Charlie ve Melekleri

Ben şu anda gerginim.

İş yetiştirmeye çalışıyorum.

Dr. Murat Kemaloğlu'nun deyişiyle gereksiz ciddiyet yapıyorum.

Siz?

Oh ne ala.

Kebap, kebap!

Bugün pazar ve siz kebap yapıyorsunuz değil mi? Atmışsınız güneşe kendinizi. Ya da atmaya niyetleniyorsunuz. Belki de kendinize şahane bir kahvaltı ziyafeti çekiyorsunuz... İyi yapıyorsunuz.

Ama biliyor musunuz, sizin zaman diliminizde konuşursak, ben de şu anda (benim değil, sizin şu anınızda!), bir tür kebap yapıyorum, hafifliyorum, bütün gereksiz ciddiyetlerimi ortadan kaldırıyorum, çünkü ben New York'a uçuyorum ve size yemin ederim 2C'de ağzım açık uyuyorum!

Çok utanıyorum ama o ağız bir türlü kapanmıyor.

Ama vallaha evimdeki yatağımda olmuyor, sadece toplu taşıma araçlarında başıma geliyor...

*

Antalya'ya Murat Kemaloğlu röportajına giderken de oldu. Neyse ki Kutup, kibar, bir şey söylemedi. Ama çok fena insanlarla tanıştım ben şu hayatta, gerçi kader, sonradan çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok (19 olmuş, 41 yapacaktım vallaha!) yakın oldum bir tanesiyle ama o bana hiç acımadan, toplu taşıma araçlarındaki bütün ağzı açık uyuma faaliyetlerimi kameraya almıştı...

Biz yakın olmadan önce tabii!

Allahtan affedebilen bir insanım.

Ve şükredebilen...

Demek istiyorum ki rahatlıkla koynumda bir yılan beslediğimi söyleyebilirim.

Ama şükrediyorum.

Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Çünkü bu bölümü niye yazdığımı ben de bilmiyorum! Neyse, konumuza dönelim.

*

Biz de döndük Kutup'la, terminal binasına girmek için sağa... İçeride olağanüstü bir müzik çalıyor. Biri akordeonla müzik döktürüyor. Murat Kemaloğlu'nun kızı sizi karşılayacağım diye tutturduğu için biz çaresiz onu arıyoruz, ama kulağımda akordeonun o büyülü sesi...

Demek ki turistler için böyle bir ambiyans yaratmışlar. Ne hoş. Suçumuz gazeteci olmak mı yani? Turist olmak vardı şu Antalya'da. Birinin elinde ismimin yazılı olduğu bir şilt görüyorum. Ama o bir adam. Yanında da bir kadın var.

Kıvırcık saçlı, muzip ifadeli, çok şeker genç bir kadın.

Murat Kemaloğlu'nun kızı olsa gerek, çünkü gülümseyerek bana bakıyor diyorum, yanındaki de şöför bey, tanışıyoruz ama tuhaf, akordeoncu da orada duruyor ve şahane bir Ermeni aksanıyla Türkçe şarkılar söylüyor.

Yanımızdan hiç ayrılmıyor ‘‘Ben bir tuvalete gideceğim, uçakta gidemedim de’’ diyorum. İnanılır gibi değil ama akordeoncu da peşimden geliyor, şaka galiba bu, neyse ne, acayip hoşuma gidiyor. Birden muzip ifadeli kadın şöyle diyor:‘Babam çok sever süpriz yapmayı, akodeoncu beyi sizin için yolladı!’

Ya işte böyle. Şıklığın böylesi için ağzım açık kalır. Üstelik uyumadan! Her zamanki gibi röp'ün sığmayanlarını buraya aldım. Umarım dönerim New York'tan ve yeni röp'lerde biraraya geliriz...


BİR ALIŞTIRMA: Takdir ve hayranlık duyduğunuz bir şey söyleyin


Murat Kemaloğlu diyor ki...

‘‘Takdir ve hayranlık duyduğunuz bir şey söyleyin.’’

‘‘Kedim’’ diyorum.

Öyle çıkıyor ağzımdan.

Ama doğru, kedim için tam da böyle hissediyorum.

‘‘Tamam’’ diyor.

‘‘Ben şimdi gereksiz bir ciddiyet yaratacağım kafamda. Vahim bir durum. Siz de bana kedinize bakar gibi bakacaksınız. Ve ona hissettiğiniz duyguları bana göndereceksiniz. İçinizden de ‘Kendin için yarattığın bu durumdan ötürü seni takdir ediyorum ve sana hayranlık duyuyorum' diye tekrar edeceksiniz.’’

‘‘Tam bu kelimelerle mi?’’ diyorum.

‘‘Evet’’ diyor. ‘‘Tekrar ettikçe takdir ve hayranlık duygularınız bana daha kolay gelmeye başlayacak.’’

Ben o cümleyi aklımda tutmaya çalışıyorum.

Biz ‘‘kişilik geliştirme alıştırmamız’’ı yaparken Kutup da fotoğraf çekiyor. Bu arada da Murat Kemaloğlu ‘‘Allah kahretsin! Yine Alfred Hitchcock gibi çıkacağım şu fotoğraflarda, aşağıdan çekiyor bu adam. Gıdım görünecek, rezil olacağım’’ diyerek kendine gereksiz bir ciddiyet yaratıyor. Ve bana ‘‘Tamam, oldu, vahim hissediyorum kendimi şu anda’’ diyor.

Ben ne yapıyorum?

Ona kedime bakar gibi bakmaya başlıyorum.

Ve içimden ‘‘Kendin için yarattığın bu durumdan ötürü seni takdir ediyorum ve sana hayranlık duyuyorum’’ diyorum, defalarca, o kadar şefkatle bakıyorum ki, sonunda hep birlikte gülmeye başlıyoruz.

BENİM GÜZELİM ALTINA YAPMIŞ

‘‘İşte böyle eğitiyoruz öğrencileri!’’ diyor.

‘‘Eğer gereksiz ciddiyet yapmış birine direnmezsiniz, kendinizi savunmazsanız aksine onu takdir ve hayranlık duygularıyla dinlerseniz onun o gereksiz ciddiyeti şift olur, yani kayar, hafifler.’’

Ve şöyle bir örnek veriyor:

‘‘Bir annenin bebeğinin kakasından midesinin bulandığını hiç duydunuz mu? Ben yeni duydum. Ve şaşırdım. Çünkü genellikle anneler çocuklarının altını değiştirirken, ‘Benim güzelim, altına da yapmış!' diyerek takdir ve hayranlık duyguları gönderirler bebeğe. Bebek de gülücükler yağdırarak altının değiştirilmesine izin verir. Ama annenin midesi bulanmışsa bebek ağlamaya başlar. Zaten altı kirlendiği için rahatsızdır, iyice tuhaf hisseder kendini. Gereksiz ciddiyet büyür. Annesinin iğrenmesine çocuk daha da fazla ağlayarak tepki gösterir. Ama ona takdir ve hayranlık duyguları gönderdikçe bebeğin rahatsızlığı geçer ve mutlu olur. Bir kadının çocuğun kakasından midesinin bulanması annelik iç güdüsünde bir zedelenme olduğunun belirtisi olabilir. Diyeceğim psikoterapist olarak ben de insanlara takdir ve hayranlık duygularımı gönderiyorum, yalandan değil bunu gerçekten hissediyorum ve onlar bir süre sonra trajedilerini gülücükler dağıtarak anlatmaya başlıyorlar...’’

En kısa zamanda Murat Kemaloğlu’ndan öğrendiğimiz alıştırmaları gerçek hayatta da uygulamaya karar verip, Kutup'la Antalya'dan ayrılıyoruz.

İşe yarar mı yaramazlar mı bilmiyoruz ama en azından eğlenceli!


HEM YARALIYIZ HEM ŞİFACI


Bir psikoterapist de kendini ‘‘hasta’’ olarak görebilir mi?

- Her insanda bir şifacı bir de yaralı yan var. Bu iki güç herkeste mevcut. Ama kişi sadece yaralı yanıyla özdeşleşirse hep hasta koltuğunda oturur. Sadece şifacı yanıyla özdeşleşirse de hep doktor koltuğunda. Jung ekolünün psikoterapi eğitiminde bu iki yanımızdaki yarılmanın giderilmesi ve bütünleşmesi için çaba sarfediliyor. Yani terapistlerin de hem şifacı hem de yaralı taraflarının farkında olması gerekiyor. Ben sadece hastayım, ya da ben sadece terapistim diyen birinin psikoterapist olması zor.

Yani sizin de psikoterapiste gittiğiniz oluyor...

- Zaten eğitimimiz boyunca psikoterapiden geçiyoruz! Ama tıkandığım bir noktada tabii ki başka bir terapistten yardım alıyorum: ‘‘Bu durumu ben yarattım. Nasıl yarattım?’’

İyi de her durumu da insan kendi yaratmıyor ki?

- Biz öyle bakmıyoruz meseleye. Yaşadığımız herşeye kendi sorumluluğumuzu yüklüyoruz. Bu durumu kendimizin yarattığının farkına varıyoruz. Ve bu durumu nasıl değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Dünyayı suçlayan insan, hiçbir şeyi değiştiremez ve kurban kimliğinde kalır. Ben kurbanım der. Halbuki burada insanlar ‘‘Gördüğüm dünyanın kurbanı değilim’’ diyebiliyorlar. Kurban kimliğinde kalırsanız eğer, depresyona girersiniz, kırmızı bölge dediğimiz yerde kalırsınız, işler ters gider, mutsuz olursunuz. Hep başarısızlık, parasızlık, kavgalar, gürültüler. Dünyayı suçlayan, şikayet eden, bahaneler bulan insanın cesareti kırılmıştır. Ama kırılan o cesaret toparlanırsa, dünyayı farklı gözlerle algılamaya başlar, fırsatları görür ve kurban kimliğinden kurtulur.
Yazarın Tüm Yazıları