Paylaş
Bir buçuk saatlik diziyi, ne kadar sürede yazıyorsun?
- 4-5 gün içinde hikâye bulup kurguyu, sahneleri yazıp diyaloglamam ve teslim etmem gerekiyor çünkü 1-2 gün de sette oynuyorum zaten.
Nasıl yazıyorsun?
- Önce hikâye, karakterler, ana çatışma. Sonra yavaş yavaş uydu resminden mahalleye yaklaşmaya başlıyorum. Kurgu, sahneler ve son olarak diyaloglar
Ne kadar yıpranıyorsun?
- Fiziksel olarak çok. Ama üç gün dinleniyorum, bomba gibi kalkıyorum. Ruhum çalışmadığım zaman daha çok yıpranıyor, onu fark ettim!
O yeni dil, yeni sözcükler dolaşıma girince ne kadar mutlu oluyorsun? “Kal geldi” mesela seninle hayatımıza girdi…
- Aslında ben karakteri tamamlamak için kullanıyorum öyle lafları. Sokaktan alıp yerleştiriyorum senaryoya. Çoğu zaman da kötü örnek olarak, hiciv için koyuyorum.
Gazete yazıların daha farklı. Özellikle mi yapıyorsun?
- İçeriği olsun istiyorum. Belki okuyucunun daha önce duymadığı, bana ilginç gelen bir bilgiyi, şeker kaplı olarak paylaşabilirim diye yazıyorum.
Her iki Türk’ten biri oyuncu olmak istiyor
İnsanlar yolda seni görünce evet fotoğraf çektirmek istiyor, başka?
- Güzel şeyler söylüyorlar, bir sürü şeyi merak ediyorlar, dizinin yapım hikâyesi, karakterler, benim nasıl yazdığım herkesi çok ilgilendiriyor nedense. Oynamak isteyen çok, her iki Türk’ten biri oyuncu olmak istiyor. Orçun’un taklidini yapan, “Dizide ortalığı kırar geçiririm, köşeyi dönerim” diye düşünüyor. Kendi iş ortamının müthiş komik olduğunu iddia edip onlarla birkaç gün geçirip hikâye yazmamı isteyenler oluyor. Yazdığı senaryoyu okuyup yorum yapmamı isteyenler de. Ama en çok “Nasıl yapıyorsunuz?” soruluyor.
Seni en çok ne sinir ediyor?
- Ülkenin içinde bulunduğu vaziyet. Basın özgürlüğüne sınır getirilme niyeti mesela. Korkunç.
Senin kafanı, dizi dışında, yazmak dışında neler meşgul ediyor...
- Hep bir suçluluk, hep bir “Yeterince dolu yaşayamıyorum” vardır bende. Ona vakit ayıramadım mı, zamanımı boşa mı harcıyorum, bir şeyleri mi kaçırıyorum, aslında yaptığımız değersiz bir şey mi, şu filmi de göremedim, spor da yapmıyorum, bak sergiler var millet gidiyor, ben salak gibi evde oturuyorum... Dert bitmiyor...
“Yalan Dünya”yı anlatıyorsun bize. Çok güzel de... Senin dünyan ne kadar gerçek?
- Azami gerçeklikte tutmaya çalışıyorum. Gerçek konuşmaya, gerçekleri duymaya çalışıyorum. Gittikçe daha sözünü sakınmayan biri oldum. Özü sözü bir insan, en rahat uyuyan insandır. Büyük rolleri, kurmaca hikâyeleri, kurmaca lafları sahneye, kameraya saklamak en doğrusu. Bizim dizide oyuncu takımının, yan dairedeki aileden daha gerçek, daha yalansız ilişkileri olması gibi...
İstediğimi yemezsem bu tempoyu kaldıramam
Bu kadar işin yanı sıra, güzel kadın olmaya çalışmak da seni yoruyor mu?
- Setteki makyözü yoruyor daha çok!
Burnunun kemeri gitmiş, başka normal kadın dertlerin var mı? Şişmanlamamak filan gibi…
- Her kış, üç kilo alıp yazın sıcakta kendiliğinden veriyorum. Canımın istediğini yemezsem bu tempoyu kaldıramam. Şimdilik iyi genler sayesinde sorunsuz gidiyor.
Alışverişe gidecek vaktin oluyor mu?
- Alışverişe her zaman vakit var! Maalesef alışveriş, kapitalizmin bize armağan ettiği bir terapi biçimi. Ne aldığın değil, alırken ne hayal kurduğun önemli
Nelere gözünü diktin? Hedeflerin neler?
- Tiyatro oyununa, sinemaya, kitaplara, her şeye özeniyorum, her şeye heves ediyorum.
Nasıl bir kadına dönüştün bu işlere girdikten sonra, kişiliğin nasıl değişti, gelişti?
- Kişiliğim değişmedi de, daha sakin, daha soğukkanlı oldum. Farklı insanlar tanıdım. Türkiye’yi çok daha iyi tanıdım. Her tecrübe çok şey öğretiyor…
Kayıtları izleyince delirdim, Gupse, benim Nurhayat’ım dedim!
Gupse’yi Nurhayat karakteri için denemiş bizim ekip. Biz öyle çalışıyoruz, her karakter için bir deneme sahnesi yazıyorum, 40-50 oyuncu gelip o sahneyi oynuyor. Kayıtları seyrediyoruz, en beğendiğimiz üç dört kişiyi tekrar çağırıyoruz. Olmazsa, bir 40-50 kişi daha geliyor denemeye. Çok ciddi günler onlar! Gupse, Nurhayat’ı oynamış. Ama daha önce oyunculuk deneyimi yok. Genel kanı “Yapamaz, sette çok uğraşırız, çok tecrübesiz”di. Ben kayıtları seyredince delirdim, “İşte Nurhayat bu kız!” dedim. Sesinin kalınlığı, hızlı konuşma temposu, her şeyiyle benim Nurhayat’ımdı. Yönetmenimiz Jale’yi de ikna etmeyi başardım. Gupse’yi çağırdık tanıştık. Bir de nasıl tatlı bir kız. Nasıl uğraşıyorum herkesi ikna etmek için “Yapar, yapacak! Ben onun ağzına uydurarak yazacağım! Sorumluluk benim” filan, inada bindirdim işi. Gupse harika bir seçim oldu. Bir de hem komik bir kız hem nefis bir arkadaş.
Emeklilik niyetim yok
90’larda Amerikalı bir borsacıyla röportaj yapmıştım. Adam 35 yaşına kadar 50 milyon dolar kazanmış ve hemen mesleği bırakmış. Büyük bir başarı hikâyesi olarak anlattı bana ama çok üzücü gelmişti. Düşünsene, 35 yaşına kadar o kadar nefret ettiğin bir iş yapıyorsun ki, hayalindeki parayı kazanır kazanmaz işi bırakıyorsun! Benim emeklilik niyetim yok. Zaten inanmıyorum emekliliğe. Kafam çalıştığı sürece yazmak, elim ayağım tuttukça oynamak isterim. Seyirci sıkılırsa o ayrı, hemen kaçarım. O zaman da başka bir şey bulurum yapacak.…
Komik bulmadığım karaktere espri yazamam
Ne kadar reyting derdin var?
- Reyting ne gösterirse göstersin, ben sadece bildiğim ve sevdiğim şeyi yazabilirim. Neyse ki reyting çok iyi. AB grubu önemli bizim için. Tiyatrodan türemiş bir formülü, hayatında tiyatroya hiç gitmemiş seyirciye seyrettirmek zor. Onun için daha şehirli bir kitle seyrediyor bizim dizileri. Ama reytingi düşük olsa da, çıksın diye çok fazla bir değişiklik yapamazdım. Komik bulmadığım, sevmediğim bir karakter, bir espri yazamam.
Yeteri kadar takdir edildiğini düşünüyor musun?
- Halimden memnunum! Geçen gün Floransa’da yanımızda İtalyan rehberle gezerken birçok Türk’le karşılaştık. Rehber şaşırdı, “Ne kadar sevgiyle yaklaşıyorlar” dedi. Belki de kendi söylemek istedikleri şeylerin anlatıldığını görünce, mutlu oluyor ve beni seviyor. Daha ne isterim?
Derya, Zerrin olarak ağzımı sulandırdı
Mesela şu an Zerrin’i oynayan Derya Karadaş’la oyuncu seçmelerinde hem Nurhayat hem Tülay’ı canlandırması için randevulaşmıştık. Derya geldiğinde, biz İrem Sak’ta karar kılmış gibiydik Tülay için, Nurhayat daha belli değil. Ama Derya’nın Nurhayat’lığına inanmadım ben. Onu da fıstık gibi oynardı muhakkak ancak hayal ettiğim Nurhayat değildi işte. Derya’nın sesindeki o pürüz, yürüyüşündeki bir şey, ne bileyim, bana dedi ki “Tülay’ın pavyondan konsomatris arkadaşı bu, adı da Zerrin!” İlk üç bölüm çoktan yazılmıştı. Sonrasında yavaş yavaş hikâyeye soktum Zerrin’i. Çünkü Derya, Zerrin olarak ağzımı sulandırdı!
Kardeşim, sen o karakteri evden mi getirdin!
Oyuncularının, repliklerini beğenmediği oluyor mu?
- Arada, “Bu karakter böyle bir şey söyler mi, bence söylemez” diyen olur. Senaristlere özgü bir neşeli cümle vardır: “Kardeşim sen o karakteri evden mi getirdin?” diye. Ben bunu hiç demem! Oyunculuk yaptığım için anlamaya çalışırım. Bir türlü söyleyemiyorsa, içine sinmediyse, adam deliliğinden demiyordur öyle, bir meselesi vardır, inanmamıştır. İnanmadıysa da nasıl oynayacak? Çok çıkmaza düştüysek, ufak oynama yaparım. Ama bir ekibin doğru çalışması için prensipte herkesin “alanının kralı” olması lazım. Oyuncu senaryoya karışırsa, ben oyuncuya “Dudaklarını büzerek oyna!” dersem, sanat yönetmeni rejiye, “Daha çok genel planlar kullanın” derse... Yanarız!
Paylaş