hayatı boyunca iki kişiye âşık oluyor, ikisiyle de evlenmiyor. Dedem sert, kuralları olan bir adam. Ama anneannem çılgın, deli ruhlu. Birlikte New York’a gidiyorlar, annem, dayım orada doğuyor. Ondan sonra dedem, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin sözcüsü olarak Güney Kore’ye gidiyor. Ve orada Koreli bir kadına âşık oluyor!
Yapma!- Yapıyor! Ve anneannemden ayrılmak istiyor, Kore’ye yerleşiyor. Evliliklerinin dördüncü ya da beşinci yılı. Dayım üç yaşında. Anneannem de enerjik, aktif bir kadın, öyle evde oturan biri değil yani, çalışıyor, sosyal, faal, renkli... Dedem, öyle dürüstçe, “Ben birine âşık oldum” deyince, anneannem de “Peki” diyor, kavga gürültü yok, zorluk çıkarmıyor. Ayrıldıklarında annem dedemde; dayım anneannemde kalıyor. İşte annem için zorlu Kore günleri ve üvey anne ıstırapları o zaman başlıyor. Üffff korkunç bir üvey anne. Kadın, kıskançlıktan annemin o güzel saçlarını kesiyor, odalara kilitliyor, fiziksel, psikolojik bir sürü korkunç şey yapıyor. Hem de iki yıl, annem de beş-altı yaşlarında. Bu arada dedemin olan bitenden haberi yok.
Eeeeee?- İşte o zaman anneannem Superman şeklinde devreye giriyor, varını yoğunu satıyor, mücevherlerini, kürkünü ne varsa, soluğu Kore’de alıyor. Annemi, o kadının elinden kurtarıyor. Yıl 59-60, birlikte New York’a kaçıyorlar. Bütün gazetelerde haber oluyorlar. Dedem olan biteni öğrenince, Koreli kadından ayrılıyor.
Anneanne, tam olarak nasıl bir kişilik?- Bir şeyi kafasına koymuşsa, bir seyahate çıkmayı, biriyle olmayı, bir şey yapmayı, bir yeri almayı, hiç kimseyi dinlemedi, hâlâ dinlemez. Ne yapmak istiyorsa yapar, kimse durduramaz. Annemin bize bu kadar düşkün olması da, bence yaşadığı o üvey anne hikâyeleri yüzünden. Annem, annesinin olamadığı kadar anaç. Belki de bu yüzden anaç. Anneannem der ki, “Anneniz, hepimizin annesi...”
Peki annenizle babanız nasıl tanışıyor?- Annem, New York’ta öğrenci, siyasal bilimlere ek olarak sinema okuyor. Bir arkadaşı vasıtasıyla babamla tanışıyor. Babam, Kuleli mezunu bir asker çocuğu. Ayrılıp şansını Londra’da denemiş, oradan New York’a geçmiş. NYU’da öğrenci. İşletme master’ı yapıyor. Ve aynı zamanda taksi şoförü, bir şekilde kazandığı paralarla okuyor...
Birbirleriyle ne kadar uyumlu tipler?- Biraz farklılar aslında. Babam rasyonel, annem duygusal ve hassas. Babam hayranlık uyandıracak kadar zeki, annem de donanımlı ama kırılgan bir kelebek.
Peki sonra...- Sonra modern çağın normal sonucu: Boşanıyorlar. Çok genç evlendikleri için, büyüdükçe birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Ama güzel olan şu: Biz kardeşimle hiç kavga, gürültü hatta yüksek sesli tartışmaya bile tanık olmadık. Anlaşmazlıklarını bize hiç yansıtmadılar. Lise ve üniversitede bütün mezuniyet törenlerimizde, özel günlerimizde annem ve babam bir aradaydı?
Ne zaman ayrılmaya karar veriyorlar?- Ben yedi yaşındayken. Sonra bizim Türkiye günlerimiz başlıyor.
Annenizin iki çocuğu alıp Türkiye göç etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Doğru olanı yapıyor. Tek başına New York’ta hayatla savaşmak yerine, ailesinin, yakınlarının olduğu yere, Türkiye’ye gelmeyi tercih ediyor.
Yedi yaşında Türkiye’ye gelen bir çocuk, uyum sorunu yaşıyor mu?- Türkiye’ye ilk geldiğimde, televizyonda ‘Cosby Ailesi’ni görünce, şaşırmışım, “Allah Allah bunlar ne zaman Türkçe öğrendiler!” demişim. Bir tek şu var: Arkadaşlarım alay etmesin diye, Amerikan aksanımı bilerek bozmaya çalıştım, Türkler gibi İngilizce konuşmaya gayret ediyordum.
Babasız büyümüş olmak sizi nasıl etkiledi?- Pek fark etmedik, parçalanmış aile hayatı gibi değildi yani. Tek sorun, babama duyduğum özlemdi, Amerika’da yaşıyordu, hâlâ orada yaşıyor. Fakat geldiğim ilk yıl, ayrıldıklarını kimseye söyleyemedim. Çünkü sınıfta tek boşanmış aile benimkiydi.
Sizin rol modeliniz kim?
- Doğrusuyla, yanlışıyla annem.
Siz de bir kırılgan kelebeksiniz o zaman?- Olabilir.
Babanızın annenizden sonra iki kere daha evlenmiş olması sizi üzmedi mi?- Yoo, hiç. Annemden sonra evlendiği kadından da iki çocuğu oldu. Amerika’da da iki kardeşimiz var, çok da iyi anlaşıyoruz. Bunda sanırım annemin etkisi çok büyük. Öyle yönlendirdi bizi.
Siz hep böyle düzgün, edepli ve hanımefendi miydiniz?
- Hiçbir hareketimi planlı, programlı ya da imaj odaklı yapmadım. Zaten çok konuşan, çok anlatan, çok ortalıkta görünen biri değilim. Türkiye’nin en meşhur adamıyla çıktığım ve Türkiye’nin en çok konuşulan televizyoncusuyla çalıştığım için gündeme geldim. Yaptığım işle gündeme gelmeyi tercih ederdim. Düzgün ve edepli olmak da üzülmemi gerektiren özellikler değil herhalde.
Ailenizdeki çılgınlık genleri siz de var mı?- E kan çekiyor tabii. Oradan buradan sinyallerini görüyorum!
MUTSUZ İNSANLAR BENİ MUTSUZ EDİYOR
Bir erkekte en tahammül edemediğiniz şey?- Kendine güvensizliği...
Bir erkekte en fazla dikkat ettiğiniz şey?- Bakışları.
Bir erkeğin size ne almasından hoşlanırsınız?- Bir şey alması değil beni anlaması önemli.
Kavga ederken sesinizi yükseltir misiniz?- Aksine hiç konuşmamayı tercih ederim.
En çok kullandığınız küfür?- Küfür sevmem, kullananı almayayım...
Sizi çok mutlu eden ne? Çok mutsuz eden ne?
- Bir şeyleri başarabilmek, bitirebilmek, tamlayabilmek bana büyük mutluluk veriyor. Mutsuz insanlar beni mutsuz ediyor. Ve başkalarının mutluluğundan rahatsız olanlar...
En korktuğunuz şey?- Kıskançlık. Dünyanın en tehlikeli şeyi bence.
İlk ne zaman aldatıldınız?- Bildiğim kadarıyla aldatılmadım.
Annenizin sevgilisi olsun ister miydiniz?- Küçükken çok istemiyordum, hatta hiç istemiyordum ama uzun zamandır onun da güvenebileceği, onu seven ve sayan biriyle yaşamasını ve yaşlanmasını çok istiyorum. Hem de tüm kalbimle?
Onun kendisini kızlarına adamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?- Annem hayatını bizim için yaşadı ve maddi manevi tüm yatırımını bize yaptı. Biz de sanırım ona layık çocuklar olduk.
ANNEM BİZİMLE KENDİ GÜZEL ANISINI YAŞATIYOR
Kardeşinizin adı Birsin, sizinki Tanem. Toplayınca ‘bir tanemsin’ oluyor. Bir hikâyesi var mı?- Bir gün babam, anneme gül alıyor ve üzerinde “Bir tanemsin” yazan bir kartla birlikte veriyor. O sıralar annemin Türkçesi iyi değil, “Ne demek?” diye soruyor, babam da açıklıyor, sonra ben dünyaya geliyorum, annem ismimi Tanem koyuyor, sonra kardeşiminkini de Birsin? Bizimle kendi güzel anısını yaşatmış oluyor.
TÜRKİYE’NİN KAOSUNU SEVİYORUM
San Diego’da üniversite okudunuz. Neden bir süre daha kalmadınız da, biter bitmez döndünüz?- Ben Amerika’yı çok sevmiyorum, sıkılıyorum. Buranın kaosunu özlüyorum. Daha gerçek geliyor. Ben daha ziyade Avrupa ve Akdeniz tipiyim. O yüzden diplomamı alır almaz soluğu Türkiye’de aldım.
BEYAZ’LA ARKADAŞ OLARAK YAKALADIĞIMIZ UYUMU İKİLİ İLİŞKİDE KAYBETTİK
Beyaz’la iki sene arkadaştınız, sonra dört-beş ay sevgili oldunuz ve yürümedi. Basına da, “Biz arkadaşken daha iyiydik, tekrar arkadaş olmaya karar verdik” gibi bir açıklama yaptınız.- Evet ama herkes altında başka bir bit yeniği arıyor. Halbuki bütün samimiyetimle gerçeği açıklamıştım. Ayrılmamızın tek nedeni bu: Arkadaş olarak yakaladığımız uyumu, ikili ilişkide kaybettik.
Evlilik sizi ne kadar ilgilendiriyor?- Ailem ne beni ne de kız kardeşimi evlilik odaklı büyüttü. Onların hayatta en önem verdiği şey eğitimdi. Boşanmış bir ailenin çocukları olarak kardeşim ve ben sanırım evliliği gerçekten mutluluktan bizi uçuracak, gurur duyduğumuz ve sevildiğimizden emin olduğumuz bir adamla yaşamak istiyoruz.
ACUN’DAN AYRI TEK BAŞIMA NE YAPABİLECEĞİMİ GÖRMEK İSTEDİM
Acun’la çalışırken ne öğrendiniz?- Acun ciddi anlamda çalışkan ve işkolik biri. Ondan ne mi öğrendim? İşin öncesinde ve sonrasında bütün ekiple beyin fırtınası yapmayı. Her fikrin mühim olduğunu? AcunMedya’nın temposu ve çalışma saatleri gerçekten zor ve ağırdır ama renkli ve eğlenceli bir ortam olduğu için sanırım tuhaf bir denge oluşuyor; fedakârlık yapıyor herkes. Yanında çalışanları motive etmeyi çok iyi biliyor. Acun’un yarattığı enerji her proje kendinizinmiş gibi sahiplenme isteği uyandırır, ekibe istek verirdi hep.
Kaç ülke dolaştınız?- 50’ye yakın belki daha fazla?
Türk gençlerinin Acun’a hayran olmalarının sebebi nedir sizce?- Acun zor olanı başardı ve başarıyor. Dışarıdan görünen eğlenceli, renkli ve medyatik tarafın arkasında ciddi bir iş ve disiplin var. Olmasa böyle olamazdı zaten.
Şimdi ne yapıyorsunuz?- Altı yıla yakın Acun’la bazen kamera önü, bazen yapımda çok büyük projelerde çalıştım ve ondan çok şey öğrendim. Ama neticede bu projeler onun başarısı ve onun programlarıydı. Bu sene tek başıma neler yapabileceğimi görmek istedim. Şimdi Lig TV’de ‘21’ isimli, eğlenceli, keyifli ve renkli bir spor aktüalite programı sunuyorum Melih Gümüşbıçak ile. İlk haftadan itibaren spor ve sanat dünyasının en özel isimlerini ağırladık. Onun dışında haftada bir Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde medya ve iletişim üzerine ders veriyorum.
Gelecek planlarınızda ne var?- İyi bir televizyoncu olmak. Çok izlenmese de güzel, kaliteli ve fark yaratan işlere imza atmak?
MANTIKLI BİR TUTKULUYUM SINIRLARIMI BİLİRİM
Hiç mi alabora olmadınız? Bir duygudan bir duyguya kapılmadınız?
- Oldum, olurum ve çok olacağım?
Tutkulu bir tip misiniz?- Mantıklı-tutkulu diyelim. Sınırlarını bilirim.
Dibine kadar hiç âşık oldunuz mu?- Dip neresi onu nasıl anlayabiliriz ki?
Sinirden bir adamın camını kırmak istediniz mi?- Hayır, beni o duruma getirene kadar ben çoktan gitmiş olurum.
Canını yakmak istediniz mi birinin hiç?- Asla.
Kıskanç bir tip misiniz?- Değilim ama yine de beraber olduğum insanın bana verdiği değeri başkalarına da hissettirmesini saygısızlık addederim.
TÜRKBÜKÜ ESKİSİ GİBİ ZEVK ALDIĞIM BİR YER DEĞİL
Sizin Ship a hoy anılarınız nasıl? Neler hatırlıyorsunuz oradan?- Ship a hoy anneannemin 1986 yılında açtığı ve halen mülk sahibi olduğu ama zamanla bambaşka bir tarza ve kitleye hitap eden bir işletme. Son 15 yıldır başkası işletiyor ama anneannemin hâlâ hissesi var. Ship a hoy deyince ne hatırlıyorum, çocukluğumun geçtiği yazlık... Altı yaşımdan itibaren her yaz önündeki kumsalda oynadım. Anneannem aldığında yıkık, dökük taş bir binaydı. O binanın kapı numarası anneannemin hayattaki uğurlu sayısı. Hemen alıyor. Tabii o yıllarda Türkbükü bugünkü gibi değil, küçük bir köy. Burada hayallerini yaşayacağı, sevdiği insanları ağırlayacağı küçük, sıcak, bohem bir yer yarattı. O zaman yol bile yok, kuyudan su çekiliyor, arkadaki dağ yemyeşil, deniz tertemiz ve capcanlı. Zamanla büyüdü popüler oldu hatta haddinden fazla popüler oldu. Ünivesite için Amerika’ya gidip beş yıl sonra döndüğümde tanıyamadım. Küçükken arkadaşlarımı yazın Ship a hoy’a çağırırdım gelmek istemezlerdi. Çok uzak, çok sıkıcı ve yaşlılar var diye. Şimdi bakıyorum da, İstanbul’dan bile sadece Ship a hoy için geliyorlar. Ama artık benim eskisi kadar zevk aldığım bir yer değil. Belki ben de büyüdüm, kim bilir?