Paylaş
Başbakan Tayyip Erdoğan ve Bakan Nimet Çubukçu, “Medyanın suçu, medyanın abartması” diyor.
Ben size bir şey söyleyeyim mi, bu olayda suçu olmayan tek kurum medya.
Medya olmasaydı, Hürriyet’in manşeti olmasaydı, üzerine yatılıp gidilecekti.
Siirt Pervari’de yaşananlar, Savcılık’a intikal ettirilmiş de ne olmuş...
Herkes serbest...
Demek ki, bu memlekette böyle bir suç yok!
Böyle bir suçun cezası yok!
İyi ama burada cezalandırılması gereken bir suç yok mu?
Allah aşkına, tecavüz yoluyla bebek öldürülüyor.
Daha fenası ne olabilir?
Bunu cezalandırmamak, “toplumsal bir ayıp” haline getirmemek, ödüllendirmek demek değil de ne?
Yani... 1 yıl önce, 10 yıl önce, ya da şimdi...
Önemi yok, Nimet Çubukçu yanlış şeye takılıyor...
Önemli olan, bu durumu, bu eğilimi, bu anlayışı mahkûm etmek. Cezalandırmadığı sürece hep olacak, hep yaşanacak.
Biz bunu bir insanlık ayıbı haline getirmeliyiz ki, o faillerin, toplum içine çıkacak halleri kalmasın. Çocuk mocuk, özel yöntemler geliştireceğiz. “Çocuktur yapar, n’apalım”a izin vermeyeceğiz. Çünkü böyle bir şeyin mazereti, çocuğu-büyüğü olmaz.
“Suçlu olan hormonlar” deyip geçecek miyiz yani? Bu kadar mı? Bu kadar mı çaresiz ve zavallıyız? Bir Allah’ın kulu da, o ölen bebeklerin annesinin babasını yerine koymayacak mı kendini, öyle bir empati yapmayacak mı?
*
Bunu, bütün Türkiye’nin meselesi haline getirebilmek lazım.
Çünkü sadece Siirt’in meselesi değil, sadece çocuklar meselesi de değil.
Açın gazetelerin 3’üncü sayfalarına bakın. Baştan aşağı tecavüz haberleriyle dolu.
Artık bir çözüm bulmak gerekiyor.
Yapanların bütün kamuoyu önünde teşhir edilmesi gerekiyor.
Ki insanlar kendilerini kontrol etsinler...
HAMİŞ: Bu konudaki çözüm önerilerinizi bekliyorum. Ama “Adamları Taksim meydanında sallandıralım”dan daha yapıcı şeyler olması gerekiyor. Belki de artık psikologların, sosyologların ve bu konu üzerine çalışan uzmanların konuşma zamandır. Duygusal tepkiler bir işe yaramıyor, bence söz artık profesyonellerde...
İlahi adalet var kardeşim!
“AİLE dizimi”yle ilgili bir sürü mail alıyorum.
Ben o tecrübeden neler mi öğrendim?
1- Artık her şeyin kayıt altında olduğuna inanıyorum. Gizli hiçbir şey yok. Ne ekersen sen biçmiyorsun belki, ama senden sonra gelenler biçiyor. Sen bir halt mı ettin, bir başkasına zarar mı verdin, öldürdün, yaraladın, canını acıttın, aldattın ya da haksız kazanç mı sağladın? Kimse bilmiyor mu? Sen öyle sanıyorsun! Sen yırtabilirsin, belki sana bir şey olmuyor. Ama senin oğlun, kızın, torunun, senden sonra gelenler kesinlikle senin adına “bedel” ödüyor.
2- Eskilerin söylediği “ilahi adalet” var ya. O işte. O var gerçekten. Üstelik bu dünyada.
3- Senin hayatın, ormandaki birkaç ağaç. Sadece o ağaçlara bakıp, başına gelenleri anlamlandıramıyorsun. Ama ne zaman ki resmin bütününü görüyorsun, yani senden önce gelenlerin, dedenin, nenenin, annenin, babanın, amcaların, dayıların, teyzelerin yaşadıklarını. İşte o zaman Almanlar gibi “Ach, sooo!” diyorsun. Perde açılıyor, büyük resim ortaya çıkıyor.
4- En çok, ailedeki en ufak çocuklar olan bitenden etkileniyor.
5- Peki tüm bunları değiştirmenin imkânı yok mu? Var. Bilmek, sebebini kavramak bile geçmişte yaşananların, senin üzerindeki etkisini azaltıyor. Ama yüzleşmek gerekiyor. Neyle yüzleşeceğini de sen her zaman bilmiyorsun, dizimi gerçekleştiren psikoterapist, bunu ortaya çıkarıyor. O bir orkestra şefi gibi, dizimdeki olayları görmeni ve anlamanı sağlıyor. Yüzleşiyorsun, kabul ediyorsun, yoluna devam ediyorsun.
6- Valla kafayı yemedim, bizzat tecrübe ettim, gördüm, yaşadım.
7- Ama tabii siz bana da inanmayın. Sadece aklınızın bir köşesinde olsun, “aile dizimi” diye bir şey var. Belki günün birinde önünüze çıkar, siz de yaşarsınız.
8- Son olarak, sakın ola, bu işi yarım yamalak bilenlerle bu işe kalkışmayın.
Niye yine Hindistan’dayım?
İŞTE yine Hindistan’dayım.
Allah Allah, bu sefer hiçbir şey gözüme batmıyor.
Neden acaba?
Ne pislik, ne havada asılı o tuhaf kokular, ne sokakta uyuyanlar, ne her adım başı durduran dilenciler, ne tarif edilemeyecek seviyedeki fakirlik...
Bir acayip mutluluk, bir iyimserlik var üzerimde.
Mumbai’deyiz, Taj Mahal Palace’ta kalıyoruz.
Hani o terörist saldırı sırasında bombalanan, insanların öldüğü meşhur otel.
İnanılmaz bir güvenlik var, Hindistan’ın her yerinde.
O bile sinir etmiyor.
Sevgilime, “Çok iyiymiş bu Mumbai!” diye mesaj attım.
Tepkisi şu iki kelimeydi: “Başıma gelenler!”
Haklı, çünkü ona dedim ki, “Bundan sonraki bütün Hindistan seferlerinde peşine takılacağım...”
Bu defaki cevabı da net oldu:
“Ben de bundan korkuyordum!”
Birinci Hindistan seferinde Delhi yolunda trafik kazası yüzünden 6 saat yollarda kalıp sefil olmuştuk, ama aynı şey İsviçre’de de olsa, oradan da buruk ayrılır insan.
O sayılmazmış yani!
Gördüğünüz gibi bu Hindistan seferinde çok pozitifim, çünkü acayip bir şey için geldik Senih’le birlikte buraya.
Bir şeye daha çentik atacağım.
Bir şey daha öğreneceğim.
Heyecanlanıyorum.
Niye heyecanlandığımı siz de bu pazar öğreneceksiniz...
Paylaş