Paylaş
Bu aralar deliler gibi okuyorum.
Durmadan okuyorum.
Sabah akşam okuyorum.
İ L A N L A R I
Çünkü delinin teki bir kuyuya taş attı, ben onu çıkartamıyorum.
Geçenlerde birlikte olduğum bir yabancı arkadaşım (demek istiyorum ki, TC vatandaşı olmayan bu ülkede yaşamayan) dedi ki:
- Ben gittiğim her ülkede ilanlara bakıp o ülkedeki yaşam tarzları konusunda bir fikir edinirim. Ciddiyim. Sana da tavsiye ederim. Gazetelerde yer alan her türlü ilanı oku: Ölüm ilanlarını, doğum ilanlarını. Acı ve mutluluk ifade edilirken hangi ibarelerin kullanıldığını. Rumuzları. Satılık ve kiralık yerleri, işyerlerini, evleri, hangi semtlerin en revaçta olduğunu. Bitmedi, gidilen tatil beldelerini, hangi ülkelere gitmenin en çok istendiğini, hangi tür müziğin en fazla dinlediği, gidilen kulüpleri, gösterimde olan filmleri, hepsini, hepsini! İnsana o ülkeye dair müthiş fikirler verir. Bunun adı, o güne dair polaroid bir fotoğraf çekmektir.
Dedi demesine...
Sonra da ekledi:
- Ama tuhaftır, sizinkilerden pek fazla bir şey çıkartamadım!
* * *
Peki ben ne yaptım?
Bunu birden bire, bir milli mesele haline getirip, bir süredir işi gücü bırakıp ilanlara bakmaya başladım.
Deriiin sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum.
Ben aslında sosyolojik tahliler yapmaya uğraşıyorum.
Evet arkadaşım haklı.
O küçücük ilanlar insana muazzam fikirler veriyor.
Ama sanırım o Türkiye'nin yabancısı olduğu için anlayamadı.
Türk değil ya anlamaz.
Bizi ancak, yine biz anlarız!
Demek istiyorum ki, ben ilanlara bakınca, mesela bir yıl içinde Türk milletinin kafayı daha fazla üşüttüğüne kesinlikle karar vermiş bulunuyorum. Üşenmedim geçen yılki Sevgililer Günü ilanlarıyla, bu yılki Sevgililer Günü ilanlarını kıyasladım.
* * *
Geçen yıl da fena değilmişiz.
Ama bu yıl uçmuşuz!
Şöyle ki:
Geçen yıl ‘‘Sevgililer Günün kutlu olsun, seni seviyorum’’lar, ‘‘Sonsuza kadar seveceğim’’ler, ‘‘Hiç gitme hep benimle kal, emi?’’ler, ‘‘Senden uzakta bir şeyler eksik’’ler çoğunlukta.
Rumuzlarda ise ‘‘Bebeğim’, ‘‘Bir tanem’’, ‘‘Canım’’, ‘‘Aşkım’’.
Tabii ki arada gökyüzünde uçuşan uçurtmalar ve uçurmuşlar yok değil:
‘‘Yürüyen tamirhanemsin’’, ‘‘Mercimeğimsin’’, ‘‘Şapşal minik kuşumsun’’ ve ‘‘Sosis’’lerin (tombul sosis- minik sosis- şişman sosis- sosisin- sosisciğin) envaye çeşitleri.
* * *
Ama bu yıl...
Bazı mesajlar ve bazı rumuzlar, (ki hiç de az değiller!), atağa kalkmış vaziyete. Adeta insana, ‘‘Tanrım, ne oldu bunlara?’’ dedirtiyor. Bir kere normal rumuz neredeyse yok. Sanırım artık demode! Nerede acayip kuş isimleri, hayvan isimleri, çiçek isimleri, otomobil plakaları var, millet onlardan kendine rumuz yapmış.
Okudum beynim uçtu.
Yaratıcılık mıdır...
Sıkışıklık mıdır anlayamadım.
Japon balığı / Mutluluk ışığı / Bal meleği / Ev perisi / Nur tanesi/ Ay çiçeği/ Tavşan / Dev adam/ İçimdeki martı/ Nazlı kırılgan gül/ Su perisi/ Minik şey/ Büyük şey/ Yaralı aslanım/ Bıcır/ Mıcır/ Çirkin surat/ Yeşil erik/ Kırmızı elma/ Somonun/ Braveheart/ Beyaz taşın/ Cadın/ Küçük cezven/ Horozun sevgilisi/ Civcive şeklinde devam ediyor.
Bu arada şöyle mesajlar da yok değil:
- Bugün Sevgililer Günü, al bu gülü karına ver!’’ gibi.
- Tezgahını yerim... gibi.
* * *
Bu arada, evet herkes birbirine evlenme teklif ediyor.
Süresiz seviyor, saklıyor, yiyor, öpüyor, hiç bırakmıyor, sonsuza kadar turşusunu kuruyor.
- 2001'de benimle evlenir misin?
- Benim sevgilim olur musun?
- Çocuğumun annesi olur musun?
(Bu arada 2000'de ve 2001'de çocuk patlaması olacak, haberiniz olsun!)
Hepsi Türkçe de değil, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve hatta hiç anlaşılmayan dillerde ve tabii kuş dilinde verilmiş mesajlar da mevcut. Yani inanılır gibi değil, herkes ‘‘nöbetler’’de, birbirine ‘‘yıldız kayar, sen sonra ne olacağını bilirsin’’ diyor.
Peki şuna ne dersiniz: ‘‘Çikolata sufleni ne zaman yiyeceksin?’’.
Belki ben yaşlandım bilmiyorum.
Çünkü...
‘‘İçimdeki martılar yarışırcasına uçuyorlar’’, ‘‘Beyaz taşım neredesin?’’, ‘‘Mikrop une, tuşum pedi’’, ‘‘Antikoru olmayan virüsümsün’’, ‘‘Sonsuza kadar beraberiz. Az sonra...’’ gibi mesajları algılamakta zorluk çekiyorum.
* * *
Ve kendime sormadan edemiyorum:
- Bu yıl n'oldu?
Çünkü önümüzde bir manzara duruyor.
Daha doğrusu bir adet fotoğraf.
Tamam, polaroid.
Renkler her an uçup gidebilir, yerine yenileri gelebilir.
Ama en esaslı soru şu bence:
- Bu neyin fotoğrafı?
Ben anlayamadım da...
Rahatlamanın mı?
Saldırganlığın mı?
Umursamazlığın mı?
Yoksa kendini ifade edebilme cesaretinin mi?
Kimbilir...
Belki de ‘‘elinin körü’’nün fotoğrafıdır!
Kafa yormaya çalışmak bile nafile çabadır.
Paylaş