Cenazesi ortada kaldı

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Bir hayvanla ev paylaşıyorsanız..

Bu cümleyi sevmedim.

Hiç.

Yeniden deniyorum:

*

Kocaman bir sevgi, bağlılık ve sorumluluk duyduğunuz, arada sırada itişip kakıştığınız ama ‘‘Onsuz olmaz’’ dediğiniz, kapıyı her açtığınızda ismini seslendiğiniz, uyumaktan şişmiş, yumuk yumuk gözleriyle (tabii küs değilse), sizi karşılayan, vızır vızır bir şeyler anlatan, yalnız kalmaktan hoşlanmayan, dert yanan, kesinlikle hak verdiğiniz (ve belki de rüşvet olarak o balık kokteyli mamalardan!) affetmesi için onunla aynı hizaya gelip yerlere uzandığınız, bir kere daha ne kadar güzel olduğuna şaşırdığınız, çeşitli oyunlar oynadığınız, gıdısını öptüğünüz, sivri kulaklarıyla, uzun beyaz bıyıklarıyla dalga geçtiğiniz, hatta sinir olsun diye canını acıtmadan kuyruğunu çektiğiniz, patilerini dişlediğiniz, sonra da yatağa alıp nefes alıp verişini dinlediğiniz, hep aynı anda nefes almaya çalıştığınız, (siz bir annesiniz, dışarıya verdiğiniz karbondiyoksiti oğlunuzunoksijen olarak içine çekmesini istemezsiniz değil mi?) gözleri kapalıyken izlemeye çabaladığınız, her seferinde yakalandığınız (onlar bu oyunu sizden daha iyi oynuyor!) nerede mis gibi yıkanmış temiz çamaşırlar varsa üzerine bedenini devirme huyu olan, dolayısıyla göbeği hep ama hep güzel kokan, o beyaz tombul bölgeye başınızı yasladığınızda sizi kollarına alan ya da ıslak burnunu, şefkatle boynunuz ve çenenizin altına dayayan, bir canlıyla, ev, daha doğrusu bir hayat paylaşıyorsanız...

Onun günün birinde sizi kapıda karşılamaması, yok olması, geride sadece bedeninin kalması düşüncesi insanı hasta ediyor.

Düşünmemek en iyisi.

Ama düşünmek de gerekiyor.

Çünkü Güner Çital’ın başına gelen bir gün herkesin başına geliyor.

Hayvanseverlerin, ruhları (herşeyin olduğu gibi hayvanların da ruhu olduğuna inanıyorum) gövdelerini terk ettikten sonra o kedilerle köpeklerle ne yaptıklarını hep merak ederim.

Kimi bir yerlere gömer, hatta küçük bir tören düzenler.

Orası bir park ya da ormandır.

Kimbilir belki de bir ağacın altıdır.

Kimi bir torbaya koyar denize atar.

Belediyenin çöplüğüne bırakıp gidenler var mıdır?

Bu çok büyük saygısızlıktır.

*

Ben henüz bilmiyorum.

Ama ölüm denilen gerçekliğin kedimle arama girmesi şu açıdan beni korkutuyor. Ondan önce benim başıma bir şey gelirse, ayvayı yedi, çünkü hiç kimsenin onu benim kadar sevemeyeceğini biliyorum. Perişan olur zavallı, kim onun nazını benim kadar çeker, söyler misiniz? Kim onu benim kadar iyi tanır? Anamı ağlattı be yıllarca! Ayrıca annemi kelimenin gerçek anlamıyla da ağlatmıştı, yıllarca önce biricik kedim biricik annemin varislerini parçalamıştı. Ben de ikisinin arasında kalmıştım.

Neyse, hem normal şartlarda benden önce ölmesi gerekiyor, doğal olarak, (hem kedimin hem annemin) benim de yaşarken ona gösterdiğim özeni (sadece kedimi kastediyorum, annemi karıştırmayalım!) ölümünde de göstermem. Bazen İstanbul civarında hoşuma giden yeşillikler, bitki örtüleri görünce, ‘‘Hah işte burası oğluma uygun diyorum’’. Şişman ama Allah'tan çok ağır değil, ben kendi başıma bile halledebilirim. Küreğe filan da gerek yok, hiç üşenmeden hoşuma giden bir toprak parçasında kaşıkla bile ona mezar kazabilirim.

Bir sonraki sorum tabii gereksiz bir soru olacak.

Neden Avrupa ülkelerinde olduğu gibi havyan mezarlıkları yok bizde diyeceğim. Dilim varmıyor sormaya. Kedimle bu konuyu hiç konuşmadım ama, eminim, arkadaşlarıyla birlikte uyumak onun da hoşuna giderdi. Ama ona da ‘‘Biliyor musun Berlin'de yaşayan kediler senden daha şanslı, onların inanılmaz güzellikte mezarlıkları var’’ filan demek istemiyorum, belki morali bozulur, onu incitirim, ona söylemek yerine sizlere anlatmayı tercih ediyorum.

Tüm bunları Güner Çital’ın faksı elime geçtikten sonra yazıyorum.

Çünkü biraz sarsıldım.

Sarsılınca, korkunca, heyecanlanınca, yani bir konuda kafam karışınca, elim kolum bağlanınca ben sürekli konuşuyorum. Hiç susmuyorum, biliyor musunuz. Biraz sıkıcı oluyorum ama işte bu yazı, böyle bir ana denk geldi. Ben artık çenemi kapatıyım, sizi Güner Çital'le başbaşa bırakayım.

*

‘‘2.07.1987 tarihinde doğan Sivas Kangal'ı köpeğim Rambo'nun tüm bakım ve sağlık gereksinimini bir süre sonra evimin çok yakınında iyi bir rastlantı olarak açılan Süper Lüks Animalia hayvan hastanesinde karşılamaktaydım.

12 yıllık yaşamının son zamanında oldukça yaşlanan ve rahatsızlanan köpeğim dün gece saat 20:00'de öldüğünde doğal olarak Animalia'yı arayıp yardımcı olmalarını, en azından yol göstermelerini rica ettim.

Bana servislerinin kapalı olduğunu, ertesi sabah 10:00'a kadar yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadığını, dilersem 25 kg'lık köpeği o haliyle yüklenip getirebileceğimi söylediler.

25 kg'lık ölü köpeğimi kendi başıma oraya taşıyamayacağımı, çaresiz kaldığımı, ertesi sabah 10:00'a kadar da zavallının kokacağını anlattım.

Yine de yapacak bir şeyim vardı:

En azından bu durumu gazetecilere, konuyla ilgilenenlere bildirecektim.

Söyler misiniz, eğer bir hastanenin acil servisi, ambulansı yoksa buna hastane denilebilir mi? Onca yıl dünyanın parasını alıp (evde bulduğum Animalia'ya ait bir köpek bakım ve tedavi faturasının ücretini söylememe izin verin: 43.500.000) öldüğünde köpek sahibine yardımcı olamıyorsa, bulunduğu yerde alt üst ettiği trafik bile son derece anlamsız. Görkemli binasının da safsata ve kuru gürültüden başka bir şey olmadığını ne yazık ki çok geç olarak dün gece anlamış oldum. Köşenizde yer verirseniz memnun olurum. Saygılarımla. Güner Çital’’

*

Sevgi sevgidir.

Ölüm ölümdür.

Kimi (hangi adamı, hangi kadını, hangi hayvanı, hangi canlıyı, hangi cansızı) neden sevdiğinizi siz bilmezsiniz...

Başkası nasıl bilsin!

Ölüm karşısında insanın aklını kaybetmesinin sebebi, çaresiz kalması, yapacak bir şeyin olmamamasıdır.

İnsan söz konusu olduğunda kurumlar yardımcı oluyor.

Çünkü sizi anlıyorlar.

Ama Güner Çital'in vakasında olduğu gibi, komik suratlı 12 yıllık arkadaşı, 25 kiloluk Rambo'su ölünce cenazesi ortada kalıyor.

Bu da beni isyan ettiriyor.

Niye?

Yazarın Tüm Yazıları