Paylaş
Çok çok üzüldüm.
Sarsıldım da...
Hiç ölmeyecekmiş gibi gelen insanlardan biriydi.
Cumhuriyet kadınıydı, Atatürk âşığıydı...
Hep zamanının ilerisinde bir kadındı. Dik duruşu, kimseye eyvallahının olmayışı, sevdiği adamı sonuna kadar pamuklar içinde sarıp sarmalaması beni derinden etkiledi.
Defalarca röportaj yaptım onunla.
Gülriz Sururi için, “Kendi cenazesine bile yürüyerek gider bu kadın!” derlerdi. Doğru, o kadar güçlü, kimsenin acımasına, “ah vah”ına, merhametine ihtiyacı olmayan bir kadın.
Kendi kendine yeten bir kadın.
Bence müthiş saygın.
Engin Cezzar’a da kimselerin ona acımasına izin vermeden baktı. Yılların Engin Cezzar’ı biliyorsunuz felç oldu, hayatının son döneminde konuşamıyordu.
Gülriz Hanım bana film karesi gibi bir an anlatmıştı, hiç aklımdan çıkmaz.
Taksideler. Evet, hastalık var, felç var ama hayat devam ediyor. Tiyatroya, oraya buraya gidiyorlar, ama konuşamıyor Engin Bey. Çeşitli sesler çıkarıyor ve onlar aralarında özel bir dil oluşturdukları için bir şekilde anlaşıyorlar. Ama tabii zor bir durum...
Ve olayı bilmeyen, Engin Cezzar ve Gülriz Sururi’yi tanımayan, Engin Bey’in çıkardığı tuhaf sesleri duyan taksici...
“Abla... Abi Japon mu?” diyor.
“Yok, değil!” diyor Gülriz Sururi, kısaca durumu anlatıyor. Ama herkese izahat vermekten yorgun düşmüş durumda. Eve geliyorlar.
Gülriz Hanım bakıyor, Engin Cezzar hakikaten Japoncayı andıran sesler çıkarıyor.
Evde duran bir kılıç var, eline veriyor, “Hadi” diyor, “Benim samurayım ol!”
İşte bu ana bayıldım ben!
Engin Bey hasta masta, konuşamıyor monuşamıyor ama...
O hâlâ koskoca Engin Cezzar...
Zeki, fırlama ve esprili...
Ve birbirlerini deli gibi seviyor bu çift...
Engin Bey, kılıcı alıyor, samuray rolüne giriyor ve samuray hareketleri yapıyor!
Dünya duruyor o anda...
İkili, katıla katıla, içinde bulundukları hale gülmeye başlıyor...
Ben o gün, Gülriz Sururi’den en acıklı hallimize bile gülebileceğimizi öğrendim.
Asla kendimize acımamamız gerektiğini...
Hayatın bir şekilde aktığını...
Akacağını...
Kimin ne düşüneceğine karışamayacağımızı...
Bunun bir öneminin de olmadığını...
Ama bizim elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerektiğini...
O da yaptı!
Benim ve nice Türk kadınının kahramanlarından biri oldu!
Güzel uyu Gülriz Sururi...
O BİR CESUR YÜREKTİ
GÜLRİZ Sururi bir Cumhuriyet kadınıydı, hep öyle kaldı. Hiçbir zaman Cumhuriyet ilkelerinden taviz vermedi. Pek çok kez röportajında bu konulara da değindik...
Siz oldum olası bir Cumhuriyet kadınısınız... Hiç tırsmıyor musunuz bu kadar muhalif olmaktan?
Hayır, tırsmıyorum. En fazla ölürüm, ne olacak yani, vatanım için ölmüş olurum ben de...
Cumhuriyet kadınları nasıl kadınlardı? Siz o dönemi de bildiğiniz ve kıyaslayabildiğiniz için soruyorum...
Cumhuriyetle birlikte kadınlar büyük bir değişim geçirdiler. Bir kere özgürlüklerine kavuştular. Çok iyi bir eğitim aldılar. Meslek sahibi oldular. O kadar büyük imkânlar verildi ki kadınlara, bütün bunlar da Cumhuriyet sayesinde oldu. Çok daha eğitimli bir kuşak yetişti. Evet, eskiden de eğitimli kadın vardı ama azdı. Kadınlar gelişti, kalkındı. Bütün o Arap felsefesinden, Ortadoğu dünya görüşünden sıyrıldılar, özgürlüklerini kazandılar. Bütün bunlar da Cumhuriyet’le oldu. Şimdi geldiğimiz noktada Cumhuriyet diye kıvranıyoruz. 50’lerde uyanmalıydık...
Türkan Saylan sizin için ne ifade ediyordu?
Çok şey! Ben bir kişiye özendim hayatımda. O da Türkan Saylan’dır. Onun dünya görüşü, onun ülkesi için yaptıkları müthiştir. Tek başına taa Doğu’ya, Ağrılara gidip, ailelerle konuşup, kızların babalarını ikna edip okumalarını sağlaması... Ben de çocuk okutuyorum, bu bana çok büyük bir huzur veriyor. 25 sene oldu. Ama Türkan’ın yaptıkları öyle böyle değil. Bu ülkenin bütün kadınları borçluyuz ona...
ENGİN’LE BELKİ BİR TESTİNİN KULPUNDA BULUŞABİLİRİZ
TOPRAK OLARAK...
TÜRKİYE kaypak konuşanların, vaziyeti idare edenlerin, kenardan kıvırtanların şahikalarıyla dolu. Sevin sevmeyin, katılın katılmayın, Gülriz Sururi müthiş dürüst, mert, gerçekçi ve düşündüğü gibi yaşayan biriydi. Bakın yaptığımız bir başka röportajda neler anlattı...
Biricik eşiniz Engin Cezzar’ın şimdi daha iyi bir yerde olduğuna inanıyor musunuz?
Hayır. Çünkü biz cennetimizi de cehennemimizi de bu dünyada yaşadık. Cennet ve cehennemin ayrı ayrı dönemlerde yaşandığına inanmıyorum. Bir gün içinde insan cehenneme girip, sonra kurtulup, yeşil çimlerin üzerinde cenneti yaşayabilir.
Neden daha iyi bir yere gittiğini düşünmek istemiyorsunuz?
Devam eden bir şey yok bence. Bitti gitti. Elektriğin düğmesini kapatmak gibi. Artık simsiyah. Bence ölümden sonra bir şey yok. Ruhlara inanılıyorsa, isterim ki ruhu çok güzel bir bebeğe gitmiş olsun. Ama ruh hatırlayamadığına göre, beni de hatırlamayacak.
Zor bunları kabul etmek...
Teselliye ihtiyacım yok ki.
Peki bir daha kavuşacağınıza inanıyor musunuz?
Katiyen... Şairin dediği gibi, “Bir testinin kulpunda buluşabiliriz belki bir gün...” Toprak olarak yani...
Nasıl bu kadar gerçekçi olabiliyorsunuz?
Bilmiyorum. Annesiz büyümemin etkisi olabilir. Yaşadığım çocukluğun etkisi olabilir. Her zaman çok gerçekçi oldum. Ben başkalarını aldatmam, kendimi de aldatmam...
Paylaş